29 Ekim

0
188

200’üncü yıla adım atarken yolumuz-

 

Ben, dedesi  6-7 yaşlarında, bugünkü Rusya Federasyonu, Karaçay Çerkes Cumhuriyeti sınırları içinde bulunan Labe Nehri kenarındaki Tamkıt/Tamhable  denilen köyden alelacele, bir gece yarası çarlık askerlerinin zorla söküp aldığı, o zamanın şartlarında, Kafkas Sıradağları’nın zorlu geçitlerinden yürütülüp, Sohum şehrine indirilen ve limanda aylarca aç susuz gemi bekleyip, Osmanlı topraklarına sürgün edilen bir Çerkesim.

Yerleştikleri köyde yaşama tutunmaya çalışıp, Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne geçişin tüm zorluklarına katlanıp, ailemden ve köyden nice insanın savaşlarda şehit düştüğü, gazi olduğu ve Mustafa Kemal’in kurduğu laik Cumhuriyet’e Türkiye’deki tüm halklarla beraber omuz verdiği gerçeğini biliyor ve buna sahip çıkıyorum.

Çünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda, mensup olduğum halkın da, en az, diğer halklar kadar emeği vardır. Dolayısıyla ben bu ülkeye ne sığıntı ne de yabancı bir elim. Ben bu ülkenin özgür bir yurttaşı, vatandaşıyım.

Evet, biliyorum;

Cumhuriyet’in ilk yıllarında “Vatandaş Türkçe konuş” diye dilimin kullanılmasına yasak getirildiğini, dipçik yendiğini, para cezası verildiğini…

Evet, biliyorum; düğünlerimizin, giyimlerimizin, örf, âdet ve geleneklerimizin, müzik ve şarkılarımızın yasaklandığını…

Ninelerimizin anlattığı, o dünya mirası Nart Destanları’nın unutturulduğunu…

Evet, biliyorum; “Bu memleketin kendisi Türktür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmaktır, köle olmaktır” denildiğini ve uygulamaya çalışıldığını…

Evet, biliyorum; “Türklüğe ve Türkçeye pay ve paye vermek, som Türklüğün ve özellikle Türkçe konuşmanın, yalnız şerefli olduğunu değil, maddeten kârlı olduğunu da kendilerine bilfiil göstermek” dendiğini, uygulandığını…

Evet, biliyorum; “Vazifemiz Türk vatanı içinde bulunanları behemehal Türk yapmaktır. Türklere ve Türkçülüğe muhalefet edecek anasırı kesip atacağız” dendiğini, uygulandığını…

Evet, biliyorum; tüm bu olumsuzlukların, “Ne mutlu Türküm diyene” denerek taçlandırıldığını, Türk halkının kutsanıp, diğer halklardan olanların ise ötelendiğini…

Her şey, ama her şeye rağmen, Mustafa Kemal ve Türkiye halklarının açlık, yoksulluk ve yokluklara rağmen dişlerini tırnaklarına takarak, demokrasi ve laiklik temeli üstüne  kurdukları bu Cumhuriyet, bu topraklar üzerinde yaşayan her dilden, her dinden insanların farklılıkları ile bir arada yaşayacakları ülkedir.

Onun içindir ki;

Laik bir eğitim olmasaydı kız, erkek aynı okulun sıralarında okuyup, aynı okulun sınıflarında eşit şekilde öğretmenlik yapamazdık.

Laik bir anlayış olmasaydı üniversitelerde, fabrikada, bürolarda, düğünlerde, bayramlarda yan yana okuyup, çalışıp, oyunlarımızı oynayamazdık…

Laik bir anlayış olmasaydı Alevi cemevine, Ermeni,  Rum, Nasturi kilisesine, Yahudi havrasına gidemez, Şaman tefini çalıp, ibadetini, her çeşit dilden ve dinden insanlar gökyüzüne ellerini açıp kendi ibadetini yapamaz, ülkenin farklı halkları renk renk, çeşit çeşit giysileri ile kendi oyunlarına duramazlardı…

Ve biliniz ki, laiklik  ve demokrasi, eşitlik, adalet olmasa ben ben olamam; Çerkes kalamam…

Türkiye, bütün renkleri ile ebemkuşağı güzelliğindedir. Ve bu güzelliğin korunabilmesi için, demokrasi ile taçlandırılmış laik anlayış ve uygulama, yaşam için gerekli en önemli öğedir.

Geçmişte yapılan yanlışların bilincinde olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin gelecek yıllara daha demokratik, daha laik, daha çağdaş ve daha gelişmiş ve müreffeh olarak girebilmesi, tüm halkların, bu Cumhuriyet’in laiklik ve demokrasi ilkelerine tavizsiz sahip çıkması ve onu ileriye taşıyacak, her türlü gelişime ve ilerlemeye ayak uyduracak, eğitim, adalet, gayrisafi milli hasılanın eşit paylaşımı, eşitlik ve düşünce özgürlüğünün tam olarak hayata geçirilmesi ile ilişkilidir.

Türkiye Cumhuriyeti 100’üncü yılını kutlarken, her Çerkes bireyin, bireysel olarak ve halkının, bu ülkenin geleceğinin sağlıklı bir şekilde gelişip, uygar dünyanın bir parçası olmasını istiyor ise;

-Demokrasi,

-Laiklik,

-Adalet,

-Eşitlik,

-Düşünce özgürlüğü,

-Eşit paylaşım,

-Eşit, laik, çağdaş eğitim,

-Özgürlük,

-Birlik,

-ve Bağımsızlık ilkelerine sahip çıkması ve onu daha ileri seviyeye taşıyabilmek için, uygarlık ve var olmak adına, var gücüyle çalışması gerekmektedir.

Bu, bu ülkenin ve özelde Çerkes halkının var olmasının temel taşıdır.

Çerkeslerin tüm dünyaya dağılmış nüfuslarının yüzde 90’ı bu topraklar üzerindedir. Anavatan Kafkasya’da Çerkeslerin nüfusu ancak %10 civarındadır. Çerkeslerin Türkiye Cumhuriyeti ve Rusya Federasyonu’nun dağılıp parçalanmasından, yok olmasından hiçbir çıkarları yoktur. Aksine, varlıklarının yegâne temeli, bu iki cumhuriyetin yukarıda saydığımız ilkeler doğrultusunda gelişip uygar dünyaya bilimde, demokraside ve aydınlanmada örnek olabilmeleridir. Bunun olabilmesi, bu cumhuriyetlerde yaşayan halkların bu ilkelere vereceği desteğe bağlıdır. Çerkesler, demokrasi ve laikliğe omuz veren diğer halklarla beraber, bu ülkeye bu desteğini vermek zorundadır.

Bu yüzden Çerkeslere çok büyük bir görev düşmektedir. 200’üncü yıla merhaba diyen Türkiye Cumhuriyeti’ne sahip çıkmak ve onu ileriye taşıyabilmek için, yukarıda saydığımız  ilkelere tavizsiz sahip çıkmak ve onlardan asla ödün vermemektir. Çünkü sen, bu ülkeye can vermiş bir halksın, bu toprağın, Anadolu’nun çocuğusun…

Arzuluyor ve istiyoruz ki;

Özgür, bağımsız, laik, demokrasiyi içselleştirmiş, adaleti ilke edinmiş, özgür düşünceye kapılarını açmış, eşitliği, eşit paylaşımı şiar edinmiş, çağdaş eğitim ile ufuklarını genişletmiş, aydınları ile dünyaya açılacak;

Türkiye Cumhuriyeti, sonsuz, özgür yaşam seninle olsun…

Bu ülkenin özgürlük ve bağımsızlığı için can verenlerin önünde saygı ile eğiliyorum.

Yaşasın Tam Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti!

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz