Ne yesek de Türk kalsak?

0
762

Dost acı söyler

Ulusçu, daima başka kültürlerin etkisinden dolayı ulusun asimile ve yok olacağı endişesini taşır ve bunun korkusunu “ulusa” aşılar. Aslında, tek tek insanlar ne kadar bu korkuyu benimser ve bununla yaşarsa o oranda bir ulusu oluşturmuş sayılırlar.

Türk Solu gazetesinin 89. sayısında Gökçe Fırat’ın “Türk oğlu, Türk kızı Türklüğünü koru!” yazısı, tam da başlığının hitap ettiklerine yönelik önermeleriyle kimileri tarafından “sol”un milliyetçiliğine, kimileri tarafından da ırkçılığa örnek olarak gösterilmiş ve eleştirilmişti.

Zordur ulusçunun “ulus”u tanımlaması

Ulusçuların ulus tanımı, her bir koşula farklı düzeylerde önem verenler bulunmakla birlikte, genel olarak, dil, din, kültür birliği içinde olan ve ortak bir toprak parçasında ortak bir geçmişe, mirasa (kalıta) dayanan topluluk şeklindedir. Yaklaşık 20 yıl öncesine kadar aynı tanım Marksistler tarafından da kullanılmaktaydı. Bununla beraber Stalin’in 1913’te yaptığı tanımlama kimi Marksistler tarafından adeta dondurulmuştur ve halen geçerliymişçesine olduğu gibi kullanılmaktadır: “Ulus, tarihsel olarak oluşmuş, kararlı bir dil, toprak, iktisadi yaşam ve kendini kültür ortaklığında dile getiren ruhsal biçimlenme birliğidir.”[1]
Ulusçulara (milliyetçilere) göre ulus olmak için ortak bir kültür ya da kültür birliği olmazsa olmaz bir koşuldur. Fakat kültürel birlik, hatta kültür kavramına ait tanımın muhtelif olmasından ve “birliğin,” somut temelleri ile ayırt edici özelliklerinin gösterilememesinden dolayı ulusçular, genellikle bu koşulu belirsizliğe terk etmekte ve bu belirsizlikle beraber kullanmaktadırlar.[2] Bu konuyu konuşmayı pek de tercih etmeyen ulusçular, suskunluk konusunda adeta ulus-üstü bir “birlik” içindedirler.[3] Neyse ki Gökçe Fırat bize mutfak (yemek) kültüründen bir örnek vererek, ulusçu olsun olmasın, herkesin üzerinde fikir sahibi olabileceği gündelik ve kolay bir başlangıç noktası sunmaktadır:
“…Yemek, kültür savaşının bir parçasıdır. Mc Donaldslar ne kadar tehlikeli ise Kürt mutfağı da o kadar tehlikelidir. Başka kültürlerin yemeklerini yiyen kültürler asimile olur. O nedenle Türk, Türk mutfağına sahip çıkmalı, başka şeyler yememelidir.” (vurgu bana ait.)
Fakat burada, “Türk milletine yol gösterileceğine,” ister istemez, Kürt milliyetçiliğine bir kültürel tanımlama imkanı sunulmaktadır. Bir “öteki” yaratılarak Türklük ve Türk kültürünün savunusu yapılmaya çalışılmakta, ama tam da bunların ne olduğu açıklanmamaktadır. Bu haliyle –yukarıda bahsettiğimiz- “ulusçunun, kültürün kendisi, kültürel birlik, ortak kültür konusundaki sessizliğine” örnek verilmiş olunmaktadır.[4]

“Türk’ün damak tadı?”

Yine de, kabul etmek gerekir ki, yemek kültürü ya da genel olarak kültür üzerinden Türk ulusunu tanımlamak da kolay değil tabii. Önce bir yanlışı düzeltelim; kebap ile lahmacun Kürt değil. Kebap (kebbeb-doğranmış ocakta pişmiş et) ve lahmacun (Lahm-et ve macin-yoğrulmuş, hamurlu et) her ikisi de Arapça sözcüklerdir[5] ve Arap kültürüne “aittirler.”
Bakl Arapça, sebz ise Farsça yeşil, yeşillik anlamına gelir, bakliyat ve sebze yemekleri de Türklüğü bozabilir. Aynı sözcüğün Yunanca’sı lahanadır; Rusça’sı kapuska, aman dikkat. Marul, bulgur, fasulye yine Yunanca’dır. Piyazımız, turpumuz, turfandamız Farsça.
Domates gibi patates de Avrupalı sömürgeciler tarafından Latin Amerika’dan getirilmiş ve sofralarımızdaki yerini almıştır. Domatesten vazgeçip peynir ekmek yerim diyorsa bir Türk, hiç şansı yok; peynir Farsça. Köfte derse, o da Farsça.

İyi haber; Türkler zıkkım yiyemezler, çünkü Arapça.

Börek Türkçe, ama Boşnaklar kadar Sırplar da leziz börek yapar, Bulgarların ve Yunanlıların açtığı börek, pekala Arnavutların bu konudaki becerileriyle yarışabilir. İskenderiye Kütüphanesi’nde Balkanlar ve milliyetçilik üzerine yaptığı söyleşi sırasında Gün Kut, Balkanların sınırlarını tam olarak tarif etmenin kolay olmadığını, tam da bu yüzden muhtelif tariflerin varlığından söz etmiş ve eklemişti; “bana göre Balkanların sınırı böreğin sınırıdır. Nerede börek yapılmıyorsa Balkanlar son bulmuş demektir.” İster baklava gibi Arap, ister börek gibi Türk mutfağından olsun, Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkasya’da hemen hemen her etnik grup bu lezzetleri –ve dahi neler neler- imal eder ve afiyetle yer. Ama bir baklava ulusu ya da bir börek ulusu oluşturmazlar. Onlar, bir baklava ve börek kültürünün sahipleridirler.

Ulusçunun rüyası ve de kabusu: asimilasyon

Bu öylesine güçlü bir düşüncedir ki, ulusçu kendi yarattığı “ulusal” kültürün evrensel olduğunu ya da olacağını ilan eder. Şöyle düşünür; Coca-Cola Amerikan kültürünün ürünüdür, ABD emperyalisttir, o halde cola emperyalizmin “bizi bozan” ajanıdır. Ama ulusçu kapitalistimiz için cola iyi de kâr getirmektedir, bu yüzden yerli cola üretilerek hem para kazanılır hem de ulus asimile olmaktan kurtarılır.
Cola-Turka markalı bir içeceğimiz var: “Cola”sı “aynı cola,” yani Amerikan, “Turka”sı ise şarkiyatçı (orientalist). Bir de reklam kampanyası var: ulusçunun asimile olmak ve etmek konusundaki zihniyet dünyasını bire bir yansıtan: Cola-Turka içen Amerikalılar Türkleşiyor. Ama bir ulusçu için, hele de Gökçe Fırat için bu da yetmez:
“Her Türk, Türkçe konuşmalıdır. Bunu da İstanbul şivesi ile konuşmalıdır. Dil varsa millet vardır. Ancak şehri istila eden Kürtler kendi dillerini hakim kılmaktadır. Bunlarla temas içinde Türkler de şivelerini bozmakta, Türkçe konuşsa bile adeta Kürt şivesiyle Türkçe konuşmaktadır.”
Tabii ki insanların ortak bir kültürü var ve insanlar bunun pek çok öğesiyle mutludur; bunlardan vazgeçmeyi hayal bile edemez. Fakat bu kültür, en çok da komşu ülkelerde yaşayan insanların kültürüne benzer. Yukarıda mutfak kültürüne ait verilen örneklerin tamamı bir Türk’ün, bir Yunanlıyla, Arapla, Acemle, Ermeniyle, Gürcüyle, Bulgarla kültürel ortaklıklarıdır ve bu insanları birbirine yakınlaştırır. İddia edildiği gibi bir Kürt ile Türk’ü da birbirinden ırak kılmaz.
Sınırlarda nöbet tutan bir askerin söylediği türkü, dikenli tellerin ardındaki ülke askerinin de sıla hasretini dile getirmez mi? Çoğunun ozanı dahi belli olmayıp anonim deyip geçilen türküler ulusal değildir, ulusal olan marşlardır. Birincisi insanları birleştirir ikincisi ayırır.

Korku birliği

Ulusçu, daima başka kültürlerin etkisinden dolayı ulusun asimile ve yok olacağı endişesini taşır ve bunun korkusunu “ulusa” aşılar. Aslında, tek tek insanlar ne kadar bu korkuyu benimser ve bununla yaşarsa o oranda bir ulusu oluşturmuş sayılırlar.
Eğer illa ki bir asimilasyon aranacaksa, bu, ulusal bir kültürün yaratımı uğruna ulus-dışı kültürel birliğin her bir unsurundan, hatta bu kültürel birliğin kendisinden başkası olamaz. Tam da bu noktada “asimilasyon” yerine “imha”dan söz etmek daha yerinde olur.
Kuşkusuz, yine de kebap yemenin bazı sakıncaları vardır: Örneğin kalp ve damar sağlınıza zarar verebilir. Fakat beslenme yoluyla ulusal kimliğin sıhhatinin bozulacağını iddia etmek, en azından ulusal kimliğin kendisinin, öyle zannedildiği kadar sağlam bir bünyeye sahip olmadığını itiraf etmekten başka bir anlama gelmez. (Kaldı ki bu, bariz bir şekilde ulusçunun kendi kendisini aşağılamasıdır.)
Doğrusu, yaratımı sırasında bu bünyenin, iddia edildiği kadar saf kalması mümkün olamazdı ve yazıda gösterilmeye çalışıldığı gibi olmamıştır da. Dolayısıyla yaradılışından gelen sorunlarla maluldür. İşte bu sorunlar ve bir yaratım, icat olmasından ötürü ulusal kimlik, ezeli olmayıp -tam da bu yüzden- ebediyen de payidar kalamayacağı şüphe ve korkusunu bir alınyazısı gibi taşımak zorunda kalır. Bu şüphe ve korku, ne ile beslenirse beslensin sonuçta sadece kin kusabilir.

 


[1] Josef Stalin, Marksizm ve Ulusal Sorun ve Sömürge Sorunu, Sol Yayınları, Mart 1990, sf;15.
[2] Aynı soydan (etnik köken, ırk) olma koşulu ise kimileri tarafından tanıma dahil edilmekte, fakat ABD gibi bariz örnekler dolayısıyla, kimileri tarafından da tanımdan çıkarılmaktadır. Nitekim Stalin de İtalyan ve Fransız örneklerine dayanarak soyun koşul olamayacağını belirtmiştir. A.g.e, sf; 11-12. Soy koşulu genellikle olumsuz bir anlam ifade edecek şekilde “etnik milliyetçiliğe” özgü olarak kullanılmaktadır. Fakat yine de ulus-devletler soy vurgusu yapmaktan kaçınmazlar. Örneğin Hırvatistan Anayasası tamamen bir Hırvat soyuna vurgu yapmaktadır. O dönem çok popüler olan ve uygarlığın kurucusu olarak kabul edilen Yunan uygarlığına, Avrupalı bir soya gönderme olarak, ABD’nin kuruluşu sırasında Yunanca’nın resmi dil olması gündeme gelmişti. TC Anayasasına göre “vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk’tür,” Türkiyeli değil.
[3] Herkül Milas, Yunan Ulusunun Doğuşu, İletişim Yayınları, sf:19-20.
[4] Sanılanın ve iddia edilenin aksine bir ulusçu ulusu, “öteki”ne göre tanımlamaz. Aksine önce yaratmaya çalıştığı ulusu tanımlar ve “öteki” kavramı daha sonra tanıma ithal edilir, ama tanımı güçlendirmek için değil, ulusu saflaştırmak ve bu yolla güçlendirmek için. Ernest Gellner, Uluslar ve Ulusculuk, İnsan Yayınları 1992, sf;28. “Öteki” kavramı sadece “başka”sını tanımlamaya yarar, “biz”i değil. Elmayı tanımlamak için, “armut, portakal, vişne vb. değil,” demek elmayı tanımlamaz.
[5] Sözcüklerin anlamları ve kökenleri hakkında Meydan Larousse Ansiklopedisi ve İsmet Zeki Eyüboğlu’nun Türk Dilinin Etimoloji Sözlüğü’ndeki(Sosyal Yayınlar, Mayıs 2004), ilgili maddelerden yararlanılmıştır.

 

Sayı : 2005 12

Yayınlanma Tarihi: 2005-12-01