“Ben kimim” ya da “biz kimiz” soruları, son on beş yıldır Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu coğrafyasında yaşayan insanların en fazla tartıştığı ve yanıt aradığı soruların başında gelir. Oysa ki, “Ben kimim?” sorusuna hemen herkesin kendince “mantıklı” bir yanıtı olduğu da su götürmez bir gerçektir.
Peki o zaman “kimlik” neden bir sorun olarak karşımıza çıkıyor?
Bu soruya benim yanıtım her zaman oldukça nettir. Bence, toplum bütününde ya da bireyler arasında “kimlik sorunu”, kişilerin kendilerini tanımlamakta zorlanmalarından değil, aksine başkaları tarafından dayatılan ve çoğu zaman, kötü seçilmiş bir ayakkabı gibi, ya sıkan yada bol gelen “şablon” kimlikler nedeniyle ortaya çıkıyor.
Örneğin “şu ya da bu sınırlar dahilinde yaşayan herkes Ahmet’tir” ya da “kendini Ahmet olarak hisseden herkes ayırımsız Ahmet’tir, bütün Ahmet’ler yasalar karşısında eşittir, hiçbir Ahmet’in de diğer Ahmetlerden bir üstünlüğü yoktur” şeklindeki, ilk bakışta iyi niyetli gibi görünen ama gerçekte oldukça politik olan yaklaşımlar, ülkemizdeki kimlik sorununun belkemiğini oluşturmaktadır. Çünkü, kendinizi “Ahmet” olarak hissediyorsanız, ya da hissetmediğiniz halde size dayatıldığı için “Ahmet”miş gibi davranıyorsanız, gerçekten de sizin için fazlaca bir sorun yoktur. Ahmet kimliğinizle kaymakam, vali, milletvekili hatta Cumhurbaşkanı bile olabilirsiniz.
Ancak, bu yaklaşımın yeterince açık ve samimi olmadığı, “Peki ama ben kendimi Ahmet olarak hissetmiyorsam…” dediğinizde tüm çıplaklığı ile açığa çıkmaktadır. Kendinizi Ahmet olarak hissetmediğinizde, yani size dayatılan kimliği reddettiğinizde, başta “vatan hainliği” olmak üzere sayısız suçlama ile karşılaşmanız, “yargılı ya da yargısız” birçok “resmi ya da gayri resmi” cezalandırmalara maruz kalmanız kaçınılmaz olmaktadır. Avrupa topluluğunun bir parçası olma sürecine girdiğimiz son birkaç yıl içinde, bu “dogma”larda bazı gevşemeler olsa da, kanunlarla bazı rahatlıklar sağlanmış görünse de, uygulamada henüz kayda değer bir yol alınmadığını, alınamadığını görmek mümkündür. Bu, istesek de istemesek de yaşadığımız ülkenin; Türkiye’mizin gerçeğidir.
Şimdi gelelim biz Kafkasyalıların kimlik sorununa;
Kafkas kökenli bir çok aydının aksine, ben Kafkas halklarının kimlik sorunundan çok “ulusal tatmin” sorunu yaşadığı kanısındayım. Günümüzde, Adigeliğin, Abhazlığın, Çeçenliğin, Osetliğin, Ubıhlığın ve diğer tüm orijin kökenlerin doya doya ifade edilemediği, “yeterince yaşanmamış” bir geçmişin tatminsizliği ile boğuştuğumuzu, ama “ayırımcılık” suçlamasından korktuğumuz için bunu bir türlü dile getiremediğimizi düşünüyorum.
Öyle görünüyor ki, diasporada yaşayan Kafkas kökenlilerin, idealize ettiğimiz ortak bir kimliği yakalayabilmesi için öncelikle ve “acilen” lokalize kimliklerini doyasıya yaşaması ve bu kimlikler çerçevesinde olgunlaşarak “ortak kimlik”e inanması gerekiyor. Diğeri zaten tiyatral bir gösteriden öteye geçemiyor.
Bir araya geldiğimizde, yalnızca bir kandırmacadan ibaret olan ve aslında pek de inanmadığımız sahte bir “ortak kimlik” söylemini kullanıp, kendi başımıza kaldığımızda ise, resmi ya da gayri resmi kısıtlamalar ve yasaklar yüzünden bir türlü tatmin edemediğimiz Adigeliğimizi, Abhazlığımızı, Osetliğimizi, Çeçenliğimizi ve daha bir çok etnik orijinimizi megalomanca ortaya döküyorsak, bence bu hesapta Bağdat’tan geri dönmesi gereken bir şeyler var.
Sorun örgütlenme şeklimizde midir?
İyi bilinmelidir ki; Abhaz, Adige, Çeçen, Oset, Dağıstanlı hatta Ubıh kimliklerimiz, günümüzde, ortak “Kafkasyalı” ya da “Çerkes” kimliğimizin önüne geçen bir realitedir. Bu realiteyi görmezlikten gelmek ya da engellemeye çalışmak yerine, “olduğu gibi” kabul etmeliyiz. Yani, her isteyen istediği kimlik çerçevesinde örgütlenebilmeli; isteyen Adige, isteyen Abhaz, isteyen Çeçen hatta Ubıh derneği kurmalı, kurabilmelidir.
Ayrıca, Uzunyaylalılar, Düzceliler, Sakaryalılar, Bigalılar vb. olarak dernekler kurmak da sakıncalı görülmemelidir.
En önemlisi de; hiçbir teşebbüs sahibi, dernek kurarken hiçbir kişi ya da kurum tarafından “bölücülük”le suçlanmayacağını da bilmelidir.
Ancak, sözünü ettiğim lokal örgütlenmeler yine ortak bir örgütün “örneğin Kaffed”in çatısı altında Kafkasyalılık veya Çerkeslik ortak kimliği çerçevesinde güç birliğine gitmeli, lokal kültürel çalışmaların yanında, ortak sorunlar çerçevesinde “ses getirecek” ortak organizasyonlara imza atmalıdır.
Böyle bir örgütlenme parçalanma getirir mi?
Bence getirmez. Toplum olarak, Osmanlıdan devralınmış olan ve Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi ideolojisi haline gelen bölünüp parçalanma fobisinden bir an önce sıyrılmalıyız. Bölünme korkusu yaşıyorsak, ağzımıza sakız ettiğimiz “Kafkasyalılık” kimliğinin gücünden haberdar değiliz demektir. Kafkasyalılık kimliği (Kuzey Kafkasyalılık değil) öylesine güçlü ve köklü bir kimliktir ki, binlerce yıldır belki de dünya yüzünde en fazla işgale ve istilaya uğrayan bir bölgede gelişmesine ve sayısız sürgün yaşamasına karşın, halen yaşayan en özgün kimliklerin başında gelmekte, günümüzde bile işgalcilerini ve istilacılarını asimle etmeyi sürdürmektedir.
Adige Derneklerinin kurulması mevcut dengeleri bozar mı?
Son günlerde tekrar dile getirilmeye başlanan Adige Derneklerinin kurulmasına asla karşı olmadığımı da burada önemle belirtmek isterim. Eğer talep varsa kurulmalı; Adige varlığını, dilini ve kültürünü, yani Adigeliği yaşatmak için tüm gücüyle çalışmalıdır. Ayağını yere sağlam basan güçlü bir Adige halkının, kardeş Kafkas Halklarına da büyük faydası olacağından asla şüphe etmemeliyiz. Ancak burada önemli bulduğum bir noktaya parmak basmak istiyorum. Adige Derneklerinin kurulmasının elbette ki yararı olacaktır. Fakat bazı Adige aydınlarının yaptığı gibi, “diğer Kafkas halklarını tamamen dışlayarak, Adige halkının bugün yaşadığı tüm sorunların sebebi olarak diğer Kafkas halklarını göstererek” değil. Böylesi bir yaklaşım Adigelerin sorunlarını çözmeyeceği gibi, mevcut sorunlara da hiç hesapta olmayan başka sorunlar ekler.
Dünya tarihinin en büyük sürgünlerinden birinin; “Çerkes Sürgünü”nün acısını birlikte yaşayan, 150 yıllık diaspora geçmişinde, birbirine tutunarak, büyük zorluklar içinde varlığını korumaya çalışan kardeş Kafkas halkları arasına ayrılık tohumları serpmek, ne Adigeler’e ne de diğer Kafkas halklarına en ufak bir yarar sağlar.
Son olarak, eğer bu dernekleşme furyasında Ubıh Derneği kurulması için de bir girişim başlatılırsa, fahri bir Ubıh olarak bana düşen her şeyi yapmaya hazır olduğumu da buradan ilan ediyorum. Gerçekten de, Ubıh kardeşlerimiz için yapılacak o kadar çok şey var ki…
Sevgi ve Saygılar.
Önemli not: Lokal tatmin yaşama aşamasını çoktan aşıp yürek ve beyin olarak ortak kimlik aşamasına ulaşmış hemşerilerimin birlikte oluşturdukları tüm organizasyonların (dernek, dergi, internet sitesi, gazete vb) safları çok daha sıklaştırarak çalışmalarını sürdürmelerini diliyor ve bekliyorum.
Sayı : 2006 02