Çerkes Ulusal Sorunu Üzerine Görüşler -2

0
551

Anzor Keref’in geçen sayımızda ilk bölümünü yayınladığımız yazısının ikinci ve son kısmını da, bu sayımızda siz sayın okuyucularımıza sunuyoruz. 

Dibi tutuşmuş yanarken başına geleceği anlamayan üstteki, gülmekteymiş. (Çeçen atasözü) 

 

4-Rusya Modern Dünyanın Aktif Kolonyal Tek İmparatorluğudur; Adı İster Çarist, İster Stalinist, İster Putinist Olsun. 

Roma LA Sapienza Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Karşılaştırmalı Edebiyat Profesörü Armando Gnisci, La Republica gazetesi editörü Corrado Augias’a yazdığı okur mektubunda, yukarıdaki gerçeğin altını cesaretle çizip, “AB için Türkiye’ye değil, asıl Rusya’ya hayır” diyor ve “Eğer Rusya AB’ne üye olmak istiyorsa, Asya halklarını ezmekten, Kafkasya’da Çeçenler’e zulmetmekten, Japonya’nın Kurusuli Adaları’ nın balıkçılarına çile çektirmekten vazgeçmesini istemeliyiz” diye devam ediyor. 

RF dünya barışı ve insanlık onuru önündeki en büyük engel olan dünya güçlerinden birisidir. 

RF   ayırımcılık, insana değer vermeme, sindirme, bölme ve yok etme politikalarının da yüzyıllardır liderliğini yapmaktadır. Çarlık rejimlerinden bugüne değişen pek bir şey yoktur. 

Aynı gerçeği birtakım Kafkas aydınlarının hala görmezden gelmesi bile bugünlere nasıl geldiğimizin ve hala çözümü konuşamamamızın göstergelerinden biridir. 

 

5-Kafkasyalılar Sürgünde Yaşadıkları Ülke Yanında Kendi Anavatanlarının Doğal Vatandaşı Olmalı ve Çifte Pasaport Hakkına Sahip Olmalıdırlar. 

Abhazya Devleti çifte vatandaşlık ve pasaport için yapacağı çalışmalarla “ne kadar devlet olduğunu” ispat edebilecek şansa sahiptir. Abhazya bu konuda ilk somut adımı yakın zamanda atmıştır. 

Aydınlar ve Kafkas örgütlenmeleri uluslararası arenada bu tezleri yaşama geçirecek çalışmaları yoğunlaştırmalıdır. 

 

6-Kafkasya’nın Otokton Halkları Olan Abhaz, Adığe ve Ubıhlar Sürgün Halklardır. Bu Gerçeğin Uluslararası Tescili, Bölgede Barış ve İstikrar İçin Yaşamsal Önemdedir. 

Başta bu halkların aydınları olmak üzere barış, adalet ve eşitlikten yana tüm dünya aydınlarının Çeçenya’daki soykırımın durdurulması kadar önemli bir diğer sorumluluğu da, sürgün halk olduğumuzun uluslararası tescili için akademik ve siyasal boyutlardaki çalışmalarda yer alması, bizzat yapmaları ve önayak olmalarıdır. 

RF sürgün ve soykırım gerçeğini kabullenmek ve tazmin etmek zorundadır.UNPO kararı ile tescil edilmiş bu gerçeğin gereği tüm alanlarda ivedilikle yerine getirilmelidir. 

 

7-Kafkasya’nın Tüm Halkları Kardeştir ve Sonsuza Dek Birlikte Yaşamalıdır. 

Etnik kökenleri, dinleri, dilleri ne olursa olsun, tüm Kafkas halklarını birbirine bağlayan tarihi, kültürel ve yaşamsal ortaklıklar vardır. Diyalog ile çözümlenebilecek basit sorunlar nedeni ile bu halklar arasına “mikro milliyetçilik” tohumlarını, düşmanlık tohumlarıyla karıştırarak serpiştiren devletlerin politikalarına dur deme zamanı gelmiş, geçmektedir. 

Sosyo-ekonomik sorunları kasten yaratıp, artırıp; sonucunda ortaya çıkan ırkçı kışkırtmaları kullanmak emperyalizmin her zaman uyguladığı bir yöntemdir. Aydınlarımızın, bu gerçeğin ayrımına vararak bir araya gelmeleri kaçınılmazdır. Ayrılıkçı mevcut politika ve karşılıklı yok sayma sürdükçe sorunlar derinleşmekte, sömürgecilerin ekmeğine yağ sürülmektedir. 

Hiçbir devletin piyonu olmak istemiyorsak; otokton, yerli-sonradan gelmiş; Hint Avrupalı-Turani vb. tanımlamaların, Kafkas halkları ve bölge barışı için tehlikeli ayırımlar olduğunu; hiçbir Kafkas halkının diğeri olmadan, ya da diğerini karşısına alarak varlığını sürdüremeyeceği gerçeğini kabul etmeliyiz. Aksine tezleri öne sürenlerin nasıl bir çözüme odaklandıkları tartışılmalıdır. 

Bir Karaçay ile bir Adığe ve Abaza’nın, bir Kabardey ile bir Balkar’ın, bir Oset ile bir İnguş’un arasında çözümlenemeyecek, hatta düşman olmalarını gerektirecek hiçbir sorun, fark, üstünlük yoktur. Hiçbir halk diğerinden daha az ya da daha çok Kafkasyalı değildir. Biri olmadan diğerinin özgürce yaşamını sürdürme şansı yoktur. 

 

8-Kafkas Diyasporası Anavatandan, Anavatan Diyasporadan Ayrı Düşünülemez. 

Kafkasyalılar’ın diyasporadaki en büyük nüfusu, Avrupa Birliği üyelik ümidi ile de olsa, demokratikleşme yolunda adımlar atan Türkiye’de yaşamaktadır. Kemalizm’in ardına sığınan sözde demokrat özde ırkçı yönetimlerin bugüne dek yapmadıklarını, “dinci” olarak tanımlanan bir hükümetin yapması da ironiktir. 

Değişimin ve gündemin içinde sağlam ve örgütlü bir şekilde yer almak tarihsel aydın olma sorumluluğumuzdur. 

Kafkasyalılar, RF’nun “üniterleşme” ve Kafkasyalılar’ı Çeçenler’den başlayarak yok etme politikaları yanında, Türkiye’deki gelişmelere karşı “belirleyici” güç olma yolunda, kendileriyle benzer sorunları paylaşan halklarla, Türkiyeliler’ le işbirliğini yükseltmelidir. 

Kafkas aydınları Anadolu Kurtuluş Savaşı sonrası yaşadıkları Kemalist tasfiye hareketinden ciddi dersler çıkartmalı, örgütlenme ve politikalarını tekrar gözden geçirmelidirler. 

Kafkasyalı aydınlar, Jakoben Kemalistler’ le masaya oturmaya ve Türklerle Kürtler’in ortak eşit “üst kimlik” oldu bittisine, Makyavelist Kürt milliyetçilerinin politikalarına karşı da, Türkiye halkları ile ortaklıklar geliştirmeli ve geri dönülemez kaos ve yıkımlara neden olabilecek düzenlemelere karşı uyanık olmalıdırlar. 

Bu nedenlerle Kafkasyalılar’ın dünyadaki gelecekleri üstüne, aydınların fikirlerini korkusuzca dile getirebilecekleri bir “arama konferansı” ivedilikle organize edilmelidir. 

 

9-Kafkas Kültür Dernekleri Ulusal Sorunun Çözüm Platformu Olamazlar. 

Dernekler ile her sorunu çözebileceklerini sanan Kafkasyalılar, bu yanlışa dur deyip, enstitüler açmalı, dillerini okuyup yazmalı, bilim ve kültür alanında yoğunlaşacak gençler yetiştirmelidirler. 

Ana dille okuma yazmaya ivme kazandırmak için, alfabe konusunda Latin ağırlıklı, Kiril geçişli çalışmayı hızla sonuçlandırmaları gerekmektedir. 

Kafkasyalı gençlerin mimar, mühendis, doktor, avukat, asker, iş adamı vs. olmak kadar sosyal bilimci, siyaset bilimci, uluslar arası ilişkiler uzmanı, akademisyen olmaları teşvik edilmelidir. 

Dahası; Kafkasyalılar, derneklerinin misyon ve vizyon olmaktan çıkıp illüzyona dönüşen hedeflerini daraltmalı, tanışma, kaynaşma, kültürel çalışmalar yapma dışındaki diğer hedefleri, daha farklı organizasyonlarla gerçekleştirme zorunluluklarının bekleyemez noktaya geldiğini artık kabul etmelidirler. 

Çerkesler ya da Kafkasyalılar siyasi oluşumların içinde daha aktif yer alma zorunluluğu ile karşı karşıya gelmişlerdir. 

 

10-Kafkasyalıların Diasporadaki Üst Kimliği Olan “ÇERKES” Kavramı Korunmalıdır.

16. yüzyıla kadar tüm Kafkasyalılar için“üst kimlik”olan “Çerkes” kavramı, Rus Devleti’ nin Kafkasya’ya sahip olma projesi gereği olarak bu tarihten sonra anlamını yitirdi. 1864 sürgünü ile Kafkasya’dan Osmanlı topraklarına dağıtılan Kafkasyalılar için 1990’ların başına kadar yine Çerkes kavramı üst kimlik oldu. 

Bir kısım Kafkasyalılar ve Sovyet tarzı bölünmüşlüğün devamını isteyen güçler sayesinde Çerkes kavramının içi boşaltılmaya başlandı. O günlere kadar Çerkes kimliği ile övünen, başta Karaçaylar olmak üzere Abaza, Oset ve Çeçen yarı aydınları, sanki daha doğruymuş ve kendilerini özgür kılacakmış gibi, bu ortak kimliği Adığelere bırakıp kendi mikro milliyetlerini keşfe koyuldular. Bu yanlışta, bir kesim Adige yarı aydınının dışlayıcı söylem ve davranışlarının etkisi de yadsınamaz düzeydedir. 

Rusya’daki ilkel, sadece Rus Devleti’ nin bekasına hizmet eden, gerektiğinde piyasaya sürülen mikro milliyetçi politikalar sorgulanmadan kabul görmüştür. 

Oysa, politik bir tanım olan Çerkes kimliği, hiçbir Kafkas halkının Çeçen, Oset, Abaza ya da Karaçay olmasına engel değildir. 

1992 yılında “mikro emperyalist ve Kafkas kültürünün devletleşmiş tek sahibi olma iddiasındaki Gürcistan yönetimi” Abhazya’yı işgal edince, Abhaz aydınları hızla bu yanlıştan döndü ve tarihsel bir görevi yüzlerinin akıyla yerine getirdiler. Savaş bittiğinde, kardeş Gürcü halkını idare ettiklerini sananlar yenilmiş, Abhaz halkı Çerkes kavramının ayrılmaz bir parçası olan yerine dönmüştü. 

Aynı durum Oset ve Çeçenler için ne yazık ki böyle sonuçlanmadı. Ancak herşeye karşın bugün gelinen noktada “birlik” kavramının tüm Kafkas aydınlarınca anlaşılmaya başlandığı memnuniyetle gözlemleniyor. Çeçen ve Oset aydınları “Kafkas Halkları’nın Birliği” kavramının yaşamsal olduğunu anlamış görünüyorlar. 

 

11-Çeçen Halkı Kendi Kaderini Tayin Hakkını Kullanmaktadır; Çeçenlerin Savaşı Cihat Değil, Ulusal Kurtuluş Savaşıdır. Kafkas Halkları Başta Olmak Üzere, Tüm Dünya Çeçen Halkının Yanında Olmalıdır.  

Çeçenler, 1994-1996 Birinci Çeçen-Rus savaşıyla başlayıp, 1999’daki ikinci savaşla süren yıllar içinde, desteksiz, dostsuz ve çaresiz yıkıcı bir acının içine düşürülmüşlerdir. 

Yaşamlarını ve onurlarını devam ettirebilmek adına, Çeçenler’ in bir kesimi Türkiye’deki ırkçı gruplar ve Arap dinci örgütlenmeleriyle bağlar kurmuşlardır. 

Çeçenya’nın legal hükümetleri ve yöneticileri ile halkın büyük çoğunluğu, “şeriatçı propogandalar”a taviz vermemiştir. Ancak, savaşta büyük acılar çeken, ruh sağlığı zedelenmiş bazı Çeçenler, sivillere yönelik “terör” olarak tanımlanabilecek münferit eylemlerde yer aldı. Bu nedenle de Çeçenlerin mücadelesi, şekilsel de olsa ulusal kurtuluş savaşından uzaklaşma, “uluslar arası dinci terör” kavramına yaklaşma tehlikesi gösterdi. 

Anavatan ve diasporadaki Kafkas örgütlenmelerinin, münferit terör eylemlerinde dinsel motifler kullanılmasını gerekçe göstererek, Çeçen direnişini desteklemekten uzaklaşmaları, pasif ve bazen neredeyse Çeçen halkını ve aydınlarını suçlar yaklaşımları ile tam da Rus Devleti’nin istediği ortam oluşmaya başlamıştır. 

Dünya aydınları ve Çeçen halkını tanıyanlar iyi bilirler ki, Kafkas kültürünün karakteristik özelliklerini taşıyan Çeçenler’in şeriatı benimsemeleri ve bir yaşam tarzı olarak kabullenmeleri mümkün değildir. Tüm bu olumsuzluklara ve her tür dezenformasyona karşın Çeçen mücadelesinin bir ulusal kurtuluş savaşı olduğu, önyargısız dünya aydınlarınca teslim edilmektedir. Bu mücadele Kafkasyalıların yüzyıllardır süren onurlu “varoluş” mücadelesinin devamıdır. Sonucu da tüm Kafkas halklarının geleceğini doğrudan etkileyecektir. 

Bu mücadelenin, Kafkas Cumhuriyetleri’nin işbirlikçi yönetimleri altındaki halkların ve diasporanın tepki ve destekleri olmaksızın Çeçen halkının lehine sonuçlanması zordur. Tüm Kafkas halklarının artık yanlıştan dönüp, Çeçenler’ i yalnız bırakmayacak eylemlere girmesinin neler kazandırıp kaybettirebileceği titizlikle irdelenmelidir. Kafkasyalılar’ ın birlikte hareket edebilecek organizasyonlarının yokluğu ve dünyanın olaylara “tek taraflı bakışı” nedeniyle de daha büyük trajedilere yol açma riski göz ardı edilmemelidir. 

Ancak, “onurlu bir barış için tüm Kafkas halklarının onurlu bir karşı duruşu” örgütlenmek zorundadır. Ayrıca, Çeçen mücadelesini kökten dinciler ve ırkçılara bırakmamak için her tür maddi, manevi ve düşünsel destek Çeçen halkına çok görülmemelidir. 

 

“Çeçen soykırımı bir an önce durdurulmalı ve bitirilmelidir.” 

Çeçenya ya da Kafkasya’nın herhangi bir yerindeki sorunların ana kaynağı, İslamiyet ya da halklar arasındaki tarihsel düşmanlıklar olmayıp, Rus Devleti’ nin  yüzyıllardır değişmeyen sömürgeci, yok edici, ırkçı politikalarıdır. Başta Rus halkı olmak üzere Rus Devleti  içindeki ve dünyadaki tüm halkların aydınlarının üzerlerinden atamayacakları sorumlulukları vardır. 

Herkes sorumluluğunu yerine getirmek zorundadır. En azından yarın sıranın kendilerine de geleceğini, bir tek dünyamız olduğunu bilerek davranmalıdırlar… 

 

Sonuç  

Kafkas halklarının bugünleri ve geleceği öncelikle kendi aydınlarının elindedir.1864’ten bugüne horlanan, yok edilen ”,..ve diğerleri” ne indirgenen, parçalanan, kendine yabancılaştırılan, yapay gündemlerle ve detaylarla yapmaları gerekenlerden uzak tutulan anavatan ve diaspora Çerkesleri, Türkiye, Rusya ve Kafkasya’daki tüm halklarla dayanışma içinde olmak zorundadırlar. 

Ayrılıklar değil, ortaklıklar öne çıkarılmalıdır. 

  

Sayı : 2006 03