Kimlik / Aidiyet: Bir Bakış

0
492

Bugün dünyada metrekareye en fazla dilin düştüğü bölgelerden biridir Kafkasya. Etnik çeşitlilik açısından en zengin bölgelerden biridir aynı zamanda. Kafkasya’nın doğusundaki Dağıstan ise bu yoğunluğun en fazla yaşandığı bölgedir. 

Kafkasya’ya dair bir söylence vardır: 

‘Tanrı, insanlara dağıtmak üzere dilleri torbasına doldurur ve dünyayı dolaşmaya başlar. Ülkelerin üzerinden geçerken birer tane dil bırakır. Dil dağıtımı Kafkasya’ ya kadar devam eder. Torbada daha birçok dil vardır ama dil dağıtılmayan tek yer kalmıştır, Kafkasya. Ters yüz eder torbasını Tanrı ve kalan dillerin tümünü Kafkasya’ ya boca eder.’ 

Bugün dünyada metrekareye en fazla dilin düştüğü bölgelerden biridir Kafkasya. Etnik çeşitlilik açısından en zengin bölgelerden biridir aynı zamanda. Kafkasya’ nın doğusundaki Dağıstan ise bu yoğunluğun en fazla yaşandığı bölgedir. 

“Paris’ teki Harp Okulu’nun duvarında, I. Dünya Savaşı sıralarında bir İngiliz subayı tarafından çizilmiş rengarenk bir Kafkasya haritası asılı. Her renk bir ulusu gösteriyor, yan tarafta da adları yazılmış, tam yetmiş bir tane, ancak Türkmenlerle Kırgızların her nedense aynı renkte gösterildikleri göz önüne alınırsa yetmiş iki tane eder.” (Stefanos Yerasimos) 

Adige, Karaçay, Abhaz, Nogay, Tatar, Balkar, Oset, Gürcü, Çeçen, İnguş, Avar, Dargin, Lak, Lezgi, Andi, Dido, Kumuk, Tat, Azeri, Ermeni, Acara, Megrel, Svan, Bats, Kürt, Nasturi, Rus, Çingene, Kalmuk, Kazak, Türk, Karapapak, Rum … uzayıp giden bir liste; tam bir mozaiktir Kafkasya. 

Bu zenginliğin içinde gazetemizin özel ilgi alanına giren etniklerle ilgili kimlik tanımına dair yazılar/düşünceler, ikinci ve üçüncü sayılarda yayınlandı. Bu sayıda devam ediyor, belki daha da olacak. Karadeniz’ den Hazar Denizi’ ne kadar uzanan bölgede; Adıgey, Karaçay-Çerkes, Kabardey-Balkar, Çeçenya, Dağıstan, Abhazya, Kuzey ve Güney Osetya Cumhuriyetleri’ nde yaşayan etniklere dairdir yazılar. Kimlik tanımı üzerine olsa da yazılar; onların geleceklerine duyulan kaygı nedeniyledir, yeryüzünün bütün etnikleri kadar iyi yaşama hakkına sahip olduklarına inanıldığı içindir ve bunun gerçekleşebilmesi içindir. Onların kendilerini kuşatan olumsuzluklara karşı ortak bir duruş sergileyebilmesi, ortak tavır gösterebilmesinin (ya da karşı bakışla tekil davranmalarının) önünün açılması içindir. Ortak tarih, ortak kültür gibi kavramlara sığan ama ortak dil ve aynı etnik grup gibi kavramlara sığmayan ve alt – üst olan ulus anlayışından ulus birlikteliklerinin yaşandığı dünyaya geçişte, söz konusu etniklerin yerlerini gelecekte daha iyi alabilmeleri içindir. 

Belki de ortak duruş göstermesi arzu edilen etniklerin tek- tek anılması zor geldiği için ortak bir isimle tanınması ve bütün dünyanın bu isim anıldığında koca bir coğrafyayı düşünmesini sağlayabilme kaygısındandır. Yoksa bilinen gerçektir ki her etnik aidiyetini özgürce tanımlamaktadır. Bir adı, bir dili vardır ve kendine özgü özellikleri. Hiçbir etniğe kendilerinin istemediği başka bir kimlik/isim yakışmaz, hele zorla giydirilmiş bir kimlik/isim hiç yakışmaz. (Bu durumun kafa sayısı ile hiç ilgisi yoktur ve Kafkasyalılar bunu tarihe yazmıştır. Kendi bölgelerinde araştırma yapanlara her zaman misafirperver davranan Kafkasyalılar, kendilerini saymaya kalkan araştırmacıya tepki göstermiştir: ”Kafa sayısına göre değer kazanan hayvanlardır, biz hayvan mıyız ki sayıyorsunuz?”) 

Sömürgeci Çarlık Rusyası’na karşı ortak tarih yaşamış olan söz konusu etniklerin birim/tekil olarak kahramanlıkları birşey ifade etmemiştir. Merkezileşememiş feodal yapı içinde, düzenli ordusu olan Çarlık Rusyası ile yıllarca savaşan (Kafkas-Rus Savaşları) Dağıstanlılar, Çeçenler, Abhazlar, Adıgeler, Ubıhlar…, tarih sayfalarında şanlı direnişleri ile yer alsa da, mağluptur galipler sonuçta. Mağlubiyet, ardından diasporik bir halk olmayı da getirmiştir. Osmanlıya sürgün edilen etniklere mensup olanlar, o zaman da aidiyetlerini bugünkü gibi tanımlıyorlardı, taze sürgün olarak hafızaları canlı idi. Ortak hareket etme kaygısı taşıdılar. (Adigesi, Abhazı, Asetini, Çeçeni ve Dağıstanlısı ile birlikte Çerkes İttihad ve Teavun Cemiyeti’ni 1908’de kurarak örgütlenme çalışmalarına başladılar.) Bugünkünden daha güçsüz oldukları için böyle davrandıkları söylenemez. Koşulların şimdi onların lehine değiştiği (diasporada) hiç söylenemez. 1864 ve 1877-78’lerde kitlesel sürgün yaşayanların diasporada bir arada olup-olmama koşullarını, anavatanda tarihin kırıldığı ve etnikler adına kötü gidişe dur denildiği 1917 de değiştirmemiştir. 


Kısa bir 1917 parantezi açmalı bu noktada:

1917 Ekimi’nde Rusya’ da olan, insanlık açısından güzel bir geleceğin hazırlanmasının başlangıcı idi. İnsanın insanı, ülkenin ülkeyi sömürmediği; hiçbir insana ve hiçbir etniğe ayrıcalığın olmayacağı, her insanın ve her etniğin dilediği kadar özgür olabileceği… bir gelecek hedeflendi. Bu amaçla devasa coğrafyanın birçok köşesinde olduğu gibi Kafkasya’ da da etniklerin kafa sayısına bakılmaksızın yaşamlarını sürdürebilme olanaklarının yaratılması için bir başlangıç yapıldı. Özerk Bölge, Özerk Cumhuriyet vb idari uygulamalarla iyi şeylerin önü açılmaya çalışıldı. Dünyada örneği olmayanı, teoride olanı uygulama çabaları açısından bir çeşit laboratuvar çalışması idi yapılan. Etniklerin kendilerini koruyabilmelerinde, dillerini, kültürlerini yaşatıp bugüne taşıyabilmelerinde o günlerin yadsınamaz önemi vardır. Eleştirel yaklaşımımız olsa da, II. Dünya Savaşı sonrası çılgınlıklar yapılsa da 1917 Ekimi’nin hakkını vermeliyiz. Daha iyisini yapan mı oldu? Atılan adımların gerisi getirilemediği, eksene konulan anlayıştan uzaklaşıldığı, palazlanan bürokrat burjuvazi ile giderek yeni denizlere yelken açıldığı için 1917’ de başlayan ve insanlığa umut olan girişim 1990’larda dağıldı. Zaten yoldan çıkıldığında neler olabileceğini de öngörmüştü 1917 Ekimi. Uygulamalar “Hiçbir etniğe ve hiçbir insana ayrıcalık yoktur” anlayışından yani gerçek demokrasiden uzak düşünce, etnikler adına ciddi kaygılar da gündeme gelmiştir. 


Dünyaya hükmedenler, parçalayarak yutmaya devam ederek büyümeye çalışmaktadır. Avrupa Devletleri birleşerek AB İmparatorluğu kurmaya çalışırken, Çekoslavakya’yı ve Yugoslavya’yı parçalamış ve yutmuştur. Diğer yandan da dünyanın Çin ve Japonya köşesi ben buradayım demekte, SSCB’nin mirasını ise RF yemeye çalışmaktadır. Dünyanın dört bir köşesine dair senaryolar hazırdır ve önem/aciliyet sırasına göre sahneye konulmaktadır. Egemenlik alanları yeniden belirlenmektedir. 

İran-Irak Savaşı (1980), Irak’ın Kuveyt’ e saldırısı (1990), Irak işgali…kendiliğinden ya da o dönem için gelişen olayların hemen sonucu mu olmuştur? Olmakta olanlar; Suriye’nin Lübnan’ da terörü desteklediği savı ile geleceğe yapılan yatırım, aynı şekilde İran üzerindeki çalışmalar yıllar öncesinin senaryolarının sonuçlarıdır. Siyasette hiçbir şey tesadüfen olmaz, öyle planlandığı için olur. 

Abhazya’nın işgali (1982), Çeçenya Savaşı (1984) da senaryoların sonucudur. Şimdi Abhazya’daki terör olayları/provakasyonlar, Adıgey’in statüsünün düşürülmesi için girişimler, Kabardey-Balkar’ın başkenti Nalçik’teki olaylar yeni senaryoların sahneye konulacağının göstergesidir. Bizim senaryolarımız değildir hiç birisi. Halkların yararına, çıkarına hiçbir şey yoktur bu senaryolarda. 

Küçük halklar, küçük coğrafyalar; egemen olana başkaldırarak yitip gitmek; başkaldırmadan sistemin içinde uzun süreçte yitip gitmek; sistemin kendisine verdiği ile yetinmeden olması gerekeni talep etmek ve bunu geniş muhalefet cephesi ile birlikte yapmak, …. seçenekleri arasında sıkışıp kalmış görünmektedir. Devasa imparatorluklarda egemen kimlikler diğerlerini/ötekileri kendilerinden olmaya zorlayacak yol ve yöntemleri geçmişten bugüne üretip durmaktadır. Direnmek (bunu var kalabilmek olarak okumalı) zordur. Tek başına direnmek daha da zordur. Egemen olan zaten tek başına olanları sever. Tek başına kalmayı sağlamak için ödüllendirir de, diğerlerinden/ötekilerden ayrı/ayrıcalıklı davranıyor gibi gösterir. Mavi boncuk dağıtır. Sorunlar kapalı kapılar arkasında halledilir gibi gösterilir; her tekil cumhuriyetin başkanı, büyük başkanla yemek yer içki içerken alttan girer üstten çıkar x sorununu çözer, arkadaşıdır zaten büyük başkan, gerek yoktur öyle talepkar çıkışlara. Böylece iç dinamikler yolculuğa gönderilir, uzun bir yolculuğa, bir gün bakılır ki 

Dayılanmaca olmadan bir şekilde ayakta durmanın, adam gibi var olmanın reçetesini, sıkışıp kalanlarla birlikte, sıkıştıranlardan olan ama kendilerini onlara ait görmeyen, başka bir dünyayı isteyenler oluşturacaktır. Sıkışanların içinde sıkıştıranlara destek olarak kendi (bencil) sıkışmışlığını aşan ve aidiyeti ile ilgili kaygı duymayanlar (mavi boncuk sevenler) ise her daim var ola gelmiştir. 

Bu koşullarda kimlik aidiyetinin bilimsel temelde bilgilendirme çalışmaları önünde saygıyla eğiliyorum ve dünyanın bütün sıkışanları ile kendimi aynı etnik aidiyette tanımlayıp onlarla birlikte senaryo yazmayı ve rolümü oynamayı istiyorum. 


 “Biz”; BAĞIMSIZLIK – DEMOKRASİ – ÖZGÜRLÜK – BİRLİK isteyenleriz. 

 “Biz” çağımızı temsil ediyoruz. Bugünü kuracak ve geleceğe teslim edeceğiz. Başka bir deyimle bugünü emanet aldığımız geleceğe “yolun açık olsun” diyeceğiz. İnsanlık tarihini, tarihimizi bileceğiz. Gerekli dersleri çıkaracağız. Ama ön yargısız oluşturacağız bugünü. 

Bizi biz olarak yukarıdaki gibi tanımladıktan sonra sıra etnik aidiyetin adını koymaya gelince; yerelden evrensele – evrenselden yerele “biz” diyenler bir ad bulurlar kendilerine. Ve bu ad ifadesini her zaman “biz” de bulur. Koşulsuz kabulümdür bu “biz”. 

Nasıl yaşamak istediklerine karar verecek etnikler bir arada olmanın, birlikte davranmanın gerekliliğini ve zorunluluğunu kavramada zorluk çekmezler zaten. Ortak noktaları o kadar çoktur ki. 

BİZ İSTERİZ; 

-İnsanca yaşamak, 

-Özgür olmak, 

-Eşit olmak, 

-Birlikte üretmek ve paylaşmak, zenginliklerden eşitçe yararlanmak, 

(..) 

BİZ İSTEMEYİZ; 

-Hiçbir yerde savaş ve çatışma, 

-Sakat, yetim ve de işsizler ordusu, 

-Senaryoların figüranı olmayı, 


BİZ; kendi senaryomuzu yazıyoruz. Orada başrol oynayacağız, yöneteceğiz, izleyeceğiz. Gülecek, ağlayacak, düşünecek .. insan olmanın , insanca yaşamanın hazzını duyacağız. Kendimizle, çevremizle, dünyamızla barışık olacağız. 

Mağdur olanız biz şimdiki yaşamda ve eşit yaşamda fırsatı ele geçirip mağdur eden olmayı planlamayız. Planlayanlar varsa onlar “biz” in içinde yoktur zaten. 

Etnikliğin siyaseti noktasında “biz”in tanımı kimlik aidiyetinin dışında aranmalı, dünyaya bakışta aranmalı, böyle tanımlanmalı “biz”. Aykırı bakmayanların aidiyet kavgası yapmayacaklarının bilincinde olarak bir arada yaşanabilirler olarak tanımlanacakları için sorun yoktur. Birilerinin egemen milliyet anlayışını ön plana çıkararak “öteki” oluşturmasına, başka “ötekiler” oluşturarak katkı sunmanın bilimsel açıklaması yoktur. 

Dünyaya güzellik katan etniklerin her biri hakkında, özelde konuyla ilgili araştırma yapanların yani işi bu konu olanların dahi ansiklopedik bir bilgi aktarır gibi bir şeyler söylemesi beklenmemeli, kolay değildir onca etniği tanımak/tanımlamak. Etnikler hakkında bilimsel bazda araştırmaların halen yapılıyor olması, konuyla ilgili bilgi açığındandır. Doğru bilgi edinme hakkımızı bu konuda da savunur ve isteriz ki etnikler hakkında aktarılan bilgi “ Bir zamanlar… halkı vardı,….bölgesinde yaşardı” diye başlamasın. Bir arada yaşayan her etnik diğerine de sahip çıkarak, birbirine tutunarak yaşasın. Güzellikleri paylaşsın. Herkese yetecek kadar var dünyada. Tüketen toplum oluşturan kapitalizmin bütün tahribatına karşın dünyanın hala şansının olması sevindiricidir. 

 

Sayı : 2006 03 

Önceki İçerikÇerkesler; Biz Kimiz?
Sonraki İçerikCemiyet Haberleri Nisan 2006
Yaşar Güven
1958’de, Düzce Köprübaşı Ömer Efendi Köyü’nde doğdu. 1980 yılında İTÜ Gemi İnşaat ve Deniz Bilimleri Fakültesi’nden mezun oldu. Üyesi olduğu Gemi Mühendisleri Odası’nın (GMO) 50. yıl ve İstanbul Kafkas Kültür Derneği’nin (İKKD) 60. yıl Andaç çalışmalarının editörlüğünü yaptı. Her iki kurumun yönetim kurullarında görev aldı. Kurucusu olduğu firmada iş yaşamı devam ediyor. 2005 yılı aralık ayında yayın hayatına başlayan Jıneps gazetesinin kurulduğu tarihten itibaren yayın kurulu üyesi.