Dünya Çerkes Birliği VII. Genel Kurulu’ndan Birkaç Not

0
955

6-7 Mayıs 2006 günleri “Dünya Çerkes Birliği VII. Kongresi” İstanbul’da yapıldı. Kongre delegeleri çeşitli ülke, bölge ve kentlerden gelmiş olmakla beraber, bir Kabartay delege çoğunluğu vardı. Kabartaylar’ın ulusal sorunlara ilgisinin bu denli artmış olması sevindiriciydi. Ama bir Kabartay delegenin Kongre kararları arasına “Rusya’ya ebedi bir bağlılığı” savunan ve Rusya Federasyonu Anayasası’nın üye cumhuriyetlere tanıdığı “egemenlik” hakkının bir tür iptali anlamını taşıyan bir maddenin konulmasını istemesi, soğuk duş etkisi yaratmış ve ancak İstanbul’dan katılan delege Cengiz Gül’ün çabalarıyla bu öneri engellenebilmişti. Kongre’ye Kafkas bölgeleri (Abhazya, Şapsığya, Adıgey, Çerkes ve Kabartay) dışında Türkiye, Suriye, Ürdün, ABD, AB ve İsrail’den gelme delegeler de katılmışlardır. 

Kongre, “Çerkeslere Kafkasya’ya dönüş hakkı verilmesi” için Rusya Devlet Başkanı Putin’e ve diğer Rus yetkililere bir kez daha başvurulması kararını aldı. Rus makamları, geçmişte, 1864 yılı ve sonrasında, Çerkesler’e karşı uyguladıkları saldırgan politikalarını, özellikle Adıge ve Abazalar’ı kapsamak üzere Çerkesya halkını yurdundan dışarıya, Osmanlı topraklarına sürmeleri ile ilgili gerçekleri sanki “olmamış şeylermiş” gibisine geçiştirmekte; ama bir yandan da bu durumu hala Rusya kamuoyundan gizlemeye çalışmaktadırlar. Dürüst bir tutum değil. Bunu, Adıgey Cumhuriyeti Anayasası’nda yer alan ve 1864 kurbanı Çerkesler’in torunlarının ata yurduna dönüş hakkının tanındığına ilişkin bir maddeyi, üst baskılar yoluyla kaldırtma çabalarından da anlayabiliyoruz. 

Bu da Rus liderlerin, uygar ve barışçı bir toplum olan Çerkesler’e hala güven duymadıklarını ve hala eskimiş–çağdışı bir milliyetçi anlayışa takılı kaldıklarını ve Çerkesler’i bir tehlike imiş gibi gördüklerini belli etmektedir. Bunu, yerel düzlemde, Krasnodar Krayı (il) yöneticilerinin Adıgeler’e karşı dışlayıcı, Adıgey yönetimini etkisizleştirici, hatta yok etme içerikli tutumlarından ve özellikle Karadeniz kıyısındaki küçücük yerli Şapsığ toplumuna yönelik baskılayıcı politikalarından da anlamaktayız. Şapsığlar’ın 1945 öncesinde, 1924-45 yılları arasında özerk bir yönetimleri vardı, ama Stalin döneminde bu özerkliğe son verilerek Şapsığlar cezalandırılmıştı. 

Rus yöneticiler, Şapsığlar’ın kendi öz topraklarında yeniden özerklik için 1990 yılında yaptıkları başvurularını, “Şapsığlar yöre nüfusunun % 4-5’i kadarıdır, azdırlar. Onlara özerklik verirsek, aynı yerde yaşayan ve sayıları Şapsığlar’dan fazla olan Rus, Ermeni ve Rumlar ne demez” diyerek, Krasnodar valisi Diyakonov’un ağzından, bu isteği geri çevirmişlerdi. Oysa çağdaş demokratik anlayış böyle değildir. Sözgelişi, ABD’nin 50. eyaleti olan Hawaii Adaları’nın yaklaşık 1,3 milyon nüfusu içinde Hawaii yerlileri % 1,5 gibi son derece küçük bir nüfustur. Japon, Çinli ve Filipinli nüfus ise, adalar toplam nüfusunun büyük çoğunluğudur. Böyle olduğu halde, Hawaii’de İngilizce’nin yanı sıra sadece Hawaii yerli dili ikinci resmi dil olarak kabul edilmiştir. Japon, Çinli, Filipinli nüfus ve diğerleri bu oluşuma “hiçbir şey dememişlerdir”. Çünkü onlar, tıpkı Şapsığya’daki Rus, Ermeni ve Rumlar gibi, yakın zamanlarda dışarıdan gelip Hawaii’ye yerleşmiş göçmenler olup, kendi ayrı ana yurtları vardır. Şapsığlar ise, göçmen değil, o bölgenin- o bölgeye özgü özellikler taşıyan- yerlileridirler. 

Bir örnek daha: Yeni Zelanda nüfusunun yaklaşık % 3 kadarı (100-150 bin kişi) Maori yerli dilini konuşur ve İngilizce ile birlikte Maorice de 1987’den beri devletin ikinci resmi dilidir. Çağımızda artık böylesine ileri demokratik örnekler oluşmaya başlamıştır ve bu örnekler giderek çoğalmaktadır. Az olmak, özellikle sürülmüş ve etnik kırıma uğratılmış Şapsığlar için, öne sürülecek haklı bir gerekçe olamaz. Ki, aslında Şapsığlar az değildir; Türkiye’deki en büyük diaspora da Şapsığlar’ınkidir. 

Şapsığlar’ın bu çok yerinde ve haklı olan yeniden özerklik taleplerini alaya alan Krasnodar’ın “sömürgeci zihniyetli kurnaz” eski valisi Diyakonov gibileri acaba bu tür oluşumlardan haberdar mıdırlar?.. 

Söz konusu Çerkes Kongresi bu tür çağdaş demokratik örnekleri ele alıp geliştireceğine, kitleleri bu doğrultuda örgütleyip bilinçlendireceğine, maddi imkansızlıklardan yakınmış, Diyakonov’lu Rus yönetimlerinden “çözüm” beklemiş, “Çerkeslere Kafkasya’ya dönüş, çifte vatandaşlık hakkı ve pasaport verilmesi” gibi aslında sıradan ve şimdiye değin çoktan gerçekleşmiş olması gereken bazı demokratik taleplerde bulunmakla yetinmiştir. Ne yazıktır ki, bu tür sonuçsuz talepler 40 yıldır bireysel ve örgütsel düzeylerde tekrarlanıp durmakta, böylece kitleler oyalanmakta ve pasifize edilmektedir. Rusya ise, bütün bu talepleri duymazlıktan gelmektedir. Rusya, sadece etnik Rusların devleti değil de, bir federasyon ise, federasyonun “egemen ortakları” olan Çerkesler’e ve onların diasporadaki soydaşlarına karşı duyulan bu güvensizlik nedendir? Onlara da eşitçe politikalar uygulanması gerekmez mi?… Bu ayırımcı politika Rus diasporasına da uygulanıyor mu?… 

En başta demokratik bir Rusya’nın yapacağı şey, Türkiye’nin Rusya yurttaşlarına sınırlarını vizesiz açması gibi, Rusya’nın da vizesiz kendi sınırlarını açması ve Çerkesler’in önüne Ruslarınkinden farklı engeller koymamasıdır. Eşitlik ve ortaklık bunu gerektirir. Rusya’nın bundan zarar göreceğini düşünmek, kuşkusuz, güvensizlik ve haksızlıktır. Ayrıca öyle sanıldığı gibi, Türkiye’den Rusya’ya doğru bir Çerkes akışı olacağı “korkusu” da gerçekçi bir görüş olamaz. Keşke olsa, Rusya Federasyonu bu yolla çok çalışkan; ırkçı ve ayırımcı olmayan kaliteli bir hazır nüfus kazanmış olurdu. Öyle anlaşılıyor ki, çoğu Rus yöneticilerin ufku dardır, laik bir toplum hoşgörüsüne sahip olan Adıgeleri, haksız olarak, belki de radikal dinci terörist gruplarla karıştırmakta, milliyetçi bağlamda da, özellikle etnik konularda Türk meslektaşlarıyla adeta yarışmaktadır. Ve bu gerçekler herkesçe iyi bilinmelidir… 

Ama her şeye rağmen Rusya Federasyonu’nda demokrasiyi ve insan haklarını savunan güçler de vardır. Onlarla birlikte hareket edilmesi, özerk cumhuriyet ve federe bölgelerde demokrasinin geliştirilmesi, halkların eğitilmesi, yönetimlerin kirli kadrolardan arındırılması gibi görevler önde durmaktadır. Bunlar uzun soluklu işlerdendir, kolay değildir. Ama başkaca bir çıkar yol da yoktur. Demokratik bir Rusya ise, bu tür sorunları çözebilecektir. 

Kongrede bazı delegelerle özel olarak sohbet etmemiz de mümkün oldu. Bunlardan biri olan Adıgey Cumhuriyeti’nden gelen Adnan Huade’nin sorularımıza verdiği yanıtları şöyle özetleyebiliriz: “Kurulduğu 1991 yılından bu yana Cumhuriyetimizde olumlu gelişmeler oldu, eğitimde ilerlemeler kaydedildi, sanayileşme, köyden kente göç ve modernleşme hızlandı. Bu arada Maykop kent nüfusu içinde Adıge nüfus gözle görülür bir ölçüde arttı ve artık her yerde Adıgeler’le karşılaşabiliyorsun. Arabalarımızı da gece sokağa park edebiliyoruz. Ama küçük çaplı ev ve hayvan hırsızlıkları maalesef önlenemiyor. Adıge polisi, eğitim ve donanım yönünden güçlendikçe bunlar da azalacaktır. 1989-2002 yılları arasında dışarıdan gelen 135 bin kişinin Adıgey topraklarına yerleşmiş ve l24 bin kadarının da ayrılmış olması, yani bu nüfus sirkülasyonu, Ruslarla ilgili olup, ekonomik ve sosyal nedenlere dayanıyor. Giden nüfus çalışmak için başka yerlere gidiyor. Örneğin güneydeki, çoğunlukla Rus nüfuslu olan, dağlık Maykopskiy rayonunda tarım toprağı az. Eski kolhoz desteklemesi, yani devlet sübvansiyonu da sona erdiğinden, işsiz kalan genç nüfus büyük sanayi kentlerine göç ediyor. Bunlar normal şeylerdir. Gelenler ise, daha çok, Rus emeklilerinden oluşuyor. Bu yaşlı kişiler gidenlerin konutlarına yerleşen sıradan insanlardır. Gelenlerin Adıgeler’e karşı olmaları için bir neden ya da bunların bizimle bir alıp veremedikleri yoktur. Adıgey Cumhuriyeti’nin dağıtılıp topraklarının Krasnodar Krayı’na verilmesi planları vardır. Ama bunu Adıge nüfusun kabul etmesi, Rus olmayan bölgelerin bunu hoş karşılaması ve bizdeki Rus nüfusun da Adıgeler’le yüzyıldan beri sürdürdüğü barış ve huzuru, sırf böylesine milliyetçi tutkularla bozmayı göze alması, pek olacak şey değildir. Ama koyu Rus milliyetçisi olan Rus idareci ve memur sayısı, demokratik ülkeler ölçeğine göre, Rusya’da hayli fazlaca olup maalesef bunlar frenlenmemektedir. Sorunlar, eskiye, yani eski “haşmetli” imparatorluk dönemi günlerine özlem duyan bu tür kendini bilmez insanlardan, yani dünya gerçeklerinden habersiz bazı aşırı kişilerden ve onların politikalarından kaynaklanıyor. Bunlar, kuzeyde, Sibirya taraflarında bazı yerli halkların özerk okruglarını (küçük il) dağıtmaya yeltendiler, ama hiç beklemedikleri çok sert tepkilerle karşılaşıp, şimdilik de olsa, geri çekilmek zorunda kaldılar.    

Bu arada, tepeden bakmayan, aklı başında, tutarlı, dürüst ve demokrat Rus aydınlarının henüz tükenmemiş olduğunu  söylememiz de gerekiyor…” 

Karadeniz kıyısı Şapsığları’nın toplum parlamentosu “Adıge Khase” Başkanı Mecit Çaçuh da özetle şunları söyledi: ”1945’te elimizden alınan özerkliğimiz, nüfus azlığımız gerekçe gösterilerek geri verilmedi. Ama Aralık 1999’da “Şapsığ milliyeti” olarak resmen tanındık ve bazı haklarımıza kavuştuk. Daha önceleri yok sayılıyorduk. Biz toplam 14 köyde yaklaşık 12 bin kişiyiz. Bu 14 köyümüz dışındaki bazı köylerde ve bölgemiz kentlerinde küçük topluluklar biçiminde azınlıkta kalan Şapsığlar da var. Ana kitle olarak Şapsığya’da, yani Krasnodar Krayı’nın Soçi anakent (metropolitan) alanı ile Tuapse rayonunda yaşıyoruz. Adıge Khase merkezimiz de, Soçi anakent alanının güzel bir kıyı beldesi olan Psışuape (Lazarevsk)’dedir. Bölgemizde Adıge Üniversitesi’nin 6 fakültesi faaliyette, birinde Adıgece anadili dersini okutan öğretmenlerimizin yetiştirildiği bir bölüm bulunuyor. Şapsığ okullarında sınıf başına hafada 2 saat Adıgece dersi okutuluyor. Adıgece dersi öğretmenlerinin, ayrıca parlamento merkezimiz Psışuape’deki (Псышlуапэ) “Şapsığ Müzesi” çalışanlarının ve benzerlerinin aylıkları devletçe ödeniyor. Krasnodar parlamentosunda, istememize rağmen toplumumuza bir temsil hakkı verilmedi. Rusya Federasyonu’nda bizim gibi bölgesel özerkliği bulunmayan, ama öz toprağında yaşayan ve devletçe koruma altına alınmış 60 kadar küçük yerli etnik topluluk vardır. Bunlar devletçe tanınmış resmi milliyetler oldukları için, Federal ve yerel bütçelerden, bunların her biri için birer kalem (para) ayrılıyor. Bu 60 küçük halktan biri olan biz Şapsığlar’a da Federasyon ve Krasnodar bütçelerinden birer kalem ayrılıyor. Radyo ve televizyon yayını için girişimlerimiz ve test yayınlarımız oldu. Ama biz Şapsığlar’a tahsis edilen para çok yetersiz olduğundan (yılda yaklaşık 80 bin dolar -C.Y.) devamını getiremedik. 

 “Şapsığya” adlı Rusça-Adıgece bir gazete yayınlıyoruz, başlarda devlet yardımı gördük, ama yazılarımız hoşa gitmemiş olacak ki, para yardımı kesildi. Yayın alanında kendi yağımızla kavruluyoruz. Bölgemiz Şapsığya bir yeryüzü cenneti, Soçi (S’eç=шъэч) anakent merkezimiz başta olmak üzere bölgemizde yoğun bir inşaat ve yerleşim faaliyeti var. Bu yerler atalarınızın toprakları. Gelip güzel Soçi’ye yerleşmenizi ve varlığımıza güç katmanızı bekliyoruz…” 

Ünlü şair ve yazar İshak Meşbaş da Kongre’de özetle şunları söyledi: ”Bütün dünyada Adıgeler’den daha barışçı bir insan topluluğunun bulunduğunu sanmıyorum. Biz tarih boyunca kimseye saldırmadık. Başkaları topraklarımıza göz koyup hep bize saldırdı. Çoğumuzu ülkemizden ve canından etti. Varlığımızı ve topraklarımızı eskiden olduğu gibi kılıçla değil, bilgiyle ve ekonomik anlamda güçlenmekle koruyabiliriz. Biz kendi kendimizi korumazsak, başkaları bizi hiç korumaz ve düşünmez. Bir atasözümüz var: ‘P’e dağeme pşha şıfej’, yani ‘Elin yağlıysa başına sür’ diyen. Biz her bulunduğumuz yerde sadık ve uysal vatandaşlar olmakla övünüyoruz. Bu arada kullanıldığımızı, sonra da iteklenerek ve aşağılanarak bir kenara atıldığımızı hiç düşünmüyoruz. Bir Adıge atasözü daha: ‘Ziku vızisım yıvered kao’, yani ‘Kimin arabasına binersen onun türküsünü söyle’. Başkalarının türküsünü söylemekle hiçbir yere varamayız, kendi sorunlarımızı kendi gücümüzle kendimiz çözümlemeliyiz…” 

Sayı: 2006 06