Ağaçlarımız yanıyor, arılarımız, kuşlarımız, seslerini dinlerken huzur bulduğumuz ağustos böceklerimiz, kaplumbağalarımız, yılanlarımız, tarla farelerimiz, hepsi yanıyor. Yaşam alanımız yanıyor. Bütün renklerimiz, bütün seslerimiz yanıyor. Heryer, herkes susuyor, her şey rengini yitiriyor.
Dört bir yanımız yangın…
İnsanlık yanıyor. Ortadoğu’da yangın büyüyor. İçimize yayılıyor. Bir kez daha “Mehmetçik nöbete!” deniyor. Kimse “Mehmetçik”e sormuyor; “Ölmek istiyor musun?” diye. “Mehmetçik” de kendine sormuyor; “Niye hep benim ölmem gerekiyor?” diye. Ya da “Niye, ABD istiyor, ben ölüyorum?” diye. Yıllardır çocuklarının cesetlerini anlı şanlı törenlerle teslim alan anneler babalar da sormuyor; “Niye hep bizim çocuklarımız? ” diye..
Dört bir yanımız yangın…
Kadınlar yanıyor, çocuklar yanıyor. Meryem’e öz be öz annesinin, ağabeyinin gözü önünde aylarca işkence yapılıyor, en mahrem yerleri dağlanıyor, bütün kemikleri eziliyor, tırnakları sökülüyor. Annesi susuyor, ağabeyi susuyor, komşuları susuyor. İşkenceci patron konuşuyor: “O…pu olacaktı!” Bu kelime yetiyor herkesi susturmaya, suça ortak etmeye. Ama patronun işkence yaparken en mahrem yerlerine dokunmasına sesi çıkmıyor aynı “namus” düşkünü ailenin.
“Patron” şiddet öyküsünün “kilit” tanımı. Kocalar, babalar, ağabeyler, kayınbiraderler, kayınbabalar, dayılar, amcalar da kadına yönelttikleri şiddetle, kadınlara “patron biziz”i öğretmeye çalışmıyor mu? Şiddet, kadın üzerinde kontrol kurmanın en temel aracı değil mi? Kadının birey olduğunu reddedip, bedeniyle de beyniyle de “bizim malımızdır” diyen zihniyetin en temel güç gösterme aracı değil mi şiddet?
Daha doğar doğmaz, kız çocuklarına biçilen rolle başlamıyor mu? Ve bütün o, “kutsal ana”, “kıymetli eş” kavramlarının nasıl bir ikiyüzlülükle, şiddet gerekçesine dönüştüğünü fark etmiyor mu kadınlar? Elbette bunların yanıtını en iyi bilen kadınlar. Ama susuyor, susturuluyorlar. İşkence görüyor, öldürülüyor ya da esir hayatı sürdürüyorlar.
Dört bir yanımız yangın…
Patlayan bombalarla, silahlarla barış umutlarımız lime lime edilirken karşıladık,1 Eylül Dünya Barış Günü’nü. 12 Eylül’ü ise, küllenmiş yangınlarla karşılıyoruz. Düşünce ve ifade özgürlüğümüzü, demokratik, siyasi ve ekonomik taleplerimizi, dil, din, inanç, cinsiyet ayrımcılığına karşı eşitlik isteğimizi giderek kısan yasa ve kurumlarıyla hâlâ varlığını sürdüren 12 Eylül düzenini değiştiremeden. Hayatımızı kuşatan “emir-komuta zinciri”ni hâlâ kıramadan!
Dört bir yanımız yangın… Bir şey yapmalı!
Sayı: 2006 09