5 Kasım 1977’ de Ankara’da, dernekten çıkıp durakta bekleyenlerin kurşunlanması olayı sonucu ölen Tsey Mahmut Özden’i anıyor ve o gün yapılan saldırıyı bir kez daha kınıyoruz.
O yıllardaki adıyla ‘Ankara Kuzey Kafkasya Halk Kültür Derneği’ nin Gençlik Kolu Aylık Haber Bülteni olan ‘NARTLARIN SESİ’ nde, 5 Kasım 1978 tarihinde yayınlanan, açılan dava sonucu bültenin sahibi ve sorumlu yönetmeni Mehmet Uzun’un yaklaşık 1 yıl ceza almasına neden olan yazıyı kısaltarak yayınlıyoruz.
(..)
TSEY MAHMUT ÖZDEN arkadaşımızın ölümü, dört arkadaşımızın çeşitli yerlerinden yaralanmasıyla sonuçlanan 5 Kasım 1977 saldırısı, gerçek yüzüyle ve gerektiği gibi yansıtılmadığından değişik yorumlara, çeşitli polemiklere konu edildi. Bu kasıtlı polemiklerin giderilmesi, halkımızın ve kamuoyunun konu ile ilgili olarak daha sağlıklı ve doğru bir değerlendirme olanağı bulabilmesi bakımından bu iğrenç saldırıyı, yıldönümünde yayın hayatına giren elinizdeki küçük gazete çerçevesinde yeniden ele alıyoruz.
5 Kasım 1977 saldırısı özünde, demokratik ulusal uyanışımıza ve halkımızın ulusal varlığına yöneltilmiş insanlık dışı bir saldırıdır.
Saldırının gerçek yüzünü kolayca görebilmek için halkımızın yakın tarihsel geçmişini kısaca gözden geçirmek ve 5 Kasım 1977 gününe getirmek gerekiyor. Zira bu saldırı halkımızın üzerinde oynanan oyunlardan ayrı değildir.
Bilindiği gibi Kuzey Kafkasya’nın yerli (otokton) halklarından olan Çerkesler, Rus çarlığı ile Osmanlı İmparatorluğunun birlikte tezgahladıkları politik tuzaklar, kolonyalist (yayılmacı) baskılar, hile ve aldatmacalar sonucu anayurtlarından koparılıp uzaklaştırılmışlar ve devrin Osmanlı topraklarında muhaceret yaşamına itilmişlerdir.
Bu durum, Çerkes toplumunun günümüzdeki genel ulusal sorunlarının ilk temel nedeni olmaktadır. İslam dinini henüz yeni kabul etmiş olmaktan doğan taze heyecanın, halkın temiz inançlarının istismarı, pşı-work gibi feodal beylerin kölelik düzenini sürdürme istek ve umutlarından kaynaklanan çıkarcı ve işbirlikçi ilişkileri gibi etkenlerle daha da kolaylaşan söz konusu politik tuzaklarla anayurdundan uzaklaştırılan Çerkes toplumu Osmanlı İmparatorluğu tarafından, İmaparatorluk çıkarlarına ve yayılma emellerine uygun biçimde dağınık olarak yerleştirilmiştir.
Bu dağınık yerleştirme olgusu, Çerkesler’den hem savaşkan askeri güç, hem de üretken tarımsal güç olarak yararlanmayı, ayrıca Çerkes toplumunun doğal ulusal direnişini kırıp onları sessizce ve kesin olarak yok etmeyi (asimilasyonu) amaçlayan, kasıtlı asimilasyon politikasının bir sonucu ve ürünüdür.
Cumhuriyet döneminde başka yöntem ve önlemlerle etkinleştirilip yükseltilmiş olan bu eritme (asimilasyon) politikası, özellikle dağınık yerleştirme işlemi tüm asimilasyon uygulamalarının ilk ve ana kaynağı olarak Türkiye ve Ortadoğu Çerkesleri’nin bugünkü ulusal sorunlarının ikinci temel nedeni olmaktadır.
(..)
Kurtuluş Savaşı yıllarında, hatta Cumhuriyetin kurtuluş günlerinde bile bu ülkede Çerkes halkının varlığı ve ulusal haklarına saygı gösterileceği bizat Musatafa Kemal tarafından açıkça kabul ve ifade edilmiştir. Ne var ki, Kurtuluş Savaşı sonlarında Cumhuriyetle birlikte daha az masrafla daha çok kar etmek isteyen yeni bir ekonomik sınıfın güçlenerek devleti ele geçirmesi sonucu tek dilin konuşulduğu tek uluslu bir ülke yaratmak amacıyla Türkçe dışındaki dillerin yok edilmesi, Türkten başka ulus ve ulusal azınlıkların eritilip Türkleştirilmesi politikasına özel bir önem verilmeye başalanmıştır. Bu dönemde tarihsel ve bilimsel olarak etnik (Ulusal) kökeni ne olursa olsun Türkiye Cumhuriyetine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk sayılmış, bu arada Çerkesler de – bilimsel ve tarihsel açıdan olmamakla birlikte – siyasal açıdan Türk sayılmıştır.
(..)
5 Kasım 1977 saldırısına bu açıdan bakmak gerekir. Zira bu saldırı, yüzyıl boyunca halkımıza uygulanan yasal ve yasa dışı eritme (asimilasyon) yöntemlerinden soyutlanamaz. Saldırının gerçek yüzünü derneklerimizin gelişiminde daha somut olarak görebiliriz.
Bunca asimilasyoncu uygulamalara, ulusal baskılara, herşeye rağmen bir türlü yok edilemeyen, nice kayıplar vermiş olmasına rağmen hala dilini, geleneklerini, kimi ulusal değerlerini koruyabilmiş olan Çerkes halkı, 1961 anayasasının getirdiği sınırlı demokratik haklardan yararlanarak kültür dernekleri biçiminde örgütlenmeye başlamıştır. Çerkes toplumu ulusal değerlerinin ve varlığının yok edilmesine karşı direnmekte, artık bu değeri yok etmemek, yok olmamak için çareler aramakta, ulusal varlığını daha da geliştirerek sürdürmek istemektedir.
Bu arayış ve istemin ürünü olarak T.C yasalarına göre kurulmuş olan ve başlangıçta halkımızın büyük ilgisini çeken bu dernekler, üzülerek belirtelim ki, uzun yıllar gerçek amacından uzaklaştırılarak pasifize edilmiştir. Bu dernekler 1975’lere değin hali vakti yerinde olan nüfuslu kişilerin, az-çok rahat yaşama olanağı bulabildiklerinden ulusal talepleri azalan ya da bu ulusal talepler için kimi fedakarlıkları göze alamayan yöneticilerin elinde, eğlence içerikli folklorik çalışmalar dışında amaca yönelik ciddi bir faliyet gösterememişlerdir. Dernekler genel olarak halktan, halkın ulusal ve toplumsal sorunlarından uzaklaştırıldıkça halkın başlangıçta gösterdiği büyük ilgi giderek azalmış ve dernekler güçsüzleştirilmiştir.
1975’lere doğru, dünya ve genelindeki demokratik gelişmelerin de etkisiyle derneklerde yurtsever demokrat unsurlar çoğalmaya ve güçlenmeye başlamışlardır. Böylece derneklerimizde folklor çalışmalarının yanısıra, toplumsal sorunlarımızın kavranmasına, bu sorunların çözümü için mevcut yasaların tanıdığı demokratik halkların öğrenilip kullanılmasına, çağdaş anlamda gelişmeye açık bir ulusal kültür birikiminin ortaya çıkarılmasına katkıda bulunabilecek kültürel ve eğitsel çalışmalara yönelinmiştir. Kısa sürede anlaşılmıştır ki Çerkes toplumunun sorunları derneklerimizin birbirinden kopuk bireysel cılız çabalarıyla çözümlenemeyecektir. Bir yanda derneklerde demokratik işleyiş gerçekleştirilirken bir yandan da hiç değilse demokratikleşme sürecinde derneklerimizin bir araya gelerek, sorunlarını, önerilerini tartışmaları ve belli ilkeler çerçevesinde birleşmeleri sağlanmalıdır. Bu amaçla yapılan dernekler arası toplantılar pek düzenli ve verimli geçmemişse de gelecek için umut verici yararlı deneyimler oluşturmuştur.
5 Kasım 1977 saldırısı bu tarihe gelişi güzel rastlamış değil, tersine maksatlı bilinçli bir seçim sonucu rastlatılmıştır.
5 Kasım 1977 günü Türkiye’deki Kafkas Kültür Dernekleri temsilcileri, sorunlarımızın daha ciddi ve tutarlı bir ortak yaklaşım sağlayabilmek için görüşlerini belirtmek, işbirliği olanaklarını gözden geçirmek üzere bir araya gelmişlerdi.
(..)
Saldırı Nasıl Yapıldı?
Halkımızın ulusal sorunlarının daha riskli ve daha kararlı biçimde, bilimsel yöntemlerle ele alınmaya başlandığı umut verici somut bir aşamayı simgeleyen dernekler arası 5 Kasım 1977 toplantısının I. bölümü saat 21.30 da sona ermişti.
Daha sonra, ertesi gün askere gidecek olan bir arkadaşımız için dernekte küçük bir eğlence yapıldı. Geleneklerimize uygun bir düğün şeklindeki bu eğlence de saat 23.00 de bitmişti. Herkes yavaş yavaş evine dönmek üzere hazırlanıyor, arkadaşlarına veda ediyor ve yola koyuluyordu. Saat 23.30 sıralarında Emek mahallesi, 8.cadde üzerindeki 6.durağa ulaşan kızlı erkekli ilk grup, koyu (kimilerine göre koyu yeşil) renkli bir jeepin son durağa doğru yavaş yavaş ilerlediğini gördü. Jeep o kadar yavaş ilerliyor ve çevresine bakınıyordu ki arkadaşlarımızdan “acaba birilerimizi eve götürecek tanıdık biri mi?” diye düşünenler bile olmuştu. Jeep biraz ilerideki benzin istasyonuna saptı. Bu arada otobüs durağındaki kalabalık da artıyordu. Kısa bir süre sonra jeep benzin istasyonundan çıktı ve hızlanarak otobüs durağına doğru ilerledi. Otobüs durağı jeepin sağında kalıyordu. Tam otobüs durağına ulaştığında jeepin ön kapısı hafifçe açıldı ve içinden siyah giysili (birçoğuna göre meşin ceketli) bir kol uzandı ve otobüs durağında bekleyen kızlı erkekli kalabalığın ayaklarını son derece ustaca taradı. 14 el ateş etti. Mermilerin her biri kaldırımın hemen üst kenarını yalamıştı.
Silah sesi duyulur duyulmaz Tsey Mahmut arkadaşımız “yatın” diye bağırarak kendini yere attı. Kurşun tam bu sırada isabet etti. Tsey Mahmut arkadaşımız ağır olmak üzere beş arkadaşımız değişik yerlerinden yaralanmıştı.
Jeep hızını arttırarak uzaklaşıyordu. Yaralılar ve yere yatmış arkadaşlarımız henüz doğrulmamışlardı ki jeepin gittiği yönden bir polis minibüsü çıka geldi. Polis minibüsü o kadar çabuk geldi ki saldırgan katil jeepi görmemiş olmasına, silah seslerini duymamış olmasına imkan yoktu. Buna rağmen polis, jeepi takip edeceğine, başka polis ekiplerine telsizle haber vereceğine sadece arkadaşlarımızın üzerini aramakla yetindi. Görgü tanıkları olarak kimi arkadaşlarımızı karakola götürmek üzere minibüse alırken kapıda polis “jeepi tesbit ettiklerini” söylüyordu. Arkadaşlarımız yolda minibüsün telsizinden “jeepi yakaladık, tamam” diyen birilerini de duymuştu. Daha sonra yakalandığından söz edilen jeep arkadaşlarımıza gösterildi. Bu, o akşam kendilerine ateş edilen jeep değildi kesinlikle. MTA’ nın açık renkli bir hizmet jeepiydi.
Böylece saldırganlar bir bakıma polislerin de yardımıyla izlerini kaybettirmiş, amaçlarına ulaşmış oluyorlardı. Durum, o günün içişleri bakanına, güvenlik ilgililerine intikal ettirilmişti. Aradan bir yıl geçmiş olmasına karşın hiçbir sonuç alınamadı.
Saldırının Amacı
(..)
Görülüyor ki saldırının amacı ne genel olarak cinayet, ne de özel olarak Tsey Mahmut Özden’di. Saldırının amacı yaralayarak korkutmak olarak karşımıza çıkmaktadır. Başka bir deyişle saldırının amacı; halkımızın ulusal ve sosyal mücadelesini yükseltmesine kültürel ölçüde katkıda bulunabilecek olan derneklerimizde aydınlarımızın öncülüğünde başlayan ve 5 Kasım 1977 günü Ankara derneğinde somutlanan demokratik ulusal uyanışı daha doğarken boğmak, korkutup yıldırarak biriken potansiyeli dağıtmak, yok oluşa karşı direnen güçleri kırmak, yükselen sesleri susturmak olmaktadır.
(..)
Saldırganlar ve Polemikler
Tarihsel gelişimle birlikte bir bütün olarak ele alındığında açıkça görülüyor ki bu saldırı, halkımızın ulusal varlığını yok etmek isteyen egemen güçlerce veya onların yönlendirdiği kurum veya kuruluşlarca tertiplenip uygulanmıştır. Bu saldırı ya son zamanlarda kamu oyunun yoğun kuşku ve kaygılarını çeken kontrgerilla gibi şaibeli karanlık güçlerin işidir. Ya da o günkü polisin destek ve himayesindeki faşist saldırgan grupların işidir. Katillerin gerçek kimlikleri ortaya çıkarılıncaya kadar polis, sözü edilen karanlık güçler ve o günün sorumlu yöneticileri bu şaibeden kurtulamayacaktır.
(..)
Bu saldırı umulanın tersine, halkımızın bilinçlenmesi, ulusal-demokratik mücadelesinin yükseltilmesi yolunda bizleri daha bir bilemiş, ulusal bağlarımızı geliştirmiştir. Hiçbir saldırı halkımızı yıldıramayacak, ulusal bağlarını yok edemeyecektir. 5 Kasımlar, 5 Kasımlarda Tsey Mahmutlar, halkımızın ulusal bilincinin daha bir yükseldiği yıl dönümleri olarak yaşayacaktır.
(..)
Sayı : 2006 11