Önce 141-142 vardı, askeri savcıları bile çileden çıkaran. O bildik “demokratikleşme” nidalarına tam biz de inanacaktık ki, kaldırılan 141’lerin yerini 162-163 alıverdi. Sonra bir demokratikleşme süreci daha yaftaladık (!), onlar da kaldırıldı. Bu kez AB’ye giriyorduk, Türkiye artık darbe koşullarını değil demokrasinin koşullarını “olgunlaştırıyor”du! Neredeyse inanacaktık ki; nur topu gibi bir 301’imiz oldu, hatta o da yetmedi TCK ve TMY’de peş peşe yeni “susturucu”lu yasalarımız oldu. Ama “susturucu”lu tehditlere rağmen susmamalıyız.
Çünkü konuşacak çok şey var. Laik-antilaik, Kürt-Türk, milliyetçi-vatan haini gibi ayrışmaların bir kez daha can simidi olarak kullanıldığı bir tarihi dönemecin tam ortasındayız. Eğer konuşmayı beceremezsek, hem tarihi sorumluluğumuzu yerine getirmemiş hem de yarın başımıza geleceklere, bugünden onay vermiş olacağız. Türkiye’nin gündemindeki “Kürt sorunu”, yalnız Kürtlerin sorunu değil. Çerkesler başta olmak üzere bütün halkların ve tabii Türklerin de birincil sorunu. PKK’nın “ateşkes”iyle başlayan bu yeni süreç, bir önceki gibi heba edilmemeli, bir tartışma süreci başlatılmalıdır. Tartışmayı bile yasaklayan bir zihniyetin hakim olmasına izin vermemeliyiz. Mehmet Ağar gibi birinin bile ezber bozduğu göz önüne alınırsa, öncelikle özgürce tartışma zemininin sağlanmasının gerekliliği çok daha net ortaya çıkıyor. “Kürt sorunu”nu “terör” sorunu olarak görenlerin Doğu’ya gitmelerini, oranın havasını teneffüs etmelerini, kadınları dinlemelerini, gençleri ve çocukları dinlemelerini öneririm.
Eğer bu sorun “barışçıl” yollarla çözülmez, onlar da kendilerini herkes kadar eşit ve özgür hissetmezse, hiçbirimiz asla eşit ve özgür olamayız. Çünkü; biliyoruz ki; bu ülke 30 yıldan fazladır “terör” gerekçesiyle, bizden topladığı vergileri, sağlığımıza, eğitimimize, sağlıklı konutlarda oturmamıza, yoksulluk sınırından kurtulmamıza yarayacak yatırımlar yerine “askeri harcamalar”a veriyor. Biliyoruz ki; bu ülke “terör gerekçesiyle”, başta düşünce ve ifade özgürlüğü olmak üzere bütün kişi hak ve özgürlüklerimizi sürekli tırpanlıyor.
Ve bilmeliyiz ki; tehlikeli biçimde tırmandırılan milliyetçilik rüzgarıyla, bugün Kürtler’e yönelen şiddet ve öfkenin yarın Çerkesler’e, Lazlar’a, Arnavutlar’a yönelmeyeceğinin hiçbir garantisi yok. Oysa istenen tek şey; bütün halkların eşit ve özgür olarak bir arada yaşamaları. Bunun önündeki tek engel ise; “terör” gerekçesiyle, “bölünme” korkusunu, düşmanlıkları pompalayarak, maddi ve manevi gücü kaybetmemek uğruna vatandaşlarını gözden çıkaranlardır.
Bizler, vatandaşlar; Laz’ı, Çerkes’i, Türk’ü, Kürt’ü, bütün önyargılarımızı, yapılan propagandaları, manipülasyonlara inanmayalım. Birbirimizi anlamaya, kendimizi anlatmaya çalışalım. Birbirimizle konuşalım. Annelerin hissettikleri aynıdır, gençlerin korkusu aynıdır, acıları, özlemleri aynıdır, yakınını yitiren birinin acısı aynıdır. Bize bunları bile unutturdular. Herkes birbirinin acısına yabancılaştı. Ölümü, acıyı birbirimize reva görür olduk. Değiştirebiliriz; en yakındaki Kürt, Türk, Laz, Arnavut, Ermeni, Rum komşumuzun kapısını çalalım. Acılarını dinleyelim, acımızı anlatalım, korkularımızı paylaşalım. Biz el ele tutuşmayı başlatırsak, bölemezler! Unutmayalım, bölücüler sadece kolay yönetmek isteyenlerdir! Hadi gelin, hep beraber “komşumla el ele” diyelim!
Sayı: 2006 10