Orhan Pamuk Nobel Aldı, Kızılca Kıyamet Koptu 

0
1339

“Türkiye’de bir Milyon Ermeni, Otuz bin Kürt Öldürüldü” diyen  Orhan Pamuk Nobel Aldı, Kızılca Kıyamet Koptu 

“…Şimdi buraya bir virgül koyalım ve Orhan Pamuk’un köklerine doğru bir yolculuğa çıkalım. Önce baba tarafı… : “Babam tarafı Türkleşmiş Çerkeslerdir.” Ailenin şeceresi ile ilgili bilgileri daha çok Şevket Pamuk’tan ediniyoruz. Şevket Pamuk, Orhan Pamuk’un 18 ay büyük ağabeyidir: “Hem babaannem hem anneannem tarafı 1890’lara kadar Manisa’nın Gördes kazasında yaşıyor.” Şevket Bey’in söylediğine göre ailenin baba kanadı buranın yerlisidir: “Mesela baba tarafımdan Sabit Bey, 19. yüzyılın ikinci yarısında Gördes Müftülüğü yapmış. Babaannemin annesi tarafı ise, 1850–60’lardaki Kafkas göçüyle Gördes’e yerleştiriliyorlar.” … 

Hiç kuşkusuz Orhan Pamuk’un Nobel Edebiyat ödülünü alması geçtiğimiz ayın en önemli gündemlerinden birisiydi. Kaderin garip bir cilvesi olarak, Orhan Pamuk’a ödülün verildiğinin açıklandığı gün, Fransa Parlamentosu’nun Ermeni Soykırımı’nın inkarını suç sayan bir yasayı onaylaması tartışmaları daha da alevlendirdi. Zira pek çok kişi Orhan Pamuk’un edebi değerinden ötürü değil Ermeni soykırımı ile ilgili yaptığı açıklamalardan dolayı Nobel’i aldığına inanıyordu. Kısa sürede kamuoyu ikiye bölündü, özellikle edebiyatçılar arasında kıyasıya bir söz düellosu başladı. 

Hiç kuşkusuz Pamuk karşıtı cephenin başını Demirtaş Ceyhun çekiyordu. Ceyhun’un hazırladığı ve yazar, şair, ressam, müzisyen, sinema oyuncusu, karikatürist, heykeltıraş, tiyatrocu, eğitimci, yayıncı ve öğretim üyelerinin aralarında bulunduğu 80’e yakın aydının imza attığı Orhan Pamuk’un Nobel Edebiyat Ödülü almasına ilişkin bildiri, Beyoğlu’daki Sinema Severler Derneği’nde düzenlenen basın toplantısı ile kamuoyuna duyuruldu. 

Bildiriyi okuyan Ceyhun, Nobel Edebiyat Ödülü’nün verilmeye başlandığı 1901’de dünyada öykü ve roman yazılan dillerin sayısının iki elin parmaklarını doldurmayacağını, romancı ve öykücü sayısının birkaç yüz kişiyi zor bulduğunu, yayımlanan yeni roman ve öykü kitabı sayısının iki haneli sayıları geçmediğini söyledi. 

Ceyhun, şunları kaydetti: 

‘‘Bugün en az 100 küsur dilde, birkaç yüz bin insan roman, öykü yazmakta ve her yıl dünyada binlerce yeni roman, öykü kitabı yayımlanmaktadır. Bir eleştirmenin bunca dili bilmesi veya bunca kitabı okuyup değerlendirebilmesi bir yana, sanki eskiden dört köşeymiş gibi ağızlarını ‘dünya artık küreselleşti’ diyerek açan aydınlarımızın insanlığı teslim etmeye çalıştıkları bilgisayarların bile bu işi gerçekleştirebilmesi olanaksızdır. Bu nedenle Nobel Edebiyat Ödülü de artık yazınsal değeri olan bir ödül değil, hiç kuşkusuz emperyalizmin toplumları sömürülecek tava getirmekte kullanılan postmodern medya silahlarından biridir. Amerikan patentli postmodern romanlarıyla Orhan Pamuk’un, modern Türk edebiyatını temsil edebilmesi olanaksızdır’’. Ceyhun, sözlerini şöyle tamamladı: 

‘‘Çünkü postmodern edebiyat emeğe, özgürlüğe, bağımsızlığa, çağdaşlığa karşıdır ve gelenekçilik adı altında gericiliği savunmaktadır. Orhan Pamuk’un bugün postmodern Amerikan edebiyatının en önemli temsilcileri olan Philip Roth veya Paul Auster’e verilmeyen bu ödülle ödüllendirilmesi de zaten Nobel’in yazınsal değil, siyasi bir olgu olduğunu bütün çıplaklığıyla gösterse gerektir. Bu ödül kesinlikle Türk edebiyatına verilmiş bir ödül değil, Orhan Pamuk’a verilmiş bir ücrettir.’’ 

Bu açıklamalara yanıt veren ve Pamuk’a arka çıkan ünlü edebiyat eleştirmeni Semih Gümüş ise yazdığı bir yazıda özetle şunları ifade etti: … “Bu ülkede, yazarın kimliksiz ve kişiliksiz olmasından, sıradanlaşmasından, özgür bir birey olmak yerine toplumsal değerlerle kendini özdeşleştirmesinden tedirgin olmadan yaşayabilen pek çok yazar olduğu hiç bu denli açık görülmemişti. Orhan Pamuk’un Nobel Edebiyat Ödülü’nü almasından sonra kimi edebiyatçıların yaptıkları açıklamalardaki yargı düzeyinin düşüklüğü karşısında şaşırmamak olanaksız.  

Bugüne dek Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan bir yazarını, aydınlarının bu denli köhnemiş suçlamalarla karşıladığı bir başka ülke olmuş mudur, ilginç bir araştırma konusu olabilir. Merak ediyorum bunu, ama bizden ileri gitmiş bir başka örnek bulunabileceğini sanmıyorum.  

Demek ki yazar ile entelektüel sözcüklerini alışkanlıkla da olsa yan yana getirmek için kırk kez düşünmek, birkaç kez tartmakla yetinmemek gerekiyor. Yazarlar, yaptıkları işin düşünceyle ve Yaratıcılıkla ilişkisi nedeniyle kendiliğinden aydın sayılırlar elbette, ama entelektüel olmanın ilk koşulu da, önce kendi düşüncesinin ardından gitmek, dolayısıyla muhalif olmak.  

Yaratıcılık, çoğu kez düşüncenin ve tavır almanın önünde gittiği için, pek çok ülkede yazarların entelektüellerden daha saygın konumlarda görüldükleri de doğru. Gelgelelim, bu tür yaratıcılığın şimdi Orhan Pamuk’u aldığı ödül nedeniyle cezalandırmaya çalışan yazarlarımızda ne kadar bulunduğu sorgulanabilir ve şu hatırlatılabilir: yaratıcılık, aynı zamanda, yazarı bütün kurumlardan, statükodan, siyasetin zincirlerinden ve siyasal iktidarlardan bağımsızlaştırır, bunu kendiliğinden yaparak yazarı tamamıyla bağımsız bir bireye dönüştürür.  

 

Oysa devletçiliğin geleneksel olarak güçlü olduğu bu ülkenin aydınlarının sanırım çoğunluğu, yazarın toplumsal Tanrılara karşı çıkmamasını uygun gördükleri için, Orhan Pamuk’a da boyun eğmesini öğütlüyor: “Ermeni soykırımı” konusunda çoğunluğun görüşlerinden dışarı çıkma ki, biz de seni aramıza alalım. “Gönül isterdi ki…” diye başlayıp karşısındaki yazarı hizaya getirmek için sözlerini sürdürenler, sonunda bu ülkenin suskun yığınlarıyla birlikte, onlar adına söz almasından korkulan herkesin de, ortak değerlere ve inançlara, milli siyasete, özellikle dışarıdaki hasımlara karşı topyekûn tutuma bağlı olmasını istiyor. Bugün bunu savunanlar, yarın otoriter yönetimleri de kolayca savunabilir ki, aynı anlayıştaki medyada yaptıkları yorumlarla bu konuma yatkınlıklarını gösterenler çoğalırken, gerçek entelektüellerin sayısı azalmaktadır. Geleceğin cennet düşüncesi artık tek tanrılı bir hayat isteyenlerindir…” 

 

Bu Nobel’i Nereye Koymalı? 

Orhan Pamuk’un oryantalist bir yazar olduğu, kendisini, Edward Said’in deyişiyle, bir ‘sömürge entelektüeli’ gibi konumlandırdığı; Osmanlı ve İslam geleneklerini bir ‘decorum’ olarak kullandığı, dolayısıyla da Doğu/Batı sorunsalını romancılıklarının temel koyucu meselesi olarak ele alan Ahmet Hamdi Tanpınar ve Oğuz Atay’la kıyaslandığında, ‘meselesi olmayan’ bir yazar olduğu, ‘Beni bir Batılı gözlemci anladığı zaman memnun olurum.’ diye yazdığı aşikardır. Bununla birlikte bu durum “Ermeni Soykırımı” gibi kritik bir başlıkta söylediği resmi ideoloji dışı sözleri nedeni ile onun adeta çarmıha gerilmesini isteyenleri haklı da çıkarmaz. Zira “bozuk saat bile günde iki kez doğruyu gösterir”. 

Öte yandan bu Nobel’in bu denli büyütülmesinde de toplumsal bir aşağılık kompleksinin izleri gözlemlenebiliyor. Ne bu ödüle layık görülen gerçek edebiyatçılar, ek bir paye kazandılar ne de “anarşist” olduğu iddiasıyla bu ödüle aday olduğu halde layık görülmeyen Tolstoy Tolstoyluğundan veya hiçbir zaman bu ödüle aday bile gösterilmeyen Nazım Nazımlığından bir şey kaybetti. Ya da artık edebiyatçı bile sayılmayan Pasternak, Havel ve benzerleri de bu ödülü almakla edebiyat tarihinde hak etmedikleri bir konuma yükselemediler. Kısacası Orhan Pamuk’un edebi değeri/veya değersizliği belli bir vadede genel kabul içinde bir yere oturacaktır, ancak bu konunun Pamuk üzerinden şovenist histerilerini sergilemek için fırsat kollayanlara gerekçe yaratmak için bir neden olamaması gerektiği de açıktır. Son olarak Orhan Pamuk’un Çerkesliği üzerine de küçük bir söz : “Şimdi mi aklına geldi?” 

 

Sayı : 2006 11