Sivas’ta Bir Kabartay Köyü: Demirözü (Togaje)

0
723

Demirözü Köyü Sivas’ın kuzeybatı ucundaki son köydür. Yıldızeli ilçesine bağlıdır. Yıldızeli’ne 54 km, Sivas’a 90 km uzaklıkta, 1400 m rakımda, 55 haneli, 350 nüfuslu bir Kabartay köyüdür. 

1960’lı yıllarda köyümüzün 100 haneli ve 960 nüfuslu olduğunu hatırlıyorum. 1970’li yıllarda başlayan göç hareketi ile boşalan köyümüzde, göç ağırlıklı olarak Sivas, Tokat, İstanbul, İzmir ve Ankara’ya olmuştur. 

Köyümüzün kuruluş tarihi konusunda kayıtlı bir kaynağa henüz ulaşabilmiş değilim. 1864’teki büyük sürgünden birkaç yıl önce göç ettiklerini sanıyorum. Bir büyüğümüzden işitmiştim; ilk geldiklerinde Yerköy yakınlarına yerleşmişler, sıtma yüzünden barınamamış, ikinci bir göçle buraya gelmişler. 

Demirözü bir Kabartay köyü olmasına rağmen dört beş hane Kumuk yaşamaktadır. Köyümüzde yaşayan Kabartay ailelerinin boyları; Aşın, Gul, Karden, Yemiş, Hemaşe, Bekey, Hot, Bey, Mugodij, Zuğane, Bek, Kundet, Apik ve Sohlar’dır. 

Son yıllara kadar Kabartay dili konuşulmaktaydı, son birkaç yıldır gündelik yaşamda, Türkçe ile Çerkesçe’nin bir arada kullanıldığı garip bir dil oluştu; yarı Türkçe yarı Çerkesçe. 

1970’li yıllara kadar yolunun ve elektriğinin olmayışı dili ve geleneği korumuştur. Köy civarında bütün tepelerin ve derelerin adlandırılması Çerkesçe’dir. Çocukluğumda çocukların oynadığı tüm oyunlar Kafkasya’ya özgü oyunlardı. Evlilikler Çerkesler arasında yapılırdı. 

İklim, bir hayli sert olduğu için tarıma uygun değildi. Orman köyü olduğu için köyde oturanların büyük bir bölümü ağaçtan alet edevat yapardı. At eyeri, Çerkes kalpağı, kağnı, yaba, tırmık, anadut, sofra, kepçe, kaşık. Yaptıkları edevatı ağırlıklı olarak Uzunyayla’ya, Çerkes köylerine götürüp satarlar ya da ihtiyaç duydukları hububat ile takas ederlerdi. Bu nedenle dış dünya teması olarak Çerkesler’le alışveriş etmeleri nedeni ile dilleri ve davranışları yeni zamanlara kadar Çerkes kalmıştır. Suç işleme alışkanlığı yok denecek kadar azdır, hiç kimse dışarıdaki eşyasını bir yere kapatma ihtiyacı duymaz. Civar köylerle biraz mesafeli de olsa iyi ilişkiler bulunmaktadır. Yakınlarda bulunan Abaza köyü Çırçır, Abzeh köyü Odaba ve Batmandaş, Hanpınarı kız alıp verdikleri köylerdir. 

Şu an köyde yaşayanların çoğunluğu hayvancılıkla uğraşmaktadır. Tarım, bahçe tarımı düzeyinde olup ancak kendi tüketimlerini karşılayacak boyuttadır. 

Köyden kente göç edenler, el becerilerinin mirasından olsa gerek ağırlıklı olarak mobilya üretimi, marangozluk, kapı pencere doğrama imalatı, müteahhitlik gibi işlerle uğraşmaktadır. Eğitim alma fırsatı bulanlar; tıp, hukuk, maliye, mühendislik alanlarında çalışmaktadır. Göç edenlerden çoğunluğu köy ile ilişkisini sürdürmektedir. Düğün, ölüm gibi vesileler ve her yıl düzenlenen piknikle bir araya gelmektedirler. 

Demirözlüler’in nüfusunun şu an ulaştığı rakam, kesin olmamakla birlikte, 2400 kadar olmuştur. Kafkasya’dan göç ettiklerinde ya da Yerköy civarında yerleştiklerinde kaç kişi oldukları yönünde sağlıklı bir rakam edinemedim, bu konudaki söylentiler birbirini tutmamaktadır. 

1960’lı yılları iyi hatırlıyorum. Köyümüzde, sık aralıklarla, düğün diye adlandırdığımız eğlence düzenlenirdi. Düğüne katılım bir hayli fazla idi. Kadınlarla erkekler arasında kaçgöç yoktu. Giyim kuşam civardaki köylere benzemezdi. Kullanmış olduğum fotoğraflar 1961-62 yıllarında çekilmiştir. Bunlardan da anlaşılacağı gibi davranışları ve giyimleri farklı insanlardı. Köy evlerinin yüzde doksanı çatılı evlerdi. Kiremit olmayan evlerde, kiremit büyüklüğümde tahtalar kullanılırdı. Pelit ağacından yarılarak yapılan bu kiremit tipini 2004 yılında hala kullanıyorlardı. 

Evlilik Türk köylerine göre daha ileri yaşlarda yapılırdı. Erkeklerde otuz yaşından önce evlenen pek azdı. Akrabalar arası evlilik pek alışılmış bir şey değildi, son yıllara kadar olduğunu hatırlamıyorum. 

Çocukların ve gençlerin oynadığı iki oyun vardı; “kale” ve “ateş”. Bu iki oyunu çok sık oynardık. Şimdi anlıyorum ki bu iki oyun da bir tür savaş oyunu ve uzun yıllar süren Kafkas savaşlarının etkisi ile ortaya çıkmış, büyüklerin çatışma alanlarındaki davranışlarının çocuklar tarafından tekrarlanan versiyonuydu. Bu iki oyunu da yazıp, resimletip kaybolup gitmesini engellemek istiyorum. Her ne kadar Çerkesçe bağıra çağıra oynayacak çocuklar kalmamışsa da yazılı, basılı bir yerde kalsın istiyorum. Benim çocukluğumda (1960’lı yıllar) çocuklara Çerkesçe isim takılmaz olmuştu. Benim hatırladığım kadarı ile yaşlıların bir kısmının Çerkesçe ismi vardı. “Yemuk” sözcüğünün bağlayıcı olduğu o zamanların To gajesini çok özlüyorum.

 

Sayı : 2006 12