General Mustafa Kemal, General Mustafa Fevzi Çakmak, Albay Mustafa İsmet İnönü…1918- 1922 Anadolu Savaşı’nın ve devamında kurulan yeni devletin üç önemli ismi… Sıralamayı, Anadolu Savaşı’nda “hain” olma onuruna erişme tarihlerini gözeterek yaptım. Mustafa Kemal 11 Mayıs, Mustafa Fevzi 25 Mayıs, Mustafa İsmet 6 Haziran günü Osmanlı Hükümetince “hain” ilan edilmişlerdir. Söz konusu ay ve günler 1920 yılına aittir. Üç Mustafa’dan Kemal ve İsmet olanının, General Kâzım Karabekir’in ısrarından epeyce sonra Anadolu’ya geçtikleri biliniyor. General Mustafa Kemal’i “pek gönülsüz” Albay İsmet’i ise “bedbin” görmüş, hatıralarında onun bir köşeye çekilip buğday, arpa, çavdar ekip çiftçiliğe soyunma niyetinde olduğunu yazıyor Karabekir. Anlatımı başka bir yazının konusu olacak kadar uzundur. Üçüncüsü, Fevzi olanının ise durumu hüzün vericidir. Hüzün, anlı şanlı bir Harbiye nazırına yapılan muameleden kaynaklanıyor. Ve ben birkaç satırla da olsa değinmeden geçemeyeceğim. İstanbul’un resmen işgal edildiği tarihte (16 Mart 1920) General Mustafa Fevzi Çakmak Milli Savunma Bakanıdır. İstanbul’da İngiliz destekli İttihatçı avı başlayınca kendisine de bir şekilde bulaşılacağından korkarak Ankara’ya geçme kararı alır. O günlerde General Ali Fuat Cebesoy, Çerkes Ethem Bey’in emri altındaki gerilla birlikleri ile Geyve Boğazı’nı tutmuş Anzavur’a karşı savaşmaktadır. General Mustafa Fevzi Çakmak, Ankara yolunda Geyve’de General Ali Fuat Cebesoy’un karargâhında konaklamak durumunda kalınca; Ali Fuat, Ankara’ya, General Mustafa Kemal’e telgraf çekerek “Fevzi Paşa Hazretlerinin” Ankara’ya katılma dileğini bildirir ve yanıt bekler. General Mustafa Kemal’in yanıtı, bunu aynen alıntılamak istiyorum, şöyle:
“Fevzi Paşa’yı geldiği yere iade ediniz…”
Bu kadar… Henüz bu kadar değil devamı da var; Ali Fuat buna rıza göstermez ve telgraf başında Mustafa Kemal’i ikna der. Mustafa Kemal’in ikinci telgrafı doğrudan Fevzi Çakmak’adır :
“ Anadolu’ya geçtiğinize memnun olduk. Hoş geldiniz. Ankara’ya teşrifinize intizar ediyoruz. Hürmetlerimiz.”
Şimdi bu kadar…
Çerkes Ethem Bey’in “hain” olma onuruna erişmesi üç Mustafa’dan öncedir.
İzmir’in işgalinden sonra oluşturulan yaklaşık yüz elli kilometrelik hattı tutarak Yunan silahlı güçlerinin ilerleyişini engellediği gibi, Ankara’yı derinden sarsan İstanbul yanlısı isyanları bastırmıştır. Tam da bu dönemde İstanbul Hükümetince asi ve “hain” ilan edilerek idam fermanı çıkartılmıştır. Batı cephesinin ünlü Albayı, her nedense Attila İlhan’ın o nefis şiirini akla getiren, hani; “külot pantolon, avcı ceket, astragan kalpak, öfkeli kaşları salkım saçak kumral bıyıkları mahzun” 56. Tümen Komutanı Çerkes Bekir Sami’nin hatırlarında kendisine çekilen bir telgrafa değinir. Bu tel emri Yunanlılara karşı direnen Ethem Bey’in gerillarının ve diğer ordu birliklerinin hareketi durdurmaları için İstanbul’dan, Milli Savunma Bakanlığından çekilmiştir. İlgili bölümünü aktarıyorum:
“Bursa’da 56. Tümen Kumandanlığına,
Mütarekeye olmayan İstanbul’un işgalini bahane edip Anadolu’da bazı maceraperestlerin hareketleri, gerçeklere ve yine Osmanlı İmparatorluğu’ nun menfaatlerine aykırıdır. Anadolu’da bulunan ve padişahtan yana olan ve aynı zamanda en kıdemli General olan Yusuf İzzet Paşa’nın (…) bu emri tüm kıtalara tebliğ etmesini ve tüm ordunun İstanbul Hükümetini tanımasının teminini rica ederim.”
Şaka gibi ama telgrafın altındaki imza üç Mustafa’dan Fevzi olanına ait. Milli Savunma Bakanı sıfatıyla atmış.
1920 yılının ilk ayından Ağustos ortalarına kadar geçen sekiz aylık döneme tarih yazıcılarının, Anadolu Savaşı’nda Çerkes Ethem Bey’in gözlerinin en çok öpüldüğü dönem olarak başlık atmaları, yerinde ve isabetli olacaktır.
General Mustafa Kemal son derece zariftir. Kutlama telgraflarını Meclis adına çekmiş ise “efendim” li ve “arz ederim” li bitirirken; kendi adına çekmiş olduğu telgrafları öpücükle bitirir. “Nutuk”ta adı sanı ima bile edilmeyen, ancak Genelkurmay Harp Dairesi Yayınlarından “Batı Cephesi” adlı çalışmada Yunanlılara karşı kazanılan ilk savaş olması nedeniyle uzun uzun ve iştahla anlatılan Demirci Savaşları sonrasında General Mustafa Kemal’in Ethem Bey’e çekmiş olduğu telgraftan kısa bir bölümü alıntılamama izin verin : “ Demirci’yi geri alan kahraman müfrezelerinizin aralıksız kahramanca hücumları ile bozulan ve askeri durumlarını ıslah derdine düşen Yunan ordusu ileri hareketinin durduğu ve gevşediği anlaşılıyor. Sol kanadınızı tehdit eden yeni düşman kuvvetinin bu cepheye geri alındığı ve Kula yoluyla üzerinize gönderildiğini haber aldık. Yardımınıza bir askeri birliğin gönderilmesini Uşak civarındaki tümen komutanına emrettim.(…) Gözlerinden öper, başarılarınızı tebrik ederim.”
Pek güzeldir Kemal Tahir’in “Bir Mülkiyet Kalesi” adını taşıyan romanında, İngiliz amirali Nelson’un bir deniz savaşında, hafızam yanıltmıyorsa Trafalgar’da Fransızları yendikten sonra ettiği sözlerin aktarıldığı bölüm. Roman kişilerinden biri bir diğerine Nelson’un şu sözlerini aktarır. mealen yazıyorum: “Bizim gemilerimiz çürük çarık ve tahtadandı ama, gemicilerimizin yürekleri çeliktendi…” sonra devam eder : “Evet… Nelson savaşı kazanır…Eğer seninki savaşı yitirseydi dünyada bu sözden avanakça bir laf olur muydu? Elbette olmazdı. Zira sözler de adamına göre, galibin ağzında başka mağlubun ağzında başka.”
Şimdi, Nutuk’da Ethem Bey’in “ihanet” ile suçlanıp yargılandığı dördüncü konuşma gününe geçebiliriz. Ethem Bey o konuşma gününün başlıklarından biri. Gazetelerden, takip eden günde Mustafa Kemal’in konuşmasındaki duygulanımın dozajının ilk üç güne nazaran yükseldiğini, ilk kez sesinin titreyip gözlerinin nemlendiğini öğreniyoruz. İnönü Savaşlarını anlatıyor. Ders kitaplarında Mustafa Kemal’in yazdığı telgraf olarak okutulan ve İnönü’ye hitaben yazılan “millettin makûs tarihini yendin” bölümüne geldiğinde hem kendisinin hem de salonun duyguları kabarıyor. Ertesi günkü gazeteler Şair Hamdullah Suphi’nin hüngür hüngür ağladığına işaret ediyor. Sonradan, Mustafa Kemal’in ölümünden çok sonra yayımlanan hatıratlardan, Telgraftaki şiirsel sözlerin milli şair Hamdullah Suphi Tanrıöver tarafından kaleme alındığı ortaya çıkacak ve onun o gün kendi dizelerini duyunca kendinden neden geçtiği anlaşılacaktır. Ethem Bey bu duygu boşalımı ile iç içe geçmiş olarak anlatılıyor. Şimdi biraz geriye gidip Ethem Bey’e gönderilen ve milletvekillerinden oluşan kurula değinmemiz gerekiyor. Kurul beş kişiden oluşuyor; Ethem Bey’in büyük ağabeyi Reşit Bey, Celal Bayar, Kılıç Ali, Eyüb Sabri, Vehbi Bolak… Kurul, Ethem Bey’in Kütahya’daki karargahında Ethem Bey’le buluşuyor. Karşılıklı uzun konuşmalardan sonra kurul ve Ethem Bey anlaşıyor. Celal Bayar anlaşmazlığın barışla çözülmesinden pek memnun oluyor ve derhal Ankara’ya şu telgrafı çekiyor, sadece anlaşma sağlandığını bildirir bölümü aktarıyorum:
“Düşmanca davranışlarla karşılaşmadıkça, ülkenin gelecekteki esenliği ve yüce kişiliğinize karşı besledikleri içten bağlılık dolayısıyla, her türlü çatışmadan sakınacaklarına en büyük antlarla söz vermişlerdir…”
Nutuk’ta telgrafın tüm metni var ve Mustafa Kemal metni aynen aktardıktan sonra çıkardığı sonucu açıklıyor:
“Bunlardan çıkan anlam nedir baylar? Oraya giden arkadaşlarımızın hepsinin bu anlamı kavrayamayacakları düşünülebilir miydi? Öyle ise, biraz önce belirttiğim gibi Kütahya’ya giden heyet gerçekten tutuklanmıştı…” Mustafa Kemal heyetin tutuklandığı gibi son derece tuhaf bir sonuç çıkartıyor bu telgraftan. O gün orada bulunan dinleyicileri ve şimdi de bizi ikna etmek gibi güç bir işe girişiyor. Devamında Mustafa Kemal’in İsmet Paşa’ya çektiği saldırı emrini içeren şifre telgraf var. Mustafa Kemal, Meclise danışmadan Ethem Bey’e saldırı emrini veriyor. Ethem Bey ciddi bir çatışmaya meydan vermeden geri çekilyor. Genelkurmay Harp Dairesince yayımlanan İç Ayaklanmalar adlı kitapta ölü sayısı belirtilmiş, doğal olarak bunlar şehit olarak anılıyor: İki subay, on iki er… Sonradan yazılan resmi tarihlerde ordu birlikleri ile Ethem Bey arasında yapılan son derece şiddetli çarpışmalardan bahsediliyor. Ancak ölü sayısına bakılırsa öyle olmadığı kolaylıkla anlaşılıyor. Çatışma yok. Ethem Bey kuvvetlerinin geriye çekilmesi var. Tam bu noktada Ethem Bey, kendisine yapılan bu haksız ve gerekçesiz saldırının altında Büyük Millit Meclisinin de kararının olduğunu düşünerek, düne kadar kendisinin arkasında duran ve savunan meclise, tahrik edeci o ünlü telgrafı çekiyor. 30 Aralık günü Mustafa Kemal kürsüye çıkıyor. Albay İsmet Bey’in komutasındaki Ordu birlikleri çatışmadan kaçınan Ethem Bey’in birliklerine saldırırken, Mustafa Kemal kürsüden Ethem Bey’in telgrafını iştahla okuyor. İlgili bölümü aktarıyorum:
“…Ankara’da toplanan meclisin ne biçimde toplandığını herhalde hepimiz biliyoruz. İlk yaptıkları da bu yoksul milletin sırtından kendilerine senede üç bin liradan fazla ödenek koymaları olmuştur…”
Zurnanın zıt dediği yer burası oluyor. Meclis ayağa kalkıyor, Ethem Bey’in telgrafı protestolar arasında sonlanırken, Mustafa Kemal’n daha önce vermiş olduğu saldırı emrini içeren telgraf da onaylanmış oluyor. Ethem Bey savaşçılarına düzenli birliklere katılmalarını salık vererek, çok yakın birkaç adamıyla birlikte, Yunan askeri yetkililerinden geçiş izni alıp, İzmir’e yöneliyor. Ardından Atina, Berlin sonra Amman…
Büyük şairimiz 1941 yılında Bursa mahpushanesinde yatarken Nutuk’u okuyor ve Kuvayi milliye Destanı’nı yazıyor. İnönü Savaşlarını anlattığı bölümü aktarıyorum:
“ Ve ertesi gün
1 nisan
Metristepe aydınlanıyor
Ve biz telgraflardan
Kelimeler okuyoruz:
‘Saat altı otuz.
Bozöyük yanıyor.
Düşman muharebe meydanını silahlarımıza terk etmiştir.
Garp Cephesi Kumandanı İsmet’
Ve o gün orada düşmanı değil,
Makus talihini yendi millet.
Sonra,8 nisandan 11 nisana kadar:
Dumlupınar”
Bu dizeleri Bilgi Yayınevi tarafından ikinci baskısı 1974 yılında yapılan kitaptan aldım. Büyük şair “milletin makus talihinin” değişimini “Nutuk”tan çok etkilendiği için mi İsmet’e bağladı, yoksa “İsmet/ Millet” kafiyesinin müzikalitesine mi kandı, bilemiyorum. Ama şunu biliyoruz: Nazım’ın hapisten çıkması için açılan kampanya İsmet’in engeliyle karşılaştı. Aynı yıl genel seçimler yapıldı. İsmet İnönü iktidardan düştü. Genel af ile birlikte Nazım hapisten, İsmet şiirden çıktı… Şiir şöyle oldu:
“ Ve ertesi gün
1 nisan
Metristepe aydınlanıyor.
Saat altı otuz
Bozöyük yanıyor
Düşman muharebe meydanını silahlarımıza terketmiştir.
Sonra,8 nisandan 11 nisana kadar: Dumlupınar.
Bu dizeler İsmetsiz. Adam Yayınevince 1990yılında yapılan üçüncü baskısından aktardım. Nazım bunla yetinmedi.
“ Sonra kaçarken yavrum
Biz mi kaçtık, onlar mı,pek belli olmadı ya,” dizeleri ile “İnönü Zaferi”ni de şiirinden çıkarttı.
Büyük şairin hapisten çıktıktan sonra, ünlü destanı üzerinde yeniden çalıştığı ve çok sayıda tashihler yaptığı biliniyor. Bazıları hariç. Hariçlerden biri de şu:
“Ve 29 Aralık Kütahya:
4 top
ve 1800 atlı ile bir ihanet
Yani Çerkes Ethem,
Bir gece vakti
Kilim ve halı yüklü katırları,
Koyun ve sığır sürülerini önüne katıp
Düşmana geçti…”
“Nutuk”‘tan çok etkilenen büyük şairimiz, söylemeye dilim de varmıyor ama akıl ve dil sürçmesine bağlayabileceğimiz bu dizelerin tashihini yapamadan dünyadan göçüp gitti. Tashihi onun adına bir başka şairimiz yaptı: Nurer Uğurlu. Şiirin bir bölümünü aktarıyorum:
“(…)
Duydum ki sen bize ‘Hâin’ demişsin
‘A’ nın üstüne bir çizgi çekmişsin
Yeşilden ilkyaza varınca durdum
Kendime bu uzun öyküyü sordum
Baktım ki sen bize konuk elmişsin
Vurunca otelin camına rüzgâr
İnan bu söze değil. İçim sızlar
Şiiri bir ömür yücelten insan
Nasıl olur bu lâfı söyler canan
Bir topraktan iki ‘Hâin’ mi çıkar”
Bu güne kadar yayımlanan Çerekes Ethem’e dair araştırmaların hepsinin ortak yanı onun yurt dışında “pişmanlıklar içinde öldüğü” ve “münzevi” bir hayat yaşadığı yolundadır. Cemal Kutay’ın hayal gücünün bir ürünü olan bu düşünceye hiç katılmadım. Çerkes Ethem Bey’in yurt dışında ki faaliyetlerine dair çok sayıda belge yayımlanmıştır. 1938 yılında Celal Bayar’a yazmış olduğu mektupta Kürt isyancıların af edilerek dağlardan inmelerinin sağlanması ve Kürtlere özerklik talebi onun terk etmek zorunda kaldığı bu ülkenin iç siyasetiyle ne denli ilgilendiğin işarettir. “İhanet” ve “Pişmanlık” kavramları Çerkes Ethem Bey için özellikle seçilmiş kavramlardır. Çünkü Yurt dışına kaçtıktan sonra “pişmanlıklar ve azaplar içinde ölen Çerkes” direnen Çerkesten iyidir. Birincisi sonraki kuşaklara utanç ve itaat aşılar, diğeri ise direnç ve başkaldırı…
Çerkes Ethem Bey 21 Eylül 1948 tarihinde öldü. Mezarı Amman’da bir Çerkes köyündedir…
Çöl rüzgârlarının bazen çok uzak yerlere eriştiği olurmuş. Rüzgârın en eski sesleri bile taşıdığını söyleyenler de var. Dinleyin… Duyduğunuz sesler Kuvayi Seyyare atlılarının nal sesleridir,” hafif iştirâkiyûn.”
Sayı : 2007 02