Vıbıh ve Abhazlar’a İlişkin Birkaç Düzeltme

0
979

Sayın Cevdet Yıldız Hapi’nin makalesini, makalede ifade olunan hususlarda farklı düşünenlere gerekirse cevap hakkı vereceğimizi de belirterek aynen yayılıyoruz. Jineps Gazetesi

Bilgi edinme olanaklarının artmış olmasına karşın, zaman zaman eskiden yazılmış ve yıllardır tekrarlanıp duran bazı yanlış görüşlerimizin hala devam ettiğini ve bunların ciddi bir yayın organı olan “Jineps” sayfalarına da yansıyabilmiş olduğunu görebiliyoruz (Ekim 2006, s.5).

Öncelikle elektronik ve internet çağında bilgi erişimi kolaylaşmıştır. Yanlışı düzeltme olanakları çoğalmıştır.

Böyle olmakla birlikte, soruşturma yapılmaksızın ‘rahat’ yazılar yazılabilmekte, bir bölgenin tarihi diğeri ile karıştırılabilmekte, birinden ötekine, gerçek dışı ekleme ya da çıkartmalar yapılabilmektedir. Sonuç olarak, yazılan yazıların bilimsel değeri düşmektedir.

Örneğin, 1836 yılında, yani 171 yıl önce, Kafkasya’da “50 binden çok Ubıhça” konuşanın bulunduğu, savaş yüzünden Vıbıh sayısının azaldığı, bu nedenle de bir toplantı yapan Vıbıhlar’ın “Ubıhçayı” bırakıp komşu “Abzeh” (Abadzeh) lehçesini konuşmaya karar verdikleri” yazılmaktadır. Ayrıca 1864 öncesinde Çerkesya sınırları içinde olan, ama şimdi Abhazya’da, Psov ve Bzıb ırmakları arasında bulunan Gagra yöresine ve daha da ötelerine, 1864 öncesinin siyasi durumu ve Bağımsız Çerkesya gerçeği bir yana bırakılarak ve yeni değiştirmeler yapılarak, yani tarihsel ve siyasal anlamda Çerkesya’nın güney kesiminde bulunan bazı yerlere “Kuzey Abhazya” denildiğini de görebiliyoruz. Bu arada ad benzerliği nedeniyle ‘Abadzeh’ ve ‘Abhaz’ deyimleri de karıştırılmakta, belki de Abadzeh sanıldıklarından, Abhazlar da 1864 Çerkes direnişi içine, açıklamasız olarak eklemlenmek, öte yandan Vıbıhlar da Adıge etnik tanımı dışına çıkartılmak istenmektedir. Ayrıca, Kabartay bölge tarihi, özellikle 1557’den beri, kendisi Rusya içerisinde olduğu halde, tamamen kendisinden ayrı bir siyasal birim olan “Bağımsız Çerkesya”yı da kapsayacak bir boyuta yayılmak istenmektedir. Bütün bunlar içinden çıkılması güç bir Arap saçını oluşturmaktadır.

Öncelikle ve özellikle şunu belirtmekte yarar vardır: Her bir etnik bölgemiz ve varlığımız birbirinden özerk bir konumdadır ve hepsi, bizim için eşit değerdedir. Bunların hepsi, birlikte güç ve zenginlik kaynaklarımızdır. Biri ötekinin yerine konamaz, biri diğeri adına yok farz edilemez. Bunların hepsi de vardır ve istedikleri sürece de var olmaya devam edeceklerdir. Bugün için bunların birleştirilmesi ya da birinin bir diğerinin içine alınması gibi bir politik proje de yoktur. Böyle bir projeyi, sanırım hiçbir bölge de kabul etmez. Tam aksine, Karaçay-Çerkesya’da, yakında, Abazalar Çerkesler’den ayrılıp ayrı bir “Abaza rayonu” kurdular. Şimdi de ‘Adıge-Hable’ rayonunun kuzey kesiminde, 5 köyü ve 15 bin nüfusu içeren bir “Nogay rayonu” kurulması için çalışılmaktaydı. Bütün bunlar zaaf işaretleri midir? Hayır, demokratik açıdan bakıldığında, değildir. En küçük birimleri dikkate alan ve buna göre düzenlemeler yapan bir demokrasi, en gelişmiş demokrasi demektir.

Nasıl ki, İsviçre’de değişik dillerde konuşan kantonlar kendi özelliklerini titizlikle koruyorlar, ama daha büyük bir ölçekte birleşiyorlarsa, K.Kafkas bölgeleri (cumhuriyetleri) için de bu böyle anlaşılmalıdır. Özgür, yani bastırılmamış birimler arasındaki dayanışma ve giderek birleşme (federasyon) daha güçlü olur. Böylece Çeçen, Abaza, Çerkes, Karaçay ve de Kabartay, hiç biri, bir diğeri ya da diğerleri adına kendi kimlik, dil ve özelliklerini terk etme korku ve sorununu yaşamaz. İşin doğrusu da böyle olmasıdır. Bu, Diaspora’da da böyledir. Karaçay köyünde Çeçence türkü, bir kardeş türküsü olarak bir süreliğine dinlenebilir, o kadar ve o da özgür bir ortamda olur; çünkü o bölgenin kendi Karaçayca türküleri vardır ve sürekli olarak o dinlenir ve dinlenmelidir; ama topluluklarımızın hepsinin ortak bir müzik anlayışı vardır ve o da çok önemli bir değerdir.

O halde, dayanışma; bilgi, deneyim ve kazanımları paylaşma, birbirinin varlığına saygı gösterme ve birbirine destek çıkma çerçevesinde olabilir. Bunun dışına çıkılmamalıdır. Ama çıkılabildiği de görülmektedir. Ölçüyü de belirtelim:

İsviçre örneğinde, birinci boyut Kanton’dur, Kanton’u da kapsayan ikinci boyut; önce dil ve tarihsel-kültürel çerçeve, yani Fransız ya da Katolik İsviçresi, sonra İtalyan, Romanş İsviçresi, daha sonra ve daha büyük bir çerçeve olarak da, Alman ve Protestanları, vb de içeren bütün bir İsviçre boyutudur. Burada da, örneğin birinci boyut Kabartay ise, ikinci boyut Adıge bölgeleri, Abaza rayonu, sonra Kuzey Kafkasya, daha sonra diğer etnik oluşumlar (cumhuriyetler, özerk oblast ve okruglar), demokratik güçler ve en sonunda da RF’dir. Bu çerçevenin dışına çıkılması, hele günümüz koşullarında gerçekçi olmaz ve yarar da sağlamaz.

Açıklamalar

Şimdi, bu görüşler çerçevesinde, bazı konulara bir ışık tutabilmek amacıyla açıklamalarda bulunmak istiyorum:

1.En başta Vıbıhlar, Kafkasya’da iken ve şimdilerde de, tamamı Adıgece konuşan, Adıgece adlar taşıyan ve 1864’ün çok öncelerinden beri Adıge olduklarını kabul eden bir topluluktur. Vıbıhlar’a, Adıgece konuşan Barakay (Braqıy) (Bak.Türk Ansiklopedisi, ”Barakay” maddesi) örneğinde olduğu gibi, ölü Vıbıh dili esas alınıp Adıgeler’den ayrı bir etnik kimlik verilmeye çalışılması doğru ve gerçekçi değildir. Örneğin Saçe (Soçi) yöresinde, günümüz Şapsığları gibi, ayrı bir Vıbıh topluluğu da oluşsaydı, o zaman Adıgece konuşan bir Vıbıh kimliğinden ya da 5.nci bir Adıge yöresinden söz edilebilirdi (yaşayan 4 yöre-Şapsığ, Adıge, Çerkes ve Kabartay’dır).

2.Vıbıh bölgesi, son Adıge –Rus Savaşı sırasında, söylenenlerin tam aksine, Şapsığ ya da Abadzeh bölgesi gibi, doğrudan bir savaş cephesi ya da alanı da değildi, yani Şapsığ topraklarının siperinde ve Mart 1864’e değin Ruslar’ın henüz ulaşamadığı bir yerde idi. 1856 Paris Antlaşması gereğince, Ruslar Karadeniz’de donanma bulunduramadıklarından, kıyıdaki Vıbıh bölgesine denizden çıkartma da yapamıyorlardı. Vıbıh bölgesi,1864 Mart ayında görülen ve birkaç kişinin ölmesiyle sonuçlanan küçük çaplı bir çatışma girişimi dışında, savaşa sahne olmamış ve Ruslar’la hemen bir ateşkes imzalamıştır; dolayısıyla savaşlar nedeniyle Vıbıh nüfusunun azalması için bir neden yoktur. Vıbıhlar, 1864 öncesinde, Şapsığ ve Abadzeh bölgelerine gönüllü süvariler gönderiyorlardı. Abadzeh ve Şapsığlar 1863’te savaşı durdurmuşlardı. Bu konuda da hamaset dolu asılsız yazılar yazılmaktadır.

 

Abhazlar 

  1. Abhazya’ya gelince; Abhazya, 1864 öncesinin Bağımsız Çerkesyası sınırları dışında, başka bir ülkenin, Rusya’nın sınırları içinde olan bir yer idi. Abhazya, 1810-64 yılları arasında, kendi isteğiyle Rus koruması (protektorası) altına giren ve Ruslarca feshedilmeyen Güney Kafkasya’daki tek feodal (yani ulusal yazısı oluşmamış) prenslik, Çerkesya sınırında, bir ‘tampon bölge’ konumunda idi.

Abhazlar, temelde, bir prens ailesi ve onun vasalları olan, hiyerarşik yapıdaki bir derebeyi zümresi (ah, marşan, aamısta) tarafından yönetilen, büyük çoğunluğu yoksul köylü ve kölelerden oluşan, Adıgeler’e akraba, ama önemli bölümü Ortodoks Hıristiyan olan bir toplum idiler. Derebeyi zümresi Rus işbirlikçisiydi. Bu noktada da saptırmalara gidilmekte, dahası feodal Abhaz prenslerine “kral” yakıştırmaları bile yapılabilmektedir.

Bu arada Rus Ordusundaki Abhaz askerlerin Çerkesler’le yapılan çarpışmalarda “Çerkeslere değil, havaya ateş ettikleri” gibisine “ilginç” iddialar da vardır. (Bak.”Kuzey Kafkasya KD”, sayı 85-86,1992, s.60), ama gerçekler hiç de öyle değildir, paralı aşiret birlikleri, baskın ve saldırılarda Adıgeler’e karşı en acımasız ve öncü görevleri yükleniyorlardı (Dikkatli okunursa, bunun bir örneğini, Kabartay birliğine ilişkin olarak, Semen Esadze’nin, ”Çerkesya’nın Ruslar Tarafından İşgali” adlı kitabında da görmek mümkündür).

  1. Bir de “göç” durumuna bir bakalım: Türkiye’ye yapılan Abhaz ve diğer Kafkas halklarının göçleri, Adıgeler’inki ile aynı değildir. Bu farkların gözardı edilmesi, bizi yanlış sonuçlara götürür. Çerkesya dışından yapılan göçler, yapıldıkları “bölgelerin nüfusunun tamamını kapsayan” bir etnik temizlik olayı değildir; ayrıca Rus hükümetince öncesinden alınmış Abhaz, Kabartay ya da diğer Kafkas halklarına ilişkin resmi deportasyon kararları da yoktur; ayrılanlara ses çıkarılmaması, kolaylık gösterilmesi ve geri dönmek isteyenlere kapıların kapatılması durumları vardır. Yani “toptan kovma” değil, sadece “azaltma” politikaları uygulanmıştır. Abhaz göçleri ise, ayaklanmalar nedeniyle başlamış, ayrılanlar Müslüman olduğu için Ruslarca göz yumulmuştur. Adıgeler’e uygulan politika, örneğin Abhaz, Kabartay ve Osetler’e uygulananlar boyutunda kalsaydı, bugün milyonlarca Adıge olur, ”Abhaz” ya da   “Çerkes ” diye bir sorun da kalmazdı.

Bu bağlamda, Abhaz göçleri, ilkin, Çar II.Aleksandr’ın idari ve sosyal reformlarına, yani 1864’te köleliğin, feodal ayrıcalıkların ve feodal prensliğin kaldırılmış olmasına bir tepki olarak başladı ve “birkaç bin Abhaz”, yurdundan topluca çıkartılan Çerkesler’e katılarak,Türkiye’ye göç etti (Yani sınırlı bir siyasal-feodal tepki sözkonusudur. Kabartay derebeyleri gibi, Abhaz derebeyleri de, çıkarlarına dokunulmadığı sürece Ruslara ses çıkarmamışlardı). 1860’lardaki Rus resmi kayıtlarında, göç edenler listesinde Şapsığ, Vıbıh, Ciget ve diğerlerinin adları ve “sayıları” verilirken Abhazlar’dan söz edilmemektedir; çünkü Abhazlar 1864 resmi sürgün olayı kapsamı dışında idiler (Vıbıh ve Cigetler ise, Abhazlar gibi Abhazyalı ya da Rusya yurttaşı değil, Çerkesyalı idiler). Bu gerçekleri birbiri ile harmanladığımızda, bilimsel ve doğru bir sonuç elde edemeyiz. Sonuç olarak, bu konuda bir uzman olan Allen’e göre, birkaç bin Abhaz, Türkiye’ye gönderilmekte olan Çerkesler’le birlikte 1864 göçüne katılmıştır (Bak.W.E.Allen ve ölü Paul Muratoff, ”1828-1921 Tük-Kafkas Sınırındaki Harplerin Tarihi”, Ankara, 1966,s.120). Yani başka nedenlere bağlı da olsa,1864 yılı, Abhazları da vurmuştur.

  1. 1877’de, Osmanlı-Rus Savaşı kapsamında, Abhazya kıyılarına (Gudavta, Sohum ve Oçamçira yörelerine), Türk çıkartmaları yapıldı ve Türk işgali, yer yer üç ay kadar sürdü. Sayıları üç bin dolayında verilen bir Abhaz, propagandalara ve Türklerce getirilmiş olan 30 bin yeni “Snyder tüfeğinin” cazibesine kapılarak vb. nedenlerle Türklerle işbirliği yaptı, Sohum’da yağma olaylarına karıştı ve Ruslarla çarpıştı. Sonunda, Ruslar’ın Türkleri ve işbirlikçilerini Sohum merkezinde sıkıştırmaları üzerine, Sohum’u boşaltan Türk birlikleriyle birlikte, burada birikmiş olan sivil Abhazlar da (32 bin kadar) Türkiye’ye götürüldüler. Dahası, Sohum’a yürüyen ve durumu gören Rus komutanı Şelkovnikov saldırı ısrarında bulundu, ama diğer Rus birliğinin komutanı Alhazov harekatı durdurarak, Türkler’in çekilmelerine, dolayısıyla Abhazları da beraberlerinde götürmelerine fırsat tanıdı (Bak:age, s.146-147). Sonuç olarak, Abhazlar oyuna gelmiş ve kullanılmışlardır. Bu da bize küçük halkların, arada ezilmemek için, çok daha dikkatli olmaları ve büyük uluslar gibi hareket edemeyecekleri gerçeğini öğretmektedir.

(Kuşkusuz bu sorumsuz başkaldırı ve sonuç, küçücük Abhaz halkının geleceği için ağır bir yıkım oluşturmuş, Abhaz nüfusunun çoğu tarihi ülkesinden ayrılmıştır. Bunun sorumluları da, Osmanlılar, işbirlikçileri, onlara kanıp isyan edenler ve sivil halkı toplayıp götürenlerdir.

Abhaz halkı, kökleri tarih öncelerine dayanan, Adıgeler’le ve diğer Kuzey Kafkas halklarıyla paylaşılan büyük bir kültürü temsil eden bir halktır. Nitekim, Hıristiyan Abhazlar 1877 ayaklanmalarına katılmamış, aksine Rusları destekleyip Osmanlılar’la ve asi Abhazlar’la çarpışmış ve böylece tarihten silinmeyi de önlemişlerdir. Bugün de asıl mücadeleyi bu Hıristiyan Abhazlar omuzlamışlardır. Abhazlar, 1920’lerde Menşevik Gürcülere ve işbirlikçilerine karşı mücadele etmiş, 1921’de bağımsız bir cumhuriyet kurup, bunu SSCB içinde 10 yıl boyunca yaşatmayı başarmış, Stalin terörüne göğüs germiş, daha sonra demokratik bir mücadele vermiş, ardından özgürlük uğruna yiğitçe çarpışmış, sonunda ateşkes imzalayarak bağımsızlık yolunda ciddi bir adım atmış, bu arada ciddi bir dış destek de sağlamışlardır. Üzerinde durulması, aydınlatılması ve geliştirilmesi gereken noktalar, birtakım yanlış enformasyonlar değil, işte bunlar ve benzerleridir.

 

Adıge ve Abhazlar

  1. Adıge deportasyonu, askerin süngüsüyle yerine getirilmiş korkunç bir etnik temizlik, bir ulusal toplumu toptan cezalandırma ve yok etmeya da 1864’te Kafkasya’da 2 milyon olan bir ulusal nüfusu, 1897’de 30 bine düşürme olayıdır. Adıgeler’in, 1864’te, her ne suretle olursa olsun, o an yaşamakta oldukları köylerinde kalma özgürlükleri yoktu; Ruslar’ın,”göstermelik” olarak ayırdıkları bazı yöreler, yani Orta Kuban ve Orta Laba’nın solundaki bataklıklara yerleşme olanağı dışında, Çerkesler’e bir barınma alanı bırakılmamış, iç ve dış sürgün bir arada yapılmıştır. Soykırımdır, çünkü Adıgeler, 1864 öncesinde Ruslar’a sürekli barış tekliflerinde bulunmuşlar, ama olumlu bir yanıt alamamışlardır. Örneğin en son, Eylül 1861’de, Çar II.Aleksandr’a, yerlerinde kalma koşuluyla görüşme ve anlaşma önersinde bulunmuşlardı. Ama, bir uzlaşma olabilecek iken, Çar, kesin bir dayatma olarak, ”ya Türkiye’ye gidin ya da Kuban boylarına yerleşin, size bir ay süre veriyorum” demiş, ama hemen ardından, komutanlarına, Adıgeler’i kuşkulandırmadan “hazırlıklarınızı tamamlayın” (yani Adıgeler’in üzerine yürüyün) talimatını vererek, bir aylık süre sözünü bile tutmadığını ve dürüst biri olmadığını göstermişti. Oysa Adıgeler sözlerinde duruyorlardı.Örneğin, Ekim 1863’te Ruslar’la ateşkes imzalayan ve 6 Ekim 1864 günü akşamına değin yerlerinde kalma süresi alan Şapsığlar, sözlerinde durdular ve Şapsığ ateşkes gözlemcilerinin çabalarıyla, Ruslar’la olası yeni çatışmaları önlemeyi, ardından, belki de, daha önce ateşkese uymayan Abadzehler’e yapıldığı gibi, bir Vıbıh kıyımı yapılmasını da,Vıbıh gözlemcilerle birlikte önlemişlerdir. Yani, Adıgeler verdikleri sözleri yerine getirmişlerdir.
  2. 1864’te etnik temizlik uygulanan yerleri de yeniden belirtelim: Kuzeyde Kuban Irmağı ağzından başlayıp güneyde, Adıge egemenliğinin sona erdiği Bzıb (Psıb) Irmağına kadar uzanan Karadeniz bölgesi ile, doğuda Laba Irmağına değin uzanan Güney Kuban havzasını kapsayan egemen Çerkesya topraklarının tamamıdır. Bu sınırlar dışında,1864’te, etnik temizlik ya da deportasyona tabi tutulan başka bir yer yoktur. Baskılar, nüfus kayıpları, yani göçler yaşanmıştır, ama Adıgelerinki gibi, tüm bir ülkenin boşaltılıp insansızlaştırılması durumları olmamıştır.

Bu arada, başka bir durumu da vurgulayalım: 1864 öncesinde Çerkesya’nın bir parçası olan, yani Psov-Bzıb ırmakları arasında bulunan küçük bir bölüm, 1864’ten sonra, Ruslar tarafından idari yönden Sohum okruguna (Abhazya’ya) eklenmiştir; burası şimdiki Abhazya’nın Gagra yöresidir, 1864 etnik temizliği ve deportasyonu nedeniyle, bu yöre halen bir Rus yerleşim alanıdır. Çünkü, bu yerlerde yaşayan barışçı Cigetler, vb. de sürülüp yerlerine Ruslar yerleştirilmiştir. Bunların etnik açıdan Abhaz olup olması sorunu değiştirmez, bunlar, Abhazya içinde yaşıyor olsalardı yerlerinde kalacak ve sürülmeyeceklerdi.

Bir başka ilginç durum da, Mart 1864’te Vıbıhlar’a boyun eğdiren ve ateşkes imzalatan Tuğgeneral Heimann’a, Cigetler, ”barışçı bir toplum olduklarını, Ruslar’la çarpışmadıklarını ve yerlerinde kalıp kalamayacaklarını da bilemediklerini ve nasıl davranmaları gerektiğini” sordular; General de,”kendisinin de bu konuda bir şey bilmediğini, Başkomutan Grandük Mihail Nikolayeviç’in gelmesinin beklenmesi gerektiğini” söyledi. Grandük de, Cigetler’e ve diğer yöre halkına ‘bir ay içinde bölgeyi terk etmelerini’ bildirdi. Çünkü sürgün kararı sınırları çizilmiş belli bir alanı, yani sadece egemen Çerkesya’ya isabet eden bir alanı kapsıyordu (Bak.Semen Esadze ”Çerkesya’nın Ruslar Tarafından İşgali” ve 1864 işgaline ilişkin daha başka kaynaklar) .

Sonuç olarak, bazılarının iddia ettiklerinin tam aksine, 1864’te, Abhazya nüfusu ya da Abhazlar, deportasyon olayı kapsamı içinde değildiler; örneğin, 1864’te Bzıb Irmağı güneyinden başlayan Abhazya’nın (Gudavta yöresinin) yerli nüfusu yerli yerinde kalmıştır ve halen de yerindedir. Ama Bzıb Irmağı kuzeyinde tek bir Çerkes köyü bile bırakılmamış, hepsi ateşe verilip yakılmıştır. Şöylesine bir örnek de verebilirz: Jivkov döneminde 300 bin Türk, Türkiye’ye sığındı, ama geride bunun iki katı kaldı. Ama 1970’te Kıbrıs’ın kuzeyinde Rum, güneyinde de Türk bırakılmadı. Adıgeler’inki, daha çok Kıbrıs örneğine, Kabartay ve diğerleri de Bulgar örneğine benzemektedir.

  1. Çok daha sonra,1877’de istilacı Türkler’le birleşip ayaklanan bazı Abhazlar, yukarıda da belirtildiği gibi, aynı yıl Sohum’dan kaçan Türk birlikleriyle birlikte Türkiye’ye göç ettiklerinden, Sohum yöresi Abhaz nüfusundan boşalmış ve boşalan bu yöreye de Gürcüler yerleşmiştir. Bu nedenle Abhaz yerleşmeleri, Gürcü nüfuslu Sohum yöresinin güneyindeki Oçemçira yöresinde yeniden başlamaktadır (Bak.”Ethnic Groups in the Causasus”, 1992, internet).

(Bu arada, bu değerlendirmelerimizin 1992-93 öncesine ait olduğu da unutulmamalıdır).

 

Vıbıhlar ve Sürgün Üzerine

  1. 1864’teki Çerkesya’dan sürülme olayı ve 1878 Balkan sürgünü sonrasında, Vıbıhlar, Anadolu’da şimdiki Balıkesir’in Manyas ve Gönen ilçelerine, Kocaeli, Sakarya ve Düzce illerine, Samsun’a ve hatta K.Maraş’ın Göksun ilçesine, vd. yerlere yerleştiler. Bunların tümü Şapsığ-Hak’uç lehçesinde Adıgece, içlerinden çok küçük bir bölümü de Adıgece yanında, bir de Vıbıhça konuşuyordu (Vıbıhça için ayrıca bk.”Nart” dergisi, sayı 8, 1998, s.13’deki yazımız).
  2. Sürgünün iki biçimi vardır: 1864’te Çerkesya’dan yapılan sürülme olayı, daha ağır bir biçim olandış sürgün ya da ülke dışına sürülme, kovulma olayıdır (deportation); Çerkesya’nın artık Çerkesler’in oturmasına yasaklanmış olan bölgelerinden, yine Çerkesya’nın ya da artık Rusya’nın bir parçası olan Kuban Oblastı’nın Orta Kuban ve Orta Laba solundaki yörelerine yaptırılan Çerkes göçü ise, bir iç sürgün, ülke içindeki bir yerlerden daha başka bir yerlere nüfus transferi olayıdır (relocation); 1878’de Balkanlar’dan Osmanlı Asyası’na yaptırılan zorunlu göçler ile, 194344’te bazı halkların, Stalin rejimince Sibirya taraflarına sürülmeleri olayı da relokasyon, yani iç sürgün olayları niteliğindedir .

Dış sürgünün telafisi, iç sürgüne göre daha zordur. Örneğin Laba boyuna sürülen Şapsığlar’ın bir bölümü ve Sibirya’ya sürülenler (Çeçen, İnguş, Balkar, Karaçay, Kalmuklar) ,dahası 1922-23’te Manyas ve Gönen’den doğuya sürülen Adıge köylüler, olay bir iç sürgün olayı olduundan geri dönebilmiş, ülke dışına atılanlar ise geri dönememişlerdir. Olaylar, politik konjonktüre göre de nitelik değiştirebilirler: Örneğin1915 Ermeni tehciri Osmanlı Türkiyesi sınırları içinde kalan ve vurttaşlara yönelik bir iç sürgün (relocation) olayı iken, 1918’deki sınır değişikliği nedeniyle, Suriye ve Lübnan’da kalan Emeniler için, deportasyon biçimine dönüşmüş, yani araya başka bir ülke yurttaşlığı ve sınır engeli girmiştir.

Vıbıh Dili ve Adıgecesi

  1. Bu arada aydınlatıcı bir durumu daha belirtelim: Şapsığ ve Vıbıh Adıgecesi gibi, Adıgece’nin kıyı lehçelerinde bulunank,k’(kv) ve g sessizleri, doğudaki ova ya da bozkır lehçelerinde, sözgelişi Abadzeh (Abzah) ve K’emguy lehçelerinde de yoktur ve başka biçimlerde algılanır ve söylenir; karşılık olarak bu sessizler, sonuna “o” ve “u” seslileri gelip “ko”,”k’o”,”ku”,”k’u”,“go” ve “gu” biçiminde başka bir sese dönüşmedikleri sürece, kendine özgü ve farklı bir nitelikte ç, ç’(çv) ve c (dj) olarak söylenir. Sözgelişi, Şapsığ-Vıbıh “Qımkerıy”, Abadzeh-K’emguy “Qımçerıy” (aslı “Kırımgiray” ); Şapsığ-Vıbıh “k’apse” (kvapse), Abadzeh-K’emguy “ç’apse” (çvapse) (ip); Şapsığ-Vıbıh “gegu”, Abadzeh-K’emguy “cegu”; ”djegu” (eğlenti), vb. Örneğin; Vıbıh, Hak’uç ve Şapsığ “Kerim”, ”Ekber”, ”Kemal” , ”ketıv” (kedi) derken, Abadzeh ve K’emguy “Çerim”, ”Eçber”, ”Çemal”, ”çetıv” (kedi) der. Buradaki “Çe” ‘nin aslı, normal “Ç” değil, “Ke” ‘dir. Bu nedenle Rus yazılışında, hala bağımsızlık döneminden kalma ve doğru (özgün) biçim olan eski Şapsığ-Vıbıh yazılışı esası ve terminolojisi halen sürdürülmekte, ”Hamçeti” değil “Hamketi”, ”Çeraş” değil “Keraş” yazılmaktadır. Türkçe yazılışta da, karışıklığa yol açmamak için, özel durumlar dışında, terminolojik anlamda daha doğru ve kapsayıcı olan bu Rus yazılış biçiminin kullanılması yerinde olur .
  2. Vıbıhlar’ın bir toplantıları sonunda, kendi ana dillerini bıraktıkları ve komşu “Abzeh” (Abadzeh) dilini “konuşmaya karar verdikleri” biçimindeki söylemler de doğru değildir, ayrıca bunun tarihsel bir benzeri ve örneği de yoktur; anadili bir toplantı kararıyla değil; bir dil, doğal asimilasyon anlamında, o dilde konuşanların, uzun bir süreç içinde ve sonunda, neredeyse toptan ve farkına bile ‘varılmadan’, çok doğal bir şeymiş gibi, kendi dilleri yerine, bildikleri ve giderek dozu artan bir biçimde kullanmaya başladıkları komşu ya da egemen bir ikinci dili, bir birikimden sonra, eski dili (anadilini)atarak, ikinci dili hep birlikte veani olarak (hemen hemen aynı sıralarda) konuşmaya başlamaları ile yok olur (ani olur, çünkü bir süreçten ikinci bir sürece geçiş, mürekkep damlatılan suyun son bir damlayla mürekkebin rengini alması gibi, ani bir sıçrama, dönüşüm, geçiş biçiminde olur) . Sonunda dil, önceki, yani geride bırakılmış olan süreçten taşınan, yani bir anı olarak anadilini bilen, ama bu dili konuşmayan, çocuklarına öğretme gereği duymayan ya da öğretemeyen son bireylerin de ölmesiyle tamamen yok olur; tıpkı Vıbıh (Rusça yazılışıyla “Ubıh”) dili gibi; ayrıca, şimdilerde Türkiye’deki çoğu küçük dillerin, 1970-80’lerdeki milliyetçi askeri –adli baskı dönemlerinde ve sonrasında olduğu gibi, sindirilmeleri ve negatif bir medya bombardımanı altına alınmaları ve böylece iletişimsel işlevlerini de yitirmeleri gibi (Bu gibi konular, ”akademizme” boğulmadan, objektif olarak incelenmesi ve tartışılması gereken şeylerdendir).

Sayı çokluğu, kuşkusuz bir avantajdır (örneğin Kürtler gibi), ama sayı azlığı ya da çokluğu, her zaman için, salt bir belirleyici etken de değildir. Örneğin, İstanbul’da 500 yılı aşkın bir süreden beri konuşulan, şimdilerde bile 30 bin dolayında bir nüfusun anadili olması gereken, ayrıca bir okul ve basın dili de olmuş olan Yahudice (Yahudi İspanyolcası), sanki Adıgece ile eş zamanlı imiş gibi, 1970’ler

 

Sayı : 2007 02