Açıkça görüldüğü gibi, Konda’nın müşterileri adına “müdahalede bulunma ve taraf olma” kaygısı, gerçeğin ortaya çıkarılmasını engellemiştir. Türkiye açısından çok önemli olan bu konulardaki araştırmaların bilimsel esaslara göre yapılması ve öncelikle doğru verilerin elde edilmesi, tüm çalışmaların başlangıç noktası olmalıdır
Kamuoyuna Önemle Duyurulur
Milliyet gazetesi ve Konda araştırma ve danışmanlık şirketinin işbirliğiyle yapılan bir araştırmanın sonuçları 19-26 Mart 2007 tarihlerinde söz konusu gazetede “Biz kimiz?” adıyla yayımlandı. “Türkiye’nin toplumsal yapısının eksiksiz ve objektif bir tanımını ortaya koymak” ve “Türkiye toplumunun etnik ve dini açıdan kimlik yapısını tarafsız bir biçimde her yönden ortaya çıkarmak” amacıyla yapılan araştırmanın, bu amaçlarına ulaşamadığı, uygulanan yöntem ve yayımlanan yorumların araştırmanın bilimsel niteliğine gölge düşürdüğü, konuyla ilgili pek çok kesim tarafından dile getirildi. Böylesine önemli bir konuda yapılan bu yayının, yanlış bilgilenmeye ve anlaşılmaya yol açmaması için Kafkas Dernekleri Federasyonu olarak görüşlerimizi kamuoyu ile paylaşmak istiyoruz.
- Milliyet gazetesinde yayımlanan araştırmada tespit edilmek istenilen bilgiler, dünyanın pek çok ülkesinde idari kayıtlardan ve resmi istatistiklerden kolaylıkla elde edilebilmektedir. Nitekim Türkiye’de de 1927 yılından başlayarak 1965’e kadar yapılan nüfus sayımlarındaki anadile ilişkin veriler Devlet İstatistik Enstitüsü tarafından yayımlanmıştır. Türkiye’de bu konuda güncel ve güvenilir verilerin olmaması ve bu konunun bir tabu olarak görülerek kapsamlı çalışmaların yapılmaması büyük bir eksikliktir.
- Örnekleme dayalı çalışmaların özellikle nüfus oranı düşük gruplar hakkında sağlıklı sonuçlar verebilmesi için, örneklem planının çok iyi hazırlanması, yani anketin nerede/kimlerle yapılacağının çok iyi belirlenmesi ve bilgi alınacak kesimleri yeteri kadar yansıtacak büyüklükte olması gerekmektedir. Araştırma için örneklem seçiminde “kırsal ve kentsel nüfus, yerleşim birimlerinin büyüklüğü, deneklerin eğitim durumları, 2002 genel seçim sonuçları, kadınların iş yaşamına katılım oranları ve arsa metrekare fiyatları dağılımları” gibi faktörlerin göz önüne alındığı belirtilmiştir. Bu değişkenlerin bir kısmı, örneğin “arsa metrekare fiyatları” bu araştırma açısından anlamlı değildir. Deneklerin, yani anket yapılan kişilerin eğitim durumlarının bir faktör olarak gösterilmesi, anketten önce örneklemin belirlenmesi ilkesine aykırıdır. Çalışmada 2721 mahalle veya köyde 18 yaşını aşmış 18 kişi ile (toplam 47.958 kişi) görüşüldüğü belirtilmektedir. Yani mahalle/köy örneklem birimi olarak seçilmiştir. Bu durumda, toplam seçilen mahalle/köy sayısı az olduğu için, belirli bir etnik topluluğun yaşadığıbir kaçmahalle/köy tesadüfen seçildiğinde veya seçilmediğinde, o etnik topluluğun oranı çok farklı tahmin edilebilecek ve Türkiye geneli için yapılan tahminler çok yanlış olabilecektir.
- Çalışmada elde edilen sonuçlar mutlak doğru gibi sunulmakta, hesaplanan oranların güven aralıkları belirtilmemekte ve anlamlı olmayan büyüklükler bile kesin veri gibi yansıtılmaktadır. Örneğin, çalışma sonuçlarına göre Türkiye’de Çeçen, Yahudi, Süryani, İranlı ve Amerika-Afrikalıların oranı %0.004’dür. Araştırmada 47.958 kişi ile görüşüldüğüne göre, örneklem kapsamında bu etnik gruplardan sadece ikişer kişi yer almaktadır. Bu sonuçların, özellikle örneklem biriminin 18 kişi ile görüştüğü yerin mahalle/köy olduğu göz önüne alındığında, istatistiksel açıdanhiç biranlamının olmadığı açıktır. Çünkü örneğin, tesadüfen bir Çeçen köyü veya mahallesine gidilmiş olsaydı, görüşülen Çeçen sayısı 18 kat artacak ve Çeçenler’in nüfusu Gürcüler kadar tahmin edilecekti. Benzer şekilde, anketin 91 “Çerkes” ve 38 Gürcü kökenli ile yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu kadar küçük sayılar ile bu topluluklar hakkında anadili konuşma oranı gibi tahminlerin yapılamayacağı da açıktır.
- Araştırmacılarının ifadesi ile, “araştırmanın en merak edilen bulgularından” etnik kökene ilişkin bilgiyi elde etmek için sorulan soru, “Hepimiz Türk vatandaşıyız, ama değişik kökenlerden, yörelerden olabiliriz; siz kendinizi, kimliğinizi ne olarak biliyorsunuz veya hissediyorsunuz?” şeklinde ifade edilmiş ancak, cevap seçenekleri belirtilmeden, ucu açık olarak bırakılmıştır. Belirli bir yönlendirme içeren bu soruda amaç etnik kimliği tespit etmek olduğu halde, sorunun bu şekilde açıkça sorulmaması ve cevap seçeneklerinin verilmemesi, sonuçların da yanıltıcı olmasına yol açmıştır. Nitekim, verilen cevapların bir kısmıaçıkcayanlıştır. Örneğin, “muhacir”, “Balkan göçmeni”, “Müslüman”, “TC vatandaşı” gibi ifadeler herhangi bir etnik kimlik tanımlamamaktadır. Deneklerin bir kısmının “Türk vatandaşı” anlamında “Türk” cevabı vermesi de büyük bir olasılıktır. Çalışmanın amacı gerçekten “Türkiye toplumunun etnik ve dini açıdan kimlik yapısını tarafsız bir biçimde, her yönden ortaya çıkarmak” olsaydı, bu amaç doğrultusunda nesnel konuma ilişkin soruların sorulması uygun olacaktı.
- Yukarıda değinilen nedenler ile çalışmada, Türkiye geneli için tahmin edilen sonuçların yanlış olması beklenmektedir. Nitekim “Kafkas kökenlilere” ilişkin tahminler, bu konuda yapılan diğer pek çok çalışma ile uyuşmamaktadır. Bu araştırma sonuçlarına göre, Türkiye’de 210 bin Kafkas kökenli (Çerkes, Çeçen, Gürcü) yaşadığı tahmin edilmektedir. Bu sayının, 1965 nüfus sayımında anadilini Kafkas dilleri olarak belirten nüfustan bile daha az olduğu görülmektedir. Örneğin,Çerkeshalklarından olan Abazalar’ın, dünyada en çok Türkiye’de yaşamalarına karşın, Konda anketine göre hiç bir Abaza kökenlinin bulunmaması çalışmanın kapsamına ilişkin eksikliğin net bir işaretidir. Ayrıca, Kemal Karpat gibi Osmanlı tarihi ve nüfus hareketleri üzerinde uzman olan araştırmacılar, 1850’lerden 1900’lü yılların başına kadar Osmanlı’ya sürgün edilen Çerkes sayısının, 2 milyon ile 2 milyon 200 bin arasında olduğunu yazmaktadırlar (Nart dergisi, sayı 37). Yine aynı araştırmacılar salgın hastalıklar, deniz tutması ve olumsuz yaşama koşulları vb. nedenlerle ölenlerden sonra, Osmanlı topraklarına sağ salim yerleşebilen insan sayısını, yaklaşık 1.5 milyon olarak yazmakta ve o zamanki Osmanlı nüfusunun 10 milyondan biraz fazla olduğunu belirtmektedirler. Çerkesler’in geç evlenmesi, az çocuk yapması gibi nüfusa olumsuz yansıyan etkileri de düşündüğümüzde, günümüz Türkiyesinde, en az 6 milyon Çerkes kökenli insanın yaşadığını söylemek doğru olacaktır. Bu nüfusun da yaklaşık yarısının, kültürel ve tarihsel kimliğini yaşattığı söylenebilir. Nitekim Prof. Dr. Kemal Karpat da bunu söylemektedir. Bu konuda 1970’li yıllarda İzzet Aydemir’in tüm Türkiye’de köy bazında yaptığı çalışma ile Adana Kafkas Derneği’nce 2004-2005 yıllarında “Doğu Akdeniz Çerkesleri” adıyla yapılan çalışma, aydınlatıcı bilgiler sunmaktadır. Ayrıca Doç. Dr. Ayhan Kaya’nın “Tükiye’deki Çerkes Diasporası” adlı araştırmasında da Türkiye’deki Çerkes nüfus üç milyona yakın çıkmaktadır. AB yayınlarında ise sayısal olarak Türkiye’de üçüncü etnik yapının Çerkesler olduğu yazılmaktadır. Bu veriler ile tarihsel gerçekler bir araya getirildiğinde, Konda çalışmasında öne sürülen verilerin güvenilir olmadığı ortaya çıkmaktadır.
- Kondaşirketi, web sayfasında çalışma felsefesini şöyle tanımlamaktadır: “Araştırmalarımızda, sözleşme sonrası sizden uzak durup yalnızca raporu yazan değil, baştan sona tüm süreçte sizinle beraber, sizin gereksinmelerinizi dikkate alan bir çalışma yöntemimiz var. Danışmanlık raporlarını yazıp önerilerde bulunduktan sonra kenara çekilen değil, uygulamayı ve değişimi sizinle beraber yaşayarak gözleyen ve müdahalelerde bulunan bir anlayışımız var. … [Konda] bilgi getiren postacınız göreviyle değil, sorunlarınıza taraf olarak yerine getirir.”
Açıkça görüldüğü gibi, Konda’nın müşterileri adına “müdahalede bulunma ve taraf olma” kaygısı, gerçeğin ortaya çıkarılmasını engellemiştir. Türkiye açısından çok önemli olan bu konulardaki araştırmaların bilimsel esaslara göre yapılması ve öncelikle doğru verilerin elde edilmesi, tüm çalışmaların başlangıç noktası olmalıdır.
Kafkas Dernekleri Federasyonu
Sayı : 2007 04