Anaerkil Toplum… 

0
3058

Tarih içinde bin yılların ataerkil toplumunu, ondan çok daha uzun bir tarihi süreci kaplamış anaerkil toplum önceliyordu. Bu toplumda kadının belirgin bir üstünlüğü vardı; fakat bu öteki cins üzerinde tahakküm kurmaya dayalı ve onu ezmeye yönelik bir üstünlük değildi. O günün toplumsal ilişkileri içinde kadının konumuna bağlı olarak oluşan doğal bir toplumsal durumdu bu. Burada kadının cins ayrıcalıklarına bağlı olarak erkeğin ezilmesi ve sömürülmesi değil, fakat o günün toplumuna egemen anaerkil ilişkilere doğal bir bağımlılığı söz konusudur. 

Anaerkil toplum ya da bilimsel açıdan daha uygun bir niteleme ile ilkel komünal toplum, henüz özel mülkiyetin, sınıfların, sömürünün, devletin olmadığı, genel olarak toplumda sınıf egemenliğine dayalı ilişkilerin ve dolayısıyla onun ürünü ya da uzantısı öteki toplumsal sömürü ve ezme biçimlerinin ortaya çıkmadığı, bu çerçevede cins ezilmişliğinin de bulunmadığı bir toplum biçimidir. 

İnsan toplumunun varoluş ölçeği o aşamada henüz bugünle hiçbir biçimde kıyaslanamaz ölçüde küçüktü. İnsan toplulukları küçük ölçekli kabileler halinde yaşıyorlardı. Bu kabile yaşamı içinde bir komünal mülkiyet ortaklığı bulunduğunu, kadının bir dizi avantajından dolayı bu toplumda öne çıktığını, otorite sahibi olduğunu, manevi saygı gördüğünü biliyoruz. Soy zincirinin kadına göre belirlendiğini; evliliklerde erkeğin kadının kabilesine gittiğini, bu anlamda kadına tabi olduğunu, boşanmalarda gerisin geri kendi kabilesine döndüğünü ve beraberinde bir şey götüremediğini biliyoruz. Çocuklar kadının kabilesine ait idi; çocuğun doğduğu kabileye mensup olan dayı, evlendiği kadının kabilesine giderek nispeten uzak bir yabancı olarak kalan amcadan çok daha değerli ve ön planda idi. 

Köleci sınıf toplumunu önceleyen tanrıça kültürü, tümüyle kadının toplumda etkin, egemen ve saygın olduğu bir tarihsel dönemin göstergesidir. İnsanlık tarihinin düşünsel-kültürel boyutunda tanrılardan önce tanrıçalar var ve tanrıların bunların yerini alması zamanla oluyor. Ve bu, mitolojinin açıkça tanıklık ettiği gibi, barışçı biçimde olmak bir yana ancak büyük mücadeleler sayesinde ve bu mücadelelere sahne olan zorlu bir tarihi geçiş döneminin sonrasında gerçekleşiyor. 

Bu, sınıflı toplumun ve ona eşlik eden erkek egemenliğinin, bin yıllara yayılan zorlu ve sancılı doğumunun düşünsel-kültürel yansımasından başka bir şey değildir kuşkusuz. Tarih içinde özel mülkiyetin, sömürünün, sınıfların, bunlara dayalı tahakküm ve ezme biçimlerinin, bütün bunların temel bir aracı olarak devletin doğumuna, bu aynı sürecin cins ilişkileri planında yansıması olarak erkek egemenliğinin doğumu eşlik etmiştir. 

Üretici güçlerdeki gelişme zamanla üretim içinde erkeğe daha üstün bir konum kazandırdı ve bu gelişmenin yarattığı zenginlik gitgide özel mülk olarak erkeğin elinde birikti. Erkek tam da bu sayede adım adım toplum içerisinde ön plana çıktı ve kadının sahip olduğu üstünlükleri devralmaya başladı. Ama arada köklü ve temelli bir fark vardı; kadın üstünlüğü sınıfsız ve sömürüsüz bir toplumsal ilişkiler sistemi içinde gerçekleşiyorken, dolayısıyla baskıya, zora, bunlara dayalı ezme biçimlerine dayanmıyorken; bunu izleyen erkek egemenliği, sınıfsal baskı ve sömürünün egemen hale geldiği bir toplumsal ilişkiler içinde gerçekleşti, sınıfsal sömürü ve baskının cins ilişkileri planındaki uzantısı oldu. 

Konumuz kadın sorunu olduğu için, bu toplumsal değişimi daha çok kadın-erkek ilişkilerinin evrimi üzerinden ele alıyoruz. Yeri geldikçe vurgulandığı gibi gerçekte burada daha genel planda bir toplumsal evrim var ve kadın-erkek ilişkilerindeki tarihsel değişim de bunun bir parçası olarak gerçekleşiyor. Çözülen daha genel planda ilkel komünal toplumdur, sınıfların, sömürünün, özel mülkiyetin ve devletin olmadığı toplumsal düzendir. 

Sınıfların doğumuna erkek egemenliğinin doğumu eşlik etti, bu ikisi aynı sürecin iki farklı boyutudur. İlki aynı evrimin sınıf ilişkileri, ikincisi ise cins ilişkileri planındaki yansımasıdır. Ne zamanki mülkiyet, sömürü, sınıflar ve devlet, bunları olumlayan ve meşrulaştıran ideoloji, kültür, değer yargıları, dinsel inançlar vb. doğdu, işte o zaman kadının cinsinin bin yıllara yayılan ve halen de sürmekte olan ezilmişliği de başlamış oldu. Sınıfsal sömürü ve baskının tüm maddi ve manevi araçları kadın üzerindeki cinsel sömürü ve baskının da araçları oldular. O zamandan beri kadın ezilen bir cinstir, toplum biçimlerindeki değişime bağlı olarak bu ezilmişliğin biçimi zaman içinde değişmiş fakat özü süregelmiştir. 

Bütün bu köklü tarihsel değişimlerin ve kadının bin yılları bulan cinsel ezilmişliğinin kuşkusuz binbir türlü görünümü var. Fakat bizim için burada gerekli olan bu değişimin ve onun ürünü cinsel ezilmişliğin özü ve esasıdır. Bu değişimin ve ezilmişliğin nelere bağlı olarak ve nasıl doğduğu, dolayısıyla nelere bağlı olarak ve nasıl ortadan kalkacağıdır. 

Kadın sorunu tarih içinde ve belli toplumsal koşullara bağlı olarak doğmuştur, o halde zamanla ve söz konusu koşulların köklü değişimi ile de ortadan kalkacak/kaldırılacaktır, önemli olan bunun bilincinde olmaktır. Dolayısıyla kadın köleliğine ve ezilmişliğine karşı mücadeleyi bu tarihsel ve sınıfsal perspektif içinde ele alabilmektir. 

 

Sayı: 2007 08