“Abhaz Araştırmaları enstitüsü” ve Başkan Vasil Ayüdzba 

0
2241

Abhaz Araştırmaları Enstitüsü (ABNİ) Başkanı Vasil Ayüdzba kimdir? 

Vasil Ayüdzba 1958 yılında Abhazya’nın başkenti Sohum’a bağlı Eşira köyünde dünyaya geldi. 1966 yılında tarihçi yazar Zizarya’nın adını taşıyan ilköğretim okuluna başladı, 1976 yılında bitirdi. 1979 yılında Abhazya Devlet Üniversitesi’ne girdi. Üniversiteyi 1984 yılında bitirdi. Sonra dört yıl üniversitede çalıştı. Ardından 1988 yılında Moskova’daki Dünya Edebiyat Enstitüsü’nde yüksek lisans öğrenimine başladı. Tezini 1991 yılında tamamladı. Tez konusu Abhaz romanıydı. 1992 yılında Abhazya’nın işgale uğramasıyla cepheye giden Vasil Ayüdzba savaşın ardından tekrar Abhazya Devlet Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde çalışmaya başladı. 1994 yılında Abhaz Araştırmaları Enstitüsü’ne geçti. Önceleri araştırmacı olarak görev aldığı bu kurumda 1999 yılında müdür oldu. O tarihten bu yana da müdürlük görevini başarıyla sürdürüyor. Evli olan Vasil Ayüdzba, biri kız biri erkek iki çocuk babasıdır. Oğlu üniversite mezunu, kızı ise üniversite öğrencisidir. Eşi Aşuvalar’ın Kılıç ailesindendir. Çoğunluğu monografilerden oluşan 50’den fazla eseri vardır. 

  

ABHAZ ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ (ABNİ) 

 

C.E. :Sayın Vasil Ayüdzba, duyduğumuz kadarıyla kurumunuz, Abhazya Devleti’nin bağımsız bir ülke olarak kabuk değiştirmeye başladığı bu dönemde önemli görevler üstleniyor. Çalışmalarınıza geçmeden önce bize kurumunuzun geçmişi hakkında biraz bilgi verir misiniz? 

Vasil Ayüdzba: Tabii ki. Kurumumuz 1925 yılında, dilbilimci Niko Marr’ın inisiyatifi ile Abhaz Dili ve Edebiyatı Akademisi adıyla kuruldu. O günlerde sadece birkaç kişiden oluşan oldukça dar bir kadro ile yola çıkılmıştı ama kurum giderek önem kazandı ve kadrosunu genişletmeye başladı. 1930 yılında ad değişikliğine gidildi. Abhaz Dili ve Edebiyatı Akademisi’nin yeni adı Ülke Araştırma Enstitüsü oldu. Ardından bu ad değiştirmeler sık sık yaşandı; Abhaz Kültür Enstitüsü, Abhaz Kültürü Araştırma Enstitüsü, Abhaz Dili Edebiyatı ve Tarihi Araştırma Enstitüsü gibi. Kurumumuz bugün Abhaz Araştırmaları Enstitüsü adını taşıyor. 

 

C.E. :ABNİ’nin 1992 yılındaki Gürcistan işgali sırasında tüm arşivi ile birlikte işgalciler tarafından yakıldığı söyleniyor. Bu doğru mu? 

Vasil Ayüdzba: Evet, kurumumuz gerçekten de 22 Ekim 1992 tarihinde işgalciler tarafından devlet arşivi ile birlikte yarım saat arayla tamamen yakıldı. O kara günde her iki kurumda bulunan eşi benzeri olmayan eserler yandı. Kütüphanemizde yanan eser sayısı elli binden aşağı değildi. Ki bunlarla birlikte yanan binlerce resim ve dergiyi elli bin rakamına dâhil etmiyoruz. Yanan eserlerin arasında 17. yüzyılda yazılmış çok değerli eserler de vardı. Ayrıca birçok arşiv materyalleri de yok oldu. Bunların arasında Zizarya, Kupraa, İnalipa, Sağariya gibi birçok önemli araştırmacının elyazması eserleri de vardı. Yeri doldurulamayacak arkeoloji ve folklor malzemeleri yanıp sonsuza dek yok oldu. Bu derleme eserlerinin derlendiği kişiler ve derleyenler bile ölmüş olduğundan tekrar yapılması asla mümkün olmayacak. 

 

C.E. :Aktardığınız tablo gerçekten de ürkütücü. Peki, nasıl oldu da bu kurumu tekrar toparlayıp eski halinden de iyi bir duruma getirebildiniz? 

Vasil Ayüdzba: Savaş bittiğinde, yanık binamız ve arşivimizin külleriyle baş başa kalmıştık. Uzmanlar ABNİ binasını inceledi ve onarılamayacak kadar zarar gördüğüne karar verdi. Bunun üzerine, derin anılarımızla yoğrulmuş binamızı gözyaşları içinde yıktırdık. Tüm olumsuz şartlara karşın hiç zaman yitirmeden çalışmaya ve hızla çalışmalarımızın semeresini görmeye başladık. O gün bir binamız bile yoktu. Ama çok şükür ki bugün ABNİ’de arkeoloji, etnografya, tarih, dil, folklor, edebiyat, sanat, ansiklopedi, politoloji, konfliktoloji başlığı altında tam on bölüm var. Ayrıca folklor ve dil laboratuarlarımız var. Folklor derlemeleri burada sistematik olarak inceleniyor. 

 

C.E. :Bize ABNİ’nin kuruluşundan bu yana yaptığı çalışmalardan biraz söz edebilir misiniz? 

Vasil Ayüdzba: Enstitümüzün kuruluşundan bu yana yaptıklarını bölümlere ayırarak anlatmak daha doğru olur sanırım. Örneğin, 1930’lu 1940’lı yıllar gibi dilimizin yasaklandığı, okullarımızın kapatıldığı dönemlerde, kolayca tahmin edebileceğiniz gibi, üretim yapmak oldukça zordu. Tabii ki o günlerde de vatansever Abhaz aydınları vardı ve kültürümüzü korumak için inanılmaz bir mücadele veriyorlardı. Doğruları söylemek, gerçekleri yazmak oldukça zordu. Özellikle Nestor Lakoba’nın öldürülmesinden sonra durum oldukça vahimdi. Yazarların, araştırmacıların üzerinde büyük baskı vardı; hapsediliyor öldürülüyorlardı. O sıkıntılı yıllarda Abhazlar’ın kültürel ve sosyal sorunları irdeleyen, yazıp çizen en önemli kurumu ABNİ idi. Bu nedenle de Moskova ve Tiflis tarafından yakından izleniyordu. Nitekim ABNİ’nin ilk müdürü Arsenya Khaşba ve yardımcısı Viktör Kukba halk düşmanı ilan edilip 1938 yılında tutuklanıp ardından öldürüldüler. Stalin döneminden sonra Abhazya’nın üzerindeki kara bulutlar dağılmaya başladı. Bu değişimden yararlanan Enstitümüz de hızla güçlendi; çalışanları da, bölümleri de arttı. Enstitümüzde önceleri Edebiyat ile Folklar, Etnografya ile Arkeoloji birlikteydi. Sonra bunlar ayrıldı; her biri ayrı bölüm haline getirildi. Enstitümüz bünyesindeki bilim adamları da, üretimleri de arttı. Abhazya’da bu gelişmeler olurken SSCB’nin Abhazya’ya ilgisinin arttığını; tarihi, arkeolojisi ve etnografyasının SSCB’li bilim adamlarının ilgi odağı haline geldiğini görüyoruz. Bu dönemde ören yerleri, dolmenler araştırıldı. Abhazlar’a ilgi SSCB ile de sınırlı kalmadı tabii; Avrupalı ve Amerikalı bilim adamları tarafından Abhaz yaşlıları ve “Abhazya’da uzun yaşam”la ilgili kitaplar yazıldı. Bu bilim insanlarının başında Sula Benet ve Paula Garp gelir. Bunlardan Sula Benet’in çalışması ABD ile SSCB arasındaki ilk bilimsel araştırma alışverişi özelliği taşır. 

  

Ardından savaş başladı. Tüm bu araştırmalar sekteye uğradı. Ancak savaştan sonra hızla toparlanmaya başladık. Kısaca söylemek gerekirse anlatılacak çok şey var… 

 

C.E. :Savaşa ve savaş sonrası olaylara geçmeden önce bize biraz da Enstitünüz bünyesindeki araştırmacıların eserlerinden söz eder misiniz? 

Vasil Ayüdzba: Bu yerinde bir hatırlatma oldu. Bunun için size teşekkür ederim. Enstitümüzün üretimlerine şöyle bir göz atarsak; en başta G. Zizarya’nın 1975 yılında basılan eşsiz eseri “Muhaceret ve Abhazya’nın 19. Yüzyıldaki Problemleri”nden söz etmemiz gerekir. Bu kitabın bir benzerini SSCB döneminde, hele hele 1970’li yıllarda kimse yazamadı. Yine 1973 yılında basılan Bagrat Şinkuba’nın “Son Ubıh”ı o güne kadar yazılamayan eşsiz bir eserdir. Bu gün benzerleri yazılıyor. Bizler de yazıyoruz. Ama o günlerin siyasal yapısında böylesi kitapları yazmak oldukça önemli bir işti. Her iki eser de halkımızın yaşadığı trajediyi ustaca yansıtmış, uluslararası kamuoyunun dikkatini sorunlarımıza çekmişti. Ayrıca, İnalıpa Şalva’nın “Abhazlar” adlı kitabı yine temel bir eserdir; adeta bir Abhaz Ansiklopedisi’dir. İki baskı yapmıştır. ABNİ’nin çalışmaları G. Zizarya, B. Şinkuba ve Ş.D. İnalipa’nın araştırmalarıyla sınırlı değildir. Kurumumuzun geçmişinde Abhaz tarihine ve kültürüne gönül vermiş çok sayıda araştırmacı vardır. Bunlara Saloviov, Voronov gibi Abhazya aşığı Ruslar’ı; Mihail Trapş, Gerg Şamba, Bgaujba Aleko gibi önemli arkeologları; Konstantin Şakrıl, Bgaujba Khut, Artsa Şota, Çkadua Lidya gibi saygın dilbilimcileri örnek verebiliriz. Adını saydığımız dilbilimciler Abhaz dili konusunda çok sayıda monogrofi vücuda getirdiler. Edebiyatçı ve folklor uzmanlarımıza da örnek vermemiz gerekirse, Şota Salakaya, Sergey Zukhba, Viladimir Atsnariya, Artur Anşba, Muşni Laşariya, Viladimir Agırba vb. sıralayabiliriz. Bu listeyi çok daha uzatmamız mümkün. Araştırmacı ve yazarlarımızın ünü Kanada’dan Rusya’ya kadar birçok ülkede yayılmış, eserleri yankı bulmuştur. Bu araştırmacıların büyük çoğunluğu akademisyendir, doçenttir. Ki onların döneminde doçent olmak kolay bir iş değildi. Yukarıda adını saydığım-saymadığım araştırmacıların bir kısmı hala üretmeye devam ediyor. Burada tüm araştırmacılarımızı ve çalışmalarını saymaya kalkarsam epeyce zamanımı alır. O nedenle de bu sorunuza yanıtımı burada bitiriyorum. 

 

C.E. :Şimdi de bize savaş sonrasındaki çalışmalarınızdan söz eder misiniz? 

Vasil Ayüdzba: Bildiğiniz gibi savaştan sonra ülkemize ağır bir ambargo uygulandı. Halkımız, tüm yurtdışı bağlantıları kesilerek küçük ülkemize hapsedildi. Şartlarımız gerçekten de inanılmaz derecede ağırdı ama bu bizi durduramadı. Çünkü enstitümüz çok daha zor şartlarda üretim yapmıştı; yine yapmalıydı. Bu düşünceyle biraraya gelip çalışmaya başladık. Savaştan yeni çıkmış, acımasız bir işgalin etkilerini üzerinden atmaya çalışan bir ülkede başlarda maaş bile almadan çalışmak durumundaydık. Maaş yerine yalnızca günlük ekmek ihtiyacımız karşılanıyordu. Ama biz yine de yılmadık. Çalışmalarımızı sürdürdük. Bilgisayar teknolojisinden haberimiz vardı ama o günlerde bu teknolojiye sahip olmamız olanaksız gibiydi. Bu şartlarda bile her yıl ikiden aşağıya olmamak üzere kitap yayınladık. Günümüzde ise o günkü problemlerin hiç biri yok. Şimdiki problemlerimiz oldukça farklı. Daha önce de söylediğimiz gibi enstitümüzü ve arşivimizi yaktılar. Tarihimizi araştırıyoruz ama dokümanlara ihtiyacımız var; folklor derlemelerimizi yaktılar, yenilerini derlememiz gerekiyor. Ancak bunu yapmamız bir yönü ile olanaksız. Çünkü derlediğimiz folklor malzemelerini anlattırdığımız birçok insan artık yaşamıyor. Ama biz yine de işin ucunu bırakmıyoruz tabii ki; yaşayanlardan derlemeyi sürdürüyoruz. Folklor, dil, etnografya dallarında hızlı bir şekilde hareket etmeye çalışıyoruz. Bu konuda uluslararası toplantılar düzenlemeye başladık. Örneğin Konstantin Şakrıl’ın yüzüncü yaş günü adına düzenlediğimiz konferansa Kuzey Kafkasya’nın değişik cumhuriyetlerinden; Kabardey-Balkar’dan, Adıgey’den, Karaçay-Çerkes’ten ayrıca Rusya’dan yoğun bir katılım oldu. Bu ilk toplantımızdı ama ona bile kırktan fazla bilim adamı katılmıştı. Şimdiki toplantılarımıza katılım çok daha yoğun olmaktadır. 

 

C.E. :Diaspora ile kurumunuzun ilişkileri ne düzeyde? Biraz da ondan söz eder misiniz? 

Vasil Ayüdzba: Çalışmalarımızda diasporamızı da göz ardı etmiyoruz tabii ki. Hazırlamayı düşündüğümüz on ciltlik ‘Abhaz Söylenceleri’nin onuncu cildini yalnızca diasporaya ayırmayı düşünüyoruz. Elimizdeki malzeme daha fazla olursa yani daha fazla malzeme bulabilirsek diasporaya iki cilt de ayırabiliriz. Derleme ve araştırma yapmak üzere Türkiye’ye ancak bir kez uzman gönderebildik. Üç kişiydiler. Kısa zamanda çok miktarda bilgi ve belge topladılar. Ayrıca, Türkiye’de kendilerinden önce yapılmış olan derlemeleri de aldılar. Sanırım bunlardan bir kitap çıkar. Bu materyallerin profesyonelliğine inanmamız lazım tabii ki. Bunu söylememin nedenini sanırım anladınız. Derleme hassas bir iştir. Derleyici, anlatıcının her söylediğini yazmalı. Amatör derlemeciler bazen derlediklerinden bazı şeyleri çıkarıyorlar bazen de derlediklerine kendilerinden bir şeyler ekliyorlar. Bu olmamalı. Ayrıca şair yazar Boris Gurgulia da Türkiye’den hatırı sayılır derlemeler yaptı. Bu derlemeleri kitap haline getirdi. Ondan da yararlanacağız. Burada bir şeyi üzülerek belirtmek zorundayım; diasporamızla ilişkilerimiz maalesef oldukça sönük. Bizim gibi geniş bir diasporası olan bir halkın diaspora-anavatan ilişkilerinin çok daha yoğun olması gerektiğini düşünüyorum. Ayrıca diasporamızın yaşadığı ülkelerdeki arşivleri daha iyi değerlendirmeliydik. Gerçi bazı çalışmalar da yapılmadı değil. Bildiğiniz gibi diasporamıza yönelik Abazamyöa (Abaza Yolu) adlı bir gazete çıkıyordu. Her ne kadar kesintiye uğradıysa da epey işe yaradığını düşünüyorum. Diasporadaki kardeşlerimize tarihlerinin hiç de utanılacak, çekinilecek bir yönü olmadığını, aksine gurur duyulacak birçok özelliği barındırdığını anlatamadık. Bunun nedeni isteksizliğimizden değil olanaklarımızın yetersizliğindendi. Şimdi ise yepyeni bir devletimiz var. Oluşum sürecinde birçok sorunla boğuşuyor. Bu nedenle de olanaklarımız sınırlı. Ama zaman da akıp gidiyor ve nesiller değişiyor. Arzu ettiğimiz bir şey değil ama yaşamın kuralı böyle; dünyanın her yerinde olduğu gibi diasporamızda da yaşlılar bir bir ebediyete göçüyor ve bildiklerini de alıp götürüyorlar. Gerçekten enstitümüz bünyesinde önemli araştırmacılarımız var ve onları, bir yolunu bulup, derlemeler yapmak üzere mutlaka diasporaya göndermek zorundayız. Bunun ödeneğini de en kısa zamanda oluşturmalıyız. Enstitümüz bünyesinde çalışan değerli araştırmacılarımızdan Yura Argun diyor ki, “folklor araştırmalarının en önemli ayağını teşkil eden sözlü edebiyat kaynağı olan yaşlıları istediğiniz zaman bulamazsınız”. Unutmadan belirtmek istediğim bir şey daha var. Diasporamızın yetiştirdiği en büyük araştırmacı ve yazar, dilbilimci Ömer Bigua (Beygua)’nın ‘Abhaz Mitolojisi Anaç mı?’ adlı eserini basmayı düşünüyoruz. Sayın Ömer Bigua bu eserini ölmeden önce bizzat kendisi Abhazca’ya çevirmişti. Eserin şu günlerde redaksiyon çalışması yapılıyor. 

  

Fotograflar: 

1-Vasil Ayüdzba bize Abhaz Araştırmaları Enstitüsü’nün yayın katalogunu içeren kitabı gösterdi. Bu kitabın mevcut yayınların tümünü kapsamıyor olması enstitünün hiç durmadan ürettiğinin en güzel göstergesidir. 

  

2-Savaşta yakılan Abhaz Araştırmaları Enstitüsü, savaştan sonra onarılamadığı için tamamen yıkıldı. Yok olan yalnızca bir bina değil, Abhazya’nın en değerli kültür ve tarih arşiviydi. 

  

3-Abhaz Araştırmaları Enstitüsü’nün yeni binası, savaşın acılarını tamamen unutturmasa da görkemli duruşu ile Abhaz kültürünün ve tarihinin var olmaya devam edeceğinin kanıtı gibi. 

  

Sayı: 2007 09