Adıgece eğitim, asimilasyon durumu ve geleceğimize ilişkin bir değinme – 2.Bölüm

0
780

Yakınmalar sıralanıyor: Ders programına yeni bir ders konduğunda, akla ilk gelen, ilk tekmeyi yiyen ve tırpan çekilen dil Adıgece oluyor. Kabartayca dersleri, sonunda kuşa döndü, kimi okulda tek derse, kimi okulda da iki derse düştü, deniyor.. Kabartayca ders saatleri de kimi okulda 2 saat, kimi okulda da, 3 ya da 4 saat. Üstelik bu ders saatleri öğrencinin yorulduğu ve ilgisinin iyice dağıldığı 6-7. saatlere atılmış, böylece Adıgece dersler ve bu dersleri okutan öğretmenler değerden düşürülmüş oluyor, müthiş bir zeka, harika bir program (Yani Türk öğrenci argo deyimiyle, Kabartayca dersler “dandik derslere“, Kabartayca öğretmenleri de dilim varmıyor bilmem “ne öğretmene” dönüştürülmüş; oysa Türkiye’de, haftada 6 ders saati olarak okutulan Türkçe ve edebiyat derslerini başaramayan öğrenci direkt sınıfta kalıyor, onu öğretmenler kurulu bile kurtaramıyor. Anadili o denli önemli, ama KBC’nde değil).

Peki, bu durumda birşeyler olsun yapılamaz mı? Buna ilişkin öneriler de özetle şöyle:

Adıgece konuşma saatleri yaratılmalı, iyi bir eğitim programı, vb hazırlanmalı, ders kitapları da Adıgeceye çevrilmeli ve okutulmalı, deniyor. Çok yerinde ve çok güzel öneriler bunlar, ama yine yetersiz. Peki, yetersiz de olsa, RF hukuk mevzuatı, böyle bir anadili yanlısı düzenlemeye onay verir mi? Ya da bunları yapacak bir irade, bir erk KBC’nde var mıdır? Bunu da “bilemiyoruz”..

Devam edelim: Anaokullarında, 3-4 yaş çocukları için ders saatleri 20 dakika, 5-6 yaş grupu için 25 dakika, 6-7 yaşlar grupu için de 30 dakika imiş. Bu ölçüler içinde çocuklara haftada 2 ders saati tutarında Adıgece (Kabartayca) konuşma dersi veriliyormuş. Ama herhangi bir dilin bir çocuğa öğretilmesi için haftada en az üç ders saati gerekiyor, bu bir bilimsel saptama.Dahası var, Adıgece gibi 60’tan çok sesi bulunan (çoğu dillerin iki katı ya da üzeri tutarında sesi olan) bir dil için 3 saat de yeterli değil, daha fazla ders saati, ayrıca çocukla hergün anadilinde konuşmak gerekir, deniyor. Ama, gereken zorunlu sürenin yarısına bile ulaşılmamış.. Dolayısıyla anadil, lodos yemiş gibi eridikçe eriyor…

Çünkü, az konuşulan dilller eriyen gibi hızla yok oluyor ya da (işlenmeyen demir pas tutar, misali) güçsüzleşiyor, bir süre sonra da (çürümüş eski binaların ansızın çöküvermesi gibi) sessizce ve birdenbire sönüp gidiyor. Bu da bir bilimsel saptama, yani şaşmaz bir doğa kuralı. Vıbıhça ve 12 Mart 1971 askeri müdahalesi sırasında, ölümcül darbeler de indirilerek söndürülmüş olan bir dizi küçük dil örneği de ortada (Bu olaylara da kimse değinmiyor).

Ek olarak, en önemli öğrenme yaşları olan 2-5 yaşları arasındaki çocuklarla hergün mutlaka Adıgece konuşulması gerekiyor, ama konuşulamıyor, deniyor. Yani çocuklarına anadili ile konuşmayı kısıtlamış bir yer, bir devlet, ki ilginç mi ilginç.

Bir bölüm öğretmen de şunu öneriyor: İlkokul eğitiminde (1-4.sınıflar), daha önceleri (herhalde Lenin ve Gorbaçov dönemlerinde) olduğu gibi, yeniden Adıgeceye dönülsün.. Bu da yerinde bir öneri, ama yetki sorunu var yine; yetki kimde, KBC’nde mi, yukarısı buna izin verir mi? Sözü edilmiyor. Ayrıca radyo-televizyon ve gazetelerin anadilini desteklemesi isteniyor. Ama radyo ve televizyonlar, “dinleyici öyle istiyor!” diyerek sık sık sundukları Rusça şarkılara ara verip konuya eğilebilecekler mi?.

Görüldüğü gibi durum hiç de iç açıcı değil, köklü bir değişiklik ve anadiline yeniden bir dönüş yapılması gerekiyor, yoksa Adıgecenin sonu Vıbıhçanın sonu gibi karanlık. Bunun için fazla bir zaman da gerekmiyor.

 

Anadilinin çaptan düştüğü ve hurdaya çıktığı bir yerde, ulusal kültür de yaşayamaz. Hepsi bir süreç sorunu. Çağımızda, daha önceleri yüzyıllar boyu süren süreçler, teknoloji çağında artık on yıllara sığar olmuştur, yani asimilasyon için gerekli süre azalmıştır, konu ihmale gelmeyecek denli ciddileşmiştir. Ortada kıran kırana bir yarışma var, yarışmanın kaplumbağası, zayıf tarafı da Adıgeler. Çünkü Adıgeler pasif, çekingen, ürkek, kendine yabancılaştırılmış, sesini çıkarmıyor, boynunu kendi boyunduruğa uzatıyor… Bu bakımdan tüm yurtseverlere yeni görevler düşüyor: Demokrasi içinde kişilikli ve onurlu bir yaşam mı ya da Vıbıhça gibi eriyip gitmek mi? Seçim Kabartay halkına ve onun bilinçli bireylerine kalmış bir şey..

Bu arada haftada seçmeli 2 ya da 3- 4 ders saati ile yetinilen bir yerde, bir yarışma ortamında, anadilinde yazılmış kitap ve gazeteler kitlesel olarak okunur mu? Sanmıyoruz. Bunları kimselerin okumayacağı, ilgi de duymayacağı bilinmelidir. Kendi kendimizi aldatmayalım, haftada 2 saat iğreti bir Kabartayca eğitim verilen bir yerde anadili, günümüz koşullarında, artık yaşayamaz. Öğrencilerin ne kadarının haftada 2 saat okuduğu da belli değil. Bilemiyoruz. Yani durum vahim. Örneğin, 1992’deki Kafkasya ziyaretim sırasında Adıge dilinde gazete ve kitap okuyan ya da Adıgece şarkı söyleyen tek bir çocuk bile göremedim. Bir üniversite öğrencisine sormuştum, “Adıgece kitap okuyan, şarkı söyleyen çok çocuk var mı?” diye; o da başıyla “Yok” yanıtını vermişti. Ama gidin Urfa’ya, gidin Diyarbakır’a, aralıksız baskılara karşın, sokaktan ve evlerden yükselen Arapça ya da Kürtçe şarkılardan geçilmiyor. Her yer Kürtçe ve Arapça. Kürt sanatçı toplulukları ve uydu yayınları da canlı mı canlı. Hepsinin evinde uydu yayını var. Bizse öldük, ama cenazemizi kaldıran yok..

Çok sayıda uzman ve eğitimcinin katıldığı anlaşılan toplantıda söylenenlerden ilgimizi çeken bazı noktaları, işte böyle değerlendirebiliriz.

 

Sayı: 2008 01