Kaygı Veren Tezler-2: DÇB ve KAF-FED neyi amaçlıyorlar?

0
871

Gerçek tek, algılamalar ise hemen her zaman farklıdır.

Uzun bir süredir KAF-FED yayın organı NART dergisinde ve bu kurum taraftarlarının sanal ortamlarda işledikleri fikirler, artık neredeyse tamamıyla “güvensizliğin göstergeleri”dir. Uzun soluklu ve örgütlü mücadeleden uzaklaşıp, “güce boyun eğme” politikasının apaçık göstergesi olan bir takım fikirlerin, toplumun geleceği için kafa yoran kurumlar tarafından kabullenilmesinin emareleri olan “pasifist tezler” sessiz kalınamayacak kadar tehlikeli noktalara gelmiştir.

Güce sessiz ve eleştirisiz kalarak,  “güçten yararlanılabileceği” yanılsaması yükseltilmektedir.

RF ve TC devletleri demokratik hukuk devleti normlarının çok uzağında olmalarına karşın, özellikle RF’nun Sovyet döneminin mirası olan ve hemen kaldırılması durumunda ülkeye büyük zararlar verebileceği bilindiği için, hemen ortadan kaldırıl(a)mayan, yavaş yavaş tırtıklanan Rus olmayan halklara tanınmış hakların, sanki Putin’in iyi niyeti ve ülkenin demokrat olduğunun göstergeleriymiş gibi sunulması ve bu sunumu Çerkes aydını namlı şahısların yapması düşündürücüdür.

Bizzat Rus aydınları tarafından kıyasıya ve ölüm pahasına eleştirilen anti demokratik yönetim tarzlarının, yok oluşa iteklenmiş halkların aydınları tarafından “temize çıkartılma girişimleri” utanç verici noktaları çoktan aşmıştır. Yakıcı gerçeğe rağmen suçlu, “demokratik örnek devlet” şakşakçılığı ile eleştirilmemekte, eleştirenlere “savaş kışkırtıcılığı yapmayın!” ve “hariçten gazel okumayın!” önerilerinde bulunulmakta ancak, savaş kışkırtıcısı olmayan, barışçıl, son derece masum eleştiriler bile DÇB ve KAF-FED çevresince her ne hikmetse gündeme bile alınmamaktadır.

1997 yılında UNPO’ya Çerkes sürgünü ve soykırımı hakkında başvuru yapan bu kurumlar bugün, “geçmiş geçmişte kalsın” söylemiyle neredeyse 19.yy. işgal ve soykırımının suçunu Çerkesler’e atacak kadar “işbirlikçi bir devlet kurumu” haline getirilmiştir. Son dönemlerde yazılarıyla bu pasifistler kervanına katıldığı anlaşılan Ö. Aytek Kurmel ile bu görüşleri körü körüne destekleyen bazı kalem erbabını okuduğumuzda çıkan sonuç tam da budur.

Saptırma ve güce yaslanma o dereceye gelmiştir ki, neredeyse koca bir halkın geleceği RF ve TC işbirlikçileri eliyle ipotek altına alınacaktır. Böyle giderse, bu işbirlikçiler sayesinde RF soykırım suçundan tereyağından kıl çekercesine kurtulmanın eşiğine gelmiştir. TC’de yaşayan Çerkes nüfusu da Konda araştırmasındaki 125 bin rakamıyla sabitlenecek ve yarın en ufak bir hak ve hukuk talebimiz olamayacaktır.

Bu gidişe dur demek her Çerkes aydınının görevidir.

TC ve RF’nun demokratikleşmesi Çerkesler için yaşamsal önemdedir.

Bu pasifist ve işbirlikçi, güce yaltaklanan tezlerle umutlar sınırlanıyor, hatta köreltiliyor.

Mücadele etmek yerine “tek taraflı ödün” ve “tek taraflı uzlaşı” toplumsal barış ve gerçeklere katkı sağlayamaz.

Neredeyse “sürgün ve soykırım olmamıştır”a gelecek bu yeni tezlerin Ruslar tarafından değil, bizim aydınlarımız tarafından ortaya serilmesi korkutucu bir durumdur.

DÇB ve KAF-FED’in kuruluş amaçları bu mudur?

Bu apaçık ”köleleşme”dir. Kendi öz kardeşlerini sürekli “ötekileştirme”, doğu ve batı Kafkasya halklarını birbirinden uzak tutma politikaları, yakın zamanda karşıtı, yani doğu Kafkasya aydınları tarafından zıt savunma politikalarıyla karşılandığında durum ne hale gelecek düşünmek bile istemediğimiz bir kabus olmuştur.

Kardeşleri sürekli “ötekileştirme”, hem de kendine sosyalist diyen bazı yazarlar sayesinde aynı halkın kabileleri arasında bile yayılan bir bulaşıcı hastalık haline dönüşmektedir.

Yalnızlaşalım, tüm Kafkas halkları yalnız başına olsun.

Neye karşılık?

Neden?

Birlikte olmak neden zararlı; neden kötü, neden imkansız?

Bu politikalar sadece ve sadece TC ve RF’nun asimilasyonist, anti demokratik politikalarının elini güçlendirecektir.

Dağılma değil, “birlik” tir güç olan. Aradığımız eğer güç ve adalet ise “birlikte” hareket etmek dışında seçenek mi vardır?

“Ilımlı” değil, “kullanışlı” bir toplum yaratma yolunda atılan adımlar artık halkımızı ezmektedir ve kabul edilemezdir.

Talepkâr ve mücadeleci olmadan, “kullanılarak ve tek taraflı tavizlerle” ulusal-demokratik hakları elde etmek söz konusu olmayıp, bu “kimliksizleşme” ve “yok oluşu artık kabullenmek” demektir.

Kültür denen şeyin de yok olan halkla birlikte yok olacağını hatırlatmaya bilmem gerek var mıdır?

keref_y@yahoo.com

 

Sayı: 2008 01