Mücadelenin başında ve hiçbir aşamasında tek bir milliyet, Türklük, Kürtlük ya da Çerkeslik söz konusu edilmezken, yeni durum Türk kimliğinin diğer tüm kimlikleri yok sayar şekilde baskın olmasını sağladı
Oğuz boyları ve diğer Türk kavimleri 1071 tarihinde Doğu’dan Anadolu topraklarına girmeye başladıklarında yapılan Ermeni desteğini, onların o günkü ticari çıkarlarına bağlamak mümkündür. 1915 tehciri ise, Ruslar’ın Ermeni halkını Osmanlılar’a (Müslümanlar’a) karşı kışkırtması sonucu oluşmuştur.
Milliyetçilik akımlarının (Türkçülük yanında Ermeni milliyetçiliği de) etkisiyle “Büyük Ermenistan” adlı bir Hıristiyan devletinin kurulması; tarihi düşmanlar olan Türkler ile, onlardan daha çok zarar verdikleri ve soykırım, sürgün uyguladıkları Çerkesler’in Osmanlı ülkesindeki hızla yükselen etkinliğini azaltabilmek için yürürlüğe sokulan bir “Rus planı” idi.
Aynı nedenlerle 1920’lerde yeni bir devletin kurulması mücadelesinde, silah ve beyin gücünü oluşturan Çerkesler’i akıllıca tasfiye eden, adı SSCB olsa da sonuçta Rus emperyalist kimliği hakimiyeti altında olan SSCB devletinin politikaları, Osmanlı’nın parçalanması sonucu oluşturulmakta olan yeni devletin yapısında etkin oldu. Bu etkinlik sonucu, Çerkes Ethem bahane edilerek, kapalı kapılar ardında “Çerkes tasfiyesi” M.Kemal eliyle uygulandı. Bu sayede, kimilerince “Memluk tarzı” bir Çerkes etken devletin yerini, Türkçü Kemalist devlet almış oldu.
Mücadelenin başında ve hiçbir aşamasında tek bir milliyet, Türklük, Kürtlük ya da Çerkeslik söz konusu edilmezken, yeni durum Türk kimliğinin diğer tüm kimlikleri yok sayar şekilde baskın olmasını sağladı. Rusya ve diğer emperyalist itilaf devletlerinin onayı ile oluşturulan cumhuriyet, ilerleyen süreçte, alfabenin Latinleştirilmesi, hilafetin kaldırılması, tekke ve zaviyelerin kapatılması gibi bir dizi icraat ile, hızlı ve şaşırtıcı bir yola koyuldu.
Çerkes tasfiyesinden sonra diğer bir etnik güç olan Kürt tasfiyesi de çeşitli provokasyonlarla tezgahlanan isyanlar bahane edilerek tamamlandı. Zaten Çerkes ve Kürt dışındaki diğer etnik unsurlar sosyo-kültürel yapıları nedeni ile duruma itiraz edebilecek güçten ve örgütlenmeden yoksun idiler.
Çerkes tasfiyesi ve takip eden süreçte yaşanan etnik ve siyasi tasfiyelerden sonra “batılılaşma” ve “üniter devlet olma” ideolojisi son derece halktan kopuk olmasına karşın, tek parti ve tek adam iktidarı, M.Kemal sonrasında İnönü tarafından devam ettirildi.
Uydurma tarih ve dil tezleri ile Türk ırkçılığı o derece yükseltildi ki, bu durum son yıllara kadar artık tüm halklar tarafından neredeyse “doğal” karşılanmaya başlandı. Diğer halkların hızlı asimilasyonu aldı başını gitti.
Bugün gelinen noktada ise emperyalist dünya, Türkler’e emanet ettiğini geri ister tarza bürünmüş görünüyor. Türk etniğine ve yönetimine verilen “yönetim gücü” ne yazık ki doğru kullanılamadı ve AB tartışmaları ile birlikte bu sorgulanmaya başlandı. Bu durumdan yararlanmayı isteyen kesimlerden Kürtler, PKK’nın yüklendiği terör eylemleri ve nüfuslarının fazlalığına güvenerek “bölücü” bir tavır içine girdiler. Bölünmeyi istemeyen diğer halkların aydınları ise, ne emperyalizme yem olmak ne de antidemokratik ve ırkçı devlet rejimine teslim olmamak adına ne yapacaklarını şaşırmış haldeler.
Türkiye’nin öncelikli ve yakıcı sorunu “demokrasi” iken, Kürtler ve onların üzerinden yeni yapılara ulaşma arzusundaki emperyalist dünya, olayı “Kürt sorununa indirgeme” formülünü yürürlüğe koydu ve neredeyse tüm aydın kesimlere de bunu kabul ettirmiş duruma geldi.
Karşıtı cephelerden başta gelen Kemalist Devletçi ve Türkçü aydınlar ise, her tür demokratik açılıma, “TC devletini oradan kaldırmak ve parçalayarak bölgesel federatif planlar yapmak, Türklüğün Avrupa ve Anadolu’daki varlığına son vermek” olarak; misak-ı milli sınırları içinde Kürdistan, Ermenistan, Pontus vs. yaratmaya dönük oyunlar olarak bakmayı sürdürüyorlar.
Halbuki son 20 yıla kadar, tüm Türkiye hakları sadece basit “burjuva demokrasisi” talep etti ve “Türkleştirme” nin de bitmesini, bitirilmesini bekledi. Ama bu olmadı. Demokrasi, insan hakları, dillerin ve kültürlerin kabulü ve korunması talepleri hep cezai yaptırımlarla bastırıldı.
Türk ırkçılığının cumhuriyetimizin kurulmasından beri yükselişi, sonunda karşıtı Kürt ırkçılığını yaratarak, çifte standartçı söylem, ezilen ulus Kürtler’in de söylemi haline geldi. Dünyaya yeni şekil verme kararındaki emperyalizm, Kuzey Irak’ta fiilen Kürt devletini kurdurunca TC bünyesinde barındırdığı yanlış ve haksızlıklarla bir anda bölünmenin ayak seslerini yanı başında duyar hale geldi.
Türk ve Kürt ırkçılığı kafa kafaya tokuşup, ülkemizi bölünme ve kanın eşiğine getirince, ülkenin parçalanmasını ve kan dökülmesini istemeyen, her halkın tam eşitliğini talep eden yurtsever demokratlar, yanlışları anlatmaya, sorgulamaya ve çözümün halklar hiyerarşisinden ve her tür ayrımcılıktan uzak olmakla başlanabileceği gerçeğini geç de olsa dillendirmeye başladılar.
1923 oldu bittisini çok doğal gören, Türk’ün üstün ve ayrıcalıklı, ayrıca ülkenin sadece Türk’ e ait olduğunu, diğer halkların Türk’ün lütfettiği ile yaşamayı kabul etmeleri gerektiğini savunan ırkçıların yarattığı hezeyan, cahil gençliği eline silah alıp “karşı” gördüğü, ayrıca “gavur” olduğundan emin olduğu, ama aslında belki kendisinden de “vatansever” olduğunu bilemeyeceği değerleri yok etmeye giriştiler.
TC ülkesinin parçalanmasını, halklarının birbirlerini yemesini, bu suretle yeni bir düzen kuracağını hesap eden emperyalizmin oyununa gelinmek istenmiyorsa, dış güdüm ve yönlendirmelerden uzak, kendi öz iradesi ile ülkedeki her halkı kucaklama, öteki yaratmayı terk etme ve demokratik hukuk devleti denen olguyu tüm kurumları ile hayata geçirmenin zorunluluğunun ertelenemez noktalara geldiği kabul edilmeli ve buna uygun politikalar hayata geçirilmelidir.
Hem aydınların hem de devletin birinci görevi budur.
kerefs@yahoo.com
Sayı : 2008 06