Bir Vefa Borcu; Kazanlar’a

0
499

Toplantı için yazılı olarak davet edilen Yahya abi hasta-hasta; elinde buz kabı içinde ilaçları New York – İstanbul – Krasnodar üzerinden binbir zorlukla geldiği Soçi’de günlerce çırpınmasına rağmen Anavatan’ına giremedi ve ağlaya-ağlaya geriye döndü.

 

Giriş

Öncelikle Bağımsız-Egemen-Tanınmış Güney Osetya ve Abhazya Cumhuriyetlerimiz için tüm okuyucuları kutlayarak başlamak istiyorum yazıma: Bayramınız-bayramımız kutlu ve sürekli olsun…

Kültürünün önemini-gerekliliğini geç de olsa anlamış; yaşamının anlam kazanması için köklerinden beslenmesi gerektiğinin farkına varmış her Çerkes bireyi gibi ben de şu günlerde çok mutluyum. Önde Anadil olmak üzere kültürün ancak Anavatanı’nda yaşayabileceği-gelişebileceği bilinci ile gayret sarf edenlerden olmaya çabalayan biri olarak da artık gözlerim açık gitmeyeceğim; inşallah bana ve yaşıtlarıma da nasip olur ama özellikle çocuklarımız ve torunlarımız ve de onların nesli Anavatanları’na göç etmek ve orada dilleri başta olmak üzere kültürlerini yaşamak imkanına kavuştular. Büyük göçümüzden yaklaşık 140 yıl sonra vatanlarımızın özgür olduğunu bilmek her faniye nasip olmaz.

Bu vesile ile, kanı-canı pahasına bu sonucu kazandıran ve de her seviyede katkıda bulunanlara şükranlarımı sunuyorum. Tüm güncel sıkıntılara rağmen geleceği yeniden inşa gerekliliği; dil-kültür başta olmak üzere Abhazya’da ‘yeniden yapılanmanın’ mutlaka gerçekleştirilmesi gereken baş görev olduğu güdüsüyle hazırladığım düşünce-projelerim ve yine geleceği inşa etmek için nitelikli insanlar ile ‘ekip’ halinde yönetim anlayışına ihtiyaç olduğu tezlerimdeki düşünce farklılıklarımız sebebiyle, kendisinin tercihi olarak aramıza soğukluk girmesine her zaman üzüldüğüm, keşke başka bir yol bulabilseydim diye hayıflanıp-üzüldüğüm efsanevi başkanımız, büyük liderimiz Viladislav Ardzınba’ya da minnet ve şükranlarımı sunuyorum. Hem kendisini kutluyor hem de attığı temeller ile varılan sonucun vereceği yüksek moral ile sağlığına yeniden kavuşmasını içten diliyorum. O devrede liderimiz Ardzınba olmasaydı bugünlere büyük ihtimalle kavuşamazdık.    

Bugünlere gelinmesinde öncü mücadeleler veren kişilerden ön sıralarda yer alacak biri de, rahmetli Yahya Kazan/Kazanba (Suriye kökenli, NJ-USA’da yaşıyordu) ve ona bir aşamadan sonra çok yardımcı olmaya gayret sarf eden oğlu Dr. İnal Kazan her zaman hatırladığım ama özellikle bugünlerde çokça andığım kişilerdir. Ancak, Yahya abi hayallerini süsleyen bu günleri göremeden Şubat 2008’de rahmetli oldu. Ruhu şad olsun. Biliyorum yüce ruhu günümüz ortamını hissediyordur. Yahya abiyi Türkiyemiz’de de tanıyan çok, ama O en çok Kuzey Kafkasya’da tanınır. Kendisinin kültürümüzün yeniden yaşar hale gelmesi için mücadeleleri ve de olağanüstü fedakarlıklarını bir makaleye sığdırmak (becerebilenler bir kitap yazsalar keşke!) mümkün olamayacağı için bu çalışmada O’na ve oğluna bir vefa borcumu yerine getirmek istiyorum.

Kendisi ile 1989 yılında, Ankara’da yapılan göç’ün 125. yılı anma törenleri sırasında tanıştım. Olağanüstü insani nitelikleri ve kültürüne aşk dolu hayranlığı beni kendisine bağladı. 1990 yılı Mayıs ayında bir uzak doğu iş seyahatinden sonra, kardeşim Cüneyt Gogua ile birlikte NJ’de Yahya abileri ziyarete gittik. Evleri, Kuzey Kafkasya’dan ve Abhazya’dan gelen misafirler ile doluydu. Otele yerleştikten sonra onlara gitmemize rağmen, eşyalarımız otelde biz Yahya abilerde misafirler ile birlikte 3 gün kaldık. Anavatanlardan binlerce mil uzakta tesadüfen buluşmuş-tanışmış aynı dili konuşabilen insanlar ile olmak! olağanüstü bir mucize idi bu olay. Yahya abi ile artık tümden abi-kardeş olmuştuk. Daha sonra sayısız defa USA’da, Türkiye ve Kafkasya’da birlikte olduk. Vefa borcumu ödemek üzere nakledeceğim olay 2000’li yılların hemen öncesi ve sonrasında yaşandı.

 

Hain! Kazanlar ve Kandırılan İsimsiz!

2000 yılında Abhazya Siyasi Liderliği ve Türkiye’deki Dayanışma Komitemiz yönetimi Kazanlar’ı açıktan, beni de isim vermeden vatan haini! ilan ettiler. Ben önemsemedim. Sadece dalga geçen bazı notlardan sonra Komitemiz Yönetimi’ne neyin-nasıl yapılmasının gerektiği konusunda bazı önerilerde bulunan bir mektup yolladım. Ancak, ömrünü ve imkanlarını bu uğurda sarf etmiş, en önemlisi sağlığını bu uğurda kaybetmiş Yahya abi için bu davranış onarılması mümkün olamayacak bir trajedi idi. Trajediyi ağırlaştıran ise, 2004 yılında Sohum’da yapılacak ‘Dünya Abaza Birliği Toplantısı’na Birlik Başkanımız Taras Şamba tarafından resmi yazı ile davet edilmesine ve sağlığı hiç müsait olmadığı halde Soçi’ye gelmesine rağmen Yahya abinin Abhazya’ya geçmesine mani olunmasıdır. Başkan Şamba ve diğer yetkililer telefonlarına; ağlayarak yardım çağrılarına cevap vermedi; bir nevi utançlarından kaçmak zorunda kaldılar. Ulaşabildiği ben ve benim gibiler de çare bulamadığımız için kahrolduk. Ve maalesef bu ortak ayıbımızı telafi etme şansımız olamadan Yahya abi vefat etti. Kişisel olarak ben, Abimizin manevi hatırası önünde özür diliyorum. O büyük insan severliği ile beni affedecektir, eminim…

‘Yahya abi, bayramın-bayramımız kutlu olsun. Artık Anavatanlarımız özgür-bağımsız-egemen ve de tanınmıştır’.

 

Olay ve Hikayesi

Yahya abi çok hassas bir ruh yapısına sahipti ve süreç sonunda sağlığını büyük ölçüde yitirmişti. Bu sebepten büyük oğlu Dr. İnal Kazan Abhazya’nın USA’daki temsilcisi-elçisi idi. 2000’li yıllara gelirken Abhazya Yönetimi’nin giderek zaafa düşmeye başlaması; perspektifi olabilecek ne dış ne de iç bir aktivite ortaya konamaması Kazanlar’ı da ümitsizliğe sevketmişti. Dış politikada sadece Kuzey Büyük Komşumuz endeksli pasif bir yol izlenmesi, Abhazya’da sosyal dengelerin giderek hızla kötüleşmesi, tüm dağılan Sovyetler Birliği ülkelerinde yaşanan mafyalaşmanın savaştan çıkmış, ambargo altında ezilen Abhazya’da da en katı bir şekilde kökleşmeye başlaması, sesi yükselen aydınların bir şekilde yok edilmeleri, gidişattan endişe edip seslendiren hükümet yetkililerinin hızla pasifize edilip dalkavukların göreve getirilmeleri, endekslendiğimiz Kuzey Komşumuzun bize uyguladığı ezici ambargoyu en katı hali ile uygulaması gibi sayılamayacak kadar şikayet konusu dertlerimiz vardı. En acısı harp bittiğinde büyük lider konumunda olan efsanevi Başkanımız Ardzınba ve Yönetimi’nin Batı Alemi’nde giderek yalnızlaşarak; Tiflis Yönetimi politikalarına yenik düşmesi; içine kapanması idi…  Ve bu durum geleceği düşünenlerin ümitsizliğini arttırıyordu. Abhazya’da artan bir ivme ile kendi içimizde de çatışma ortamına sürükleniyorduk. Savaşı kazanmamızın ardından halkın gözünde peygamber mertebesinde sayılan Başkanımız için yaygın şikayetler artmış; görev süresi dolmadan zorla görevini bıraktırmak gerektiği konuşuluyor; hazırlık yapan guruplar oluyor, artık pek çok sofra dualarında şerefine kadeh kaldırılmıyordu…

2000’li yıllara gelirken Kazanlar’ın Başkan Ardzınba ile yüz-yüze görüşmeleri, karşılıklı bir dizi yazışmaları(*) sonunda İnal Kazan elçilik görevinden istifa etmişti. 1999 yılı ortalarında Yahya abi beni telefon ile aradı ve ‘Atay, gidişatımız çok kötü, giderek yalnızlaşıyoruz ve haklı iken haksız duruma geldik, özellikle Batı Alemi’nde. Baktığımız yegane yer Kuzey Komşumuz, ama o da bizi ambargo ile boğuyor, bir şeyler yapmak lazım!’ diye özetleyebileceğim bir konuşma yaptı. Karşılıklı düşüncelerimizi paylaştık . ‘İnal’ın yazışmalarını bana yollayın, tercüme ettirip okuyayım ve ona göre sizi cevaplarım’ dedim. Mektuplaşmalar geldi, tercüme ettirdim. Benim harpten önce ve harp devresinde kapalı kapılar ardında ve yazılı olarak söylediğim sorunları; gelecek için öngörmeye çalıştığım ve maalesef gerçekleşen konulardan bahsediyordu mektuplar.

Ancak, o günlerde faydası konusunda tereddüt edilebilecek ve zamansız muhalefet diye algılanabilecek; kapalı kapılar adında kendi aramızda dillendirdiklerimizi seslendirip diasporada da bölünme oldu diye Tiflis’i sevindirecek,  belki de Abhazya içindeki bölünme sancılarını körükleyebilecek bir yaklaşıma sebep olunabilir endişesine kapıldım ve cevap vermeyi geciktirdim. Bir süre sonra 1999 deprem felaketi ard-arda olunca onu bahane ederek Yahya abiye telefonda, ‘şimdi zamanı değil, Türkiye’de herkes kendi derdinde’ dedim ve soğumaya bıraktım.

2000 yılı Mart ayı başlarında Yahya abi tekrar telefon etti ‘biz Mart ayının 3. haftasında geliyoruz, önce senle ve İnegöl’den Tayfur Aköyba ile görüşmek istiyoruz, sonra camia temsilcileri ile görüşeceğiz’ dedi. Ve geldiler. Tercüme konusunda yardımcı olması için amca oğlum Atilla Çuşba’yı alarak Bıçkı köyündeki evimize geldik. Tayfur Aköyba da oraya geldi. İki gün kendi aramızda düşünce alış-verişi yaptık ve ben de artık kumdan başımızı çıkarmamız gerektiği; tüm alemin bildiği-konuştuğu şeyleri bizim de açıktan konuşmamız zamanının geldiğine kanaat getirdim. Dayanışma Komitemizin o zamanki başkanı Dr. Cemalettin Abi’yi aradık, görüşme istedik. Cemalettin abi, Düzce-Mehtibeyköyü’nde olduğunu, ertesi gün bize geleceğini söyledi ve geldi. Düşüncelerimizi kendisine aktardık. Komite Yönetim Kurulu’na ileteceğini söyledi.

Randevu alarak bir gün sonra Ankara’da Kafkas derneğimiz başkanı Muhittin Ünal ve Başkan Yardımcımız Cihan Candemir’e de düşüncelerimizi-endişelerimizi anlattık. Görüşmemizde özetle söylediğimiz şu idi:

  1. Tüm Dünya’da yalnızlaştık, haklı iken haksız duruma düştük. Abhazya içinde ikilik hızla güçleniyor. Diaspora olarak sesimizi yükseltelim. Abhazya Yönetimi’ni ve Kafkas Abhazya Dayanışma Komitemiz yönetimini belki uyandırır; gerekli-doğru bazı politikalara yol açılmasını sağlayabiliriz. Abhazya’da oluşan muhalefete de, normal dışı yöntemlere başvurulmasının getireceği felaketi anlatmaya çalışmalıyız.
  2. Gürcistan’ın, ilhak hariç barışmaya niyeti yok, niyeti olsa bile yönetimin gücü yok. Biz, bir daha statümüze dokunulamayacak ama uluslar arası kabul de görecek bir barış taslağı hazırlayalım. Bu taslakta uluslar arası garanti verilmesini ön şart olarak koşalım. Harp tazminatı alınması da olmazsa olmaz koşulumuz olsun. Bu yol ile barışmayan tarafın Tiflis Yönetimi olduğunu Dünya’ya ispat edelim ve ‘bağımsız-egemen bir ülke olarak bizi tanımalarını’ talep edelim, tekrar harp sonrası haklı konumumuza gelelim.
  3. Bizim Tiflis Yönetimi’ne barış taarruzunda bulunmamız Kuzey komşumuzu uyandırabilir, en azından ambargo’yu gevşetebilir, başka bazı açılımlara da imkan doğabilir.

Ankara görüşmemizin ardından, Dr. İnal’ın yazışmalarını ve benim 1992 yılından itibaren Abhazya ve Komitemiz yöneticilerine yazdığım yazıları bir dosya yaparak derneklere ve duyarlı olduğunu düşündüğümüz hemşehrilerimize gönderdik. Bir süre sonra da Kazanlar ve ben Almanya – Stutgart’da yine duyarlı hemşehrilerimiz ile görüştük-dertleştik.

Sonbahara doğru Dr. Kazan ve babası Birleşmiş Milletler’de görüşmeler yaptılar. Tiflis’in BM elçisi ile görüştüler. Tiflis’den davet aldıklarını birlikte gidip-gidemeyeceğimizi sordular, kabul etmedim. Tiflis’e gittiler. Dr. İnal Kazan ile yollarımız ayrıldı, çünki mutabakatımızın dışında görüşmeleri ve söylemleri olmuştu. Örneğin Ardzınba’nın başkanlık seçiminin demokratik teamüle uygun olmadığı gibi. Dr. Kazan’ın Abhazya’da başkanlık seçimine girmek istediği gibi… Abhazya’da Kazanlar’ın ihaneti! her tür araç kullanılarak anons edildi. Komite Yönetimi, kendilerine göre ağır ithamlarla dolu bir yazılı duyuru ile, ismen Kazanlar’ı ve isim vermeden beni bölücü-ihanet eden olarak derneklere ve erişebildikleri kanallara duyurdu. Türkiye’de müthiş bir dezenfarmasyon; bire-bir propaganda ile benim vatan hainliğim; satılmışlığım dillendirildi. Benim ve Kazanlar’ın Abhazya’ya girişi yasaklandı. Ben 2003 yılına kadar Abhazya’ya gitme teşebbüsünde bulunmadım. 2003 yılı Nisan ayında, o zaman resmi bir görevim olmamasına rağmen Soçi’de yapılacak ‘Dünya Abaza Birliği – Genişletilmiş Yönetim Kurulu toplantısına ısrarla davet edildim. Soçi toplantısından sonra Abhazya’ya beni sokmaları şartımı kabul edince de gittim. Toplantı bitti ama sözlerini tutamadılar, Abhazya’ya gidemedim, Abhazya Kamuoyu’nda duyulunca çok tepki olmuş. Yine Birliğin Eylül sonu 2004’de Sohum’da yapılacak toplantısı için davet ettiler, bu defa Anavatanıma girmem engellenemedi. Ancak, yukarıda değindiğim üzere, toplantı için yazılı olarak davet edilen Yahya abi hasta-hasta; elinde buz kabı içinde ilaçları New York – İstanbul – Krasnodar üzerinden binbir zorlukla geldiği Soçi’de günlerce çırpınmasına rağmen Anavatan’ına giremedi ve ağlaya-ağlaya geriye döndü. Bir daha da Anavatanı Abhazya’yı görmesi kısmet olmadı. Şubat 2008’de de hakkın rahmetine kavuştu; gözü açık gittiğinden şüphe edilemez…

 

Sonuç

Ben de kendimi suçladım-suçluyorum; en azından 2005’de Abhazya’da yönetim değiştikten sonra bir imkan yaratıp gitmesini sağlayamadım diye. Ama artık çok geç… Diğer suçlular manevi huzurunda en azından bugün özür dilemeyi akıl ederler mi acaba!. İnşallah. Acaba, Yahya ve İnal Kazan’ın o zamanki teşebbüsleri, Kuzey Büyük Komşumuzun ambargoyu aşamalı olarak gevşetmesine, biz diasporiklerin Abhazya’ya girişindeki büyük engellerin aşamalı olarak azaltılmasına, oluşan muhalefetin seçim ile başkanın değişmesi devresini beklemelerine katkıda bulunmuş mudur! Benim hiç şüphem yok… ‘Ruhun şad olsun Yahya Abi, seni bilenler biliyor. Resmi tarihin cilası er-geç dökülüyor. Hassas ortamın gereği susmalar biter. Şimdi cilayı sıyırıp atma, gerçek kahramanları ve sahte kahramanlıkları tarihe emanet etme zamanı’Başkan Bagapş için de hem orada hem burada ‘eşi Gürcü, bizi Gürcistan’a peş-keş çekecek’ diye propagandalar yapıldı. Kuzey Büyük Komşumuzun açıktan tehdidi, sınırı kapayarak baskısı ve inanılamaz propagandaya rağmen halk yılmadı, korkmadı; Bagapş başkan seçildi… Yemin törenine buradaki liderlik davet edildi. Başkanımız beraber gidebileceği tek bir kişi bile bulamadı. Bana rica etti. Her şeyi unutarak, Abhazya halkına ve yeni yönetime iyi bir mesaj olabilir diye birlikte gittim… Hani ben satılmıştım; satılmış biri-hain! ile Abhazya’ya gitmek neyin nesi!… Şimdi, seçim sonuçlanıncaya kadar her yol ile karalanan Bagapş’ın yanında durmak; gözlerinin içine bakarak resim çektirmek için takla atılıyor… Gerçek tarih böyle bir şey işte…    

Dr. İnal Kazan kardeşim, hatasız kul olmaz; üretken insan halisane niyetlerle iyiyi yapacağım diye hatalar da yapabilir. Ama senin ve Babanın genelde Kuzey Kafkasya özelde Abhazya için yaptıklarınız unutulmayacaktır. Sana ve tüm aileniz fertlerine kişisel şükranlarımı sunuyorum ve Sizler gibi gizli kahramanların ürünü, egemen-bağımsız-tanınmış ‘Güney Osetya ve Abhazya Cumhuriyeti’ olma sevinci; bayramınızı-bayramımızı yürekten kutluyorum kardeşim.

(*) Dr. İnal Kazan’ın yazışmalarını, benim Abhazya ve Komite yönetimlerimize yazdığım yazıları merak eden okuyucu olursa, lütfen yazınız: atayceyisakar@superonline.com

 

Sayı : 2008 09