Hotanto Ahlâkı

0
488

Gürcistan bu satranç oyununda sadece bir maşadır. Girişimin asıl sahibi ABD’dir: Rusya’yı, ABD politikasının bir silahı olan NATO ile bütün sınırlarından kuşatmak istiyor.

“Biri benim ineğimi çalarsa kötü, ben onun ineğini çalarsam iyi” — bu ahlâki kural, Avrupa ırkçıları tarafından Güney Afrika antik kabilelerinden Hotanto kabilesine atfedilir.

Sakartvelo, yani Batıdaki adıyla Gürcistan’dan ayrılan iki bölge olan Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlıklarının Rusya tarafından tanınmasına karşı ABD ve Avrupa ülkelerinin feryadını duyunca bu ahlâki kuralı hatırlamamak mümkün değil.
Çok kısa bir süre önce Batı ülkeleri Sırbistan’dan ayrılan Kosova’yı tanıdılar. Batı, Kosova nüfusunun Sırp olmadığını, kültür ve dilinin Sırp olmadığını ve bu nedenle Sırbistan’dan bağımsızlığını alarak ayrılmaya hakkı olduğunu ileri sürdü. Özellikle de Sırbistan’ın çok ciddi bir baskı kampanyası başlatmasından sonra. Ben de bu görüşü bütün kalbimle destekliyorum. Birçok arkadaşımın aksine, Kosovalılar’ın bağımsızlaşmasına katkısı olan askerî operasyonu da destekliyorum.
Atasözünün de dediği gibi, “koç için iyi olan koyun için de iyidir”. Kosova için doğru olan şey, Abhazya ve Güney Osetya için daha az doğru değildir. Yani, onlar için de iyidir. Bu bölgelerin halkı Gürcü değildir, kendi dilleri ve köklü medeniyetleri vardır. Gürcistan’a neredeyse keyfî olarak bağlanmışlardır ve Gürcistan’ın bir parçası olmayı istemiyorlar.
O halde bu iki olay arasındaki fark nedir? Aslında çok büyük bir fark var: Kosova’nın bağımsızlığı Amerikalılar tarafından desteklendi ve Ruslar karşı çıktı. O halde iyidir. Abhazya ve Güney Osetya’nın bağımsızlığı Ruslar tarafından desteklendi ve Amerikalılar karşı çıktı. O halde kötüdür. Romalılar’ın dediği gibi: Quod licet Iovi, non licet bovi — Jüpiter’e serbest olanın öküze de serbest olması gerekmez.
Ben bu ahlâki sistemi kabul etmiyorum. Bütün bu bölgelerin özgürlüğünü destekliyorum.
Bence, sadece basit bir ilke vardır ve bu ilke herkese uygulanır: Bir ülkeden ayrılmak isteyen bütün bölgelerin ayrılmaya hakkı vardır. Bu açıdan bakılınca, bana göre Kosovalılar, Abhazlar, Basklar, İskoçlar ve Filistinliler arasında fark yoktur. Herkese uygulanabilecek tek kural vardır.
Bir zamanlar bu ilkenin uygulanmasına olanak yoktu. Birkaç yüzbin nüfusu olan bir ülke, ekonomik olarak kendi ayakları üstünde duramaz ve askerî olarak kendini savunamazdı.
Bu, güçlü bir halkın, güvenlik, düzen ve uygun yaşam standardını garanti edebilecek büyüklükte bir devlet yaratmak için kendi dilini ve kültürünü daha zayıf halklara empoze ettiği “ulus devlet” çağıydı. Fransa kendini Bretonlar’a ve Korsikalılar’a, İspanya Katalanlar’a ve Basklar’a, İngiltere Galler’e, İskoçlar’a ve İrlandalılar’a kabul ettirdi.
Bu gerçeklik şimdi değişmiştir. “Ulus devlet”in işlevlerinin çoğu uluslar üstü yapılara devredilmiştir: ABD gibi büyük federasyonlar, AB gibi büyük ortaklıklar. Bu gibi kurumlarda, Almanya gibi büyük devletlerin yanında Lüxemburg gibi küçük ülkelere de yer vardır. Belçika ayrılır ve Flaman devleti yanında bir Valon devleti kurulursa her ikisi de AB’ye kabul edilecek ve kimse incinmeyecektir.Yugoslavya parçalara ayrıldı ve ayrılan parçaların her biri bugün AB’ye girdi ve girecek.
Aynı şey eski Sovyetler Birliğine de oldu. Gürcistan Rusya’dan ayrılarak kendini bağımsızlaştırdı. Aynı hakla ve aynı mantıkla Abhazya da kendini Gürcistan’dan bağımsızlaştırabilir.

Ama bu durumda bir ülke parçalanmaktan nasıl kurtulabilir? Çok basit: Kanatları altında yaşayan küçük halkları, burada kalmanın kendileri için iyi olduğuna ikna etmek zorundadır.Eğer İskoçlar Birleşik Krallık içinde tam eşitlikten yararlandıklarına, yeterli özerkliğe sahip oldukları ve ortak pastadan âdil bir pay aldıklarına, kültür ve geleneklerine saygı gösterildiğine inanıyorlarsa orada kalmaya karar verebilirler. Benzer bir tartışma on yıllardan beri Kanada’nın Fransızca konuşan Quebec eyaleti için sürmektedir.

Dünyadaki genel eğilim, bölgesel örgütlerin işlevlerini genişletmek ve halklara ana ülkelerinden ayrılarak kendi devletlerini kurma izni vermek yönündedir. Sovyetler Birliğinde, Yugoslavya’da, Çekoslavakya’da, Sırbistan ve Gürcistan’da da olan budur. Bu, birçok başka ülkede de olmak zorundadır.
Bunun tersine bir yöne gitmek ve örneğin iki uluslu bir İsrail-Filistin devleti kurmak isteyenler, en basit deyişle çağın ruhuna karşı geliyorlar demektir.
Şu anda Gürcistan ve Rusya arasındaki ağız dalaşının tarihsel arka planı budur. “Haklı olan taraf” diye bir şey yoktur. Ellerinden Çeçen özgürlük savaşçılarının kanı damlayan Vladimir Putin’in Güney Osetya’nın ayrılma hakkını yüceltmesi oldukça gülünçtür. Mikheil Saakashvili’nin ayrılıkçı bölgelerin özgürlük savaşını Sovyet işgali altındaki Çekoslovakya’ya benzetmesi de aynı derecede gülünçtür.
Bu çatışma bana kendi tarihimizi hatırlattı. 1967 baharında, bir İsrail generalinin Mısır lideri Cemal Abdül Nasır’ın Sina Yarımadası’na asker çıkarması için her gece dua ettiğini söylediğini duymuştum. Birkaç ay sonra Nasır bu tuzağa düştü. Gerisi tarihe ait bir konu.
Şimdi Saakashvili de tam olarak aynısını yaptı. Ruslar onun Güney Osetya’yı işgal etmesi için dua ediyordu. Bu tuzağa düştüğünde, Ruslar ona bizim Mısırlılar’a yaptığımızı yaptı. Bu sadece altı gün sürdü, aynı bizimkinin altı gün sürdüğü gibi.
Saakashvili’nin aklından neler geçtiğini kimse bilemez. Deneyimsiz, ABD’de eğitim almış, ayrılıkçı bölgeleri tekrar anavatana dahil etme sözü vermesinin etkisiyle iktidara gelmiş birisi. Dünya bunun gibi, kin, nefret, aşırı milliyetçilik ve ırkçılık üzerine kariyer kuran demagoglarla dolu. Bunlardan bizde de çok var.
Ama bir demagogun bile mutlaka aptal olması gerekmez. Her alanda iflâs etmiş olan Başkan Bush’un kendisine yardıma koşacağına mı inanıyordu? Amerika’nın harcanacak askeri olmadığını bilmiyor muydu? Bush’un savaşçı söylemlerinin rüzgârla gittiğini bilmiyor muydu? NATO’nun kağıttan bir kaplan olduğunu bilmiyor muydu? Gürcistan ordusunun savaş ateşinde tereyağı gibi eriyeceğini bilmiyor muydu?
Bu hikayenin bizimle ilgili tarafı ilginç geliyor.
Gürcistan hükümetinde, İsrail’de büyümüş ve eğitimini İsrail’de almış birçok bakan var. Savunma Bakanı ve -ayrılıkçı bölgeleri- Bütünleştirme Bakanı aynı zamanda İsrail vatandaşı. Ve daha da önemlisi: Gürcistan ordusunun seçkin birimleri, -II. Lübnan Savaşını kaybetmekle suçlanan subay da dahil olmak üzere- İsrailli subaylar tarafından eğitilmiştir. Amerikalılar da Gürcistan ordusunu eğitmek için epey çaba sarf etmiştir.
(..)
Ben bunun, söylendiği gibi ikinci Soğuk Savaşın başlangıcı olduğuna inanmıyorum. Ama Büyük Oyun’un devamı olduğuna kuşku yoktur.
“Büyük Oyun” ismi, o zamanki iki büyük İmparatorluk olan Rusya ile İngiltere arasında Rusya’nın güney sınırında 19. yüzyıl boyunca süren gizli ve durmak bilmez mücadeleye verilen isimdi. Gizli ajanlar ve o kadar gizli olmayan ordular, -bugünkü Pakistan’ı da içine alacak şekilde- Hindistan, Afganistan ve İran’ın vs. sınır bölgelerinde kol geziyordu. Bugün Taliban’a karşı yürütülen savaşta yıldızlaşan Pakistan’ın “Kuzey-Batı Cephesi” daha o zaman bile bir efsane olmuştu.
Günümüzde, iki büyük imparatorluk –ABD ve Rusya- arasındaki Büyük Oyun, Ukrayna’dan Pakistan’a her yerde devam etmektedir. Bu da, coğrafyanın ideolojiden daha önemli olduğunu kanıtlıyor: Komünizm geldi ve geçti, ama mücadele sanki hiçbir şey olmamış gibi devam ediyor.
Gürcistan bu satranç oyununda sadece bir maşadır. Girişimin asıl sahibi ABD’dir: Rusya’yı, ABD politikasının bir silahı olan NATO ile bütün sınırlarından kuşatmak istiyor. Bu rakip imparatorluğa karşı doğrudan bir tehdittir. Rusya ise kendi açısından, Batı için yaşamsal önem taşıyan petrol ve gaz gibi kaynaklar ve iletim yolları üzerindeki kontrolünü genişletmek istiyor. Bu bir felakete yol açabilir.
Henry Kissinger, budala bir poltikacı haline gelmeden önce henüz bilge bir tarihçi iken önemli bir ilkeyi açıklamıştı: Dünyada istikrarı korumak için, bütün tarafların sisteme dahil edilmesi gereklidir. Eğer bir taraf dışarıda bırakılırsa sistem tehlikede demektir.

(..)
Büyük kabadayılar arasındaki mücadeleye müdahil olan küçük ülkeler arada sıkışma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Aynen geçmişte Polonya’ya olduğu gibi. Ve Polonya o zaman olanlardan ders almış gibi görünmüyor. Gürcistan ve Ukrayna’ya, Polonyalılar’ı değil, II. Dünya Savaşından beri bilgece bir politika izleyen Finliler’i örnek alması tavsiye edilmelidir: Kendi bağımsızlıklarını korudular ama güçlü komşularının çıkarlarını da dikkate almaya çalıştılar.
Biz İsrailliler de belki bütün bu olup bitenlerden bir şeyler öğrenebiliriz: Güçlü bir büyük imparatorluğun tebaası olarak diğer rakip imparatorluğu kışkırtmak güvenli bir yol değildir. Rusya bölgemize geri dönüyor ve bizim Amerikan yayılmacılığını destekleyen her hareketimiz, Suriye ve İran’ın yararına olarak Rusya tarafından karşılık bulacaktır.

O halde Hotanto ahlâkını benimsemeyelim. Bu hem akıllıca değil hem de hiç ahlâklı değil.

 

*Uri Avnery, İsrail ile birlikte bir Filistin Devleti kurulmasını savunan bir barış aktivististidir. İsrail Parlamentosu Knesset’te 3 dönem görev yapmıştır ve Gush Shalom Barış Bloku’nun kurucusudur. (Daily Times – 2 Eylül 2008)  

 

Sayı : 2008 09