Rusya Federasyonu (RF), Gürcistan’dan ayrılarak tek yanlı olarak bağımsızlıklarını ilan eden Güney Osetya ve Abhazya’yı tanıdı (26 Ağustos 2008). İkinci ülke olarak Nikaragua da bu iki yeni Kafkas ülkesini tanıdı. Bu iki ülke dışında tanıma eğilimli (Venezülla, Küba, Belarus, vb.) olan ama henüz tanımamış olan (en azından bu yazı yazıldığı sırada) ülkeler de vardır. Buna karşılık Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) tanıyan ikinci bir ülke yoktur, Kosova’yı tanıyan ülke sayısı ise 40’ı aşmıştır. Bilindiği gibi Birleşmiş Milletler’in (BM) 190’nın üzerinde üyesi vardır. BM üyesi olmak için BM Güvenlik Konseyi (BMGK) veto engeline takılmamak gerekir. Beş ülkenin (ABD, RF, Çin, İngiltere ve Fransa) tek tek veto hakkı vardır.
Bütün bunlar Kosova, Güney Osetya ve Abhazya’nın tanınmaları sürecinin yavaş işleyeceğini ve BM üyeliğine kabul edilmelerinin zaman alacağını göstermektedir. Bu arada önemli bir kazanım da, RF tanıma ve desteği sonucu olarak Gürcü denetiminin ve Abhazya’ya yönelik Gürcü kıyı denetim ve ablukasının son bulmuş olmasıdır. Artık Abhazya limanlarına gitmek için Gürcistan’dan izin alma gereği kalmamıştır. Ancak Abhazya karasularına ilişkin sorunların sona erdiği de söylenemez. Abhazya’yı tanımayan ülke gemilerinin Abhaz limanlarına serbestçe yük ve yolcu taşıyamayacakları da bellidir. Bu bağlamda sorun sürecektir. Kazanım ise Abhazya karasularının artık Abhaz Sahil Muhafaza Kuvvetleri tarafından denetlenecek, bu kuvvetlerin de RF Silahlı Kuvvetleri tarafından korunuyor olmaları olacaktır. Her iki ülkeye Gürcü denetimsiz kara ve hava ulaşımı da yapılabilecektir.
RF ve ABD’nin Kafkasya Politikaları
RF’nin askeri ve ekonomik anlamda büyük bir güç olduğu kuşkusuzdur. RF, Vladimir Putin döneminde yaralarını sarıp toparlanmıştır. Bu da özellikle Batı dünyasında RF’nin bir emperyal (sömürgeci) güç haline geldiği, “soğuk savaş” günlerine dönmekte olduğu gibisine görüş ve kaygılara yol açmıştır. Öncelikle bir Soğuk Savaş olamayacağını belirtmeliyiz. Çünkü RF eski “sosyalist” Sovyetler Birliği değildir ve birbiriyle mücadele eden kapitalist ve sosyalist bloklar ve “Demirperde” durumu yoktur. RF, ABD ve Batı, bunların tümü kapitalist ülkelerden oluşmaktadır. Mücadele ideolojik değil, çıkar (para), pazar kapma ya da yitirmeme amaçlıdır. Bunu çok iyi bilmek durumundayız.
ABD ne istiyor? RF ve bazı ülkelere (Çin gibi) ait enerji kaynakları dışındaki tüm kaynakları ele geçirmek ya da bu kaynaklar üzerinde uydu eller (Körfez devletleri, Kuveyt, Katar, vb. gibi) aracılığıyla kontrol kurmak istiyor. Ancak bir Körfez ülkesi de olan ve büyük bir enerji ülkesi de olan İran’ın boyun eğmemesini hazmedemiyor.
ABD bu istekler zinciriyle de yetinmiyor. Enerji ve maden kaynaklarının işletilmesinin ve satışının kendi denetim ve izni altında yapılmasını da istiyor. ABD Reagan ve Bush dönemlerinde önemli ilerlemeler sağladı. SSCB ve Doğu Blok’u çöktü, “sosyalizm” tasfiye oldu ve yeni yeni kapitalist ülkeler oluştu. Soğuk savaşı Batı kazandı. Ayrıca kanlı savaşlara girişilmekten de kaçınılmadı. İsrail-Filistin anlaşmazlığı sürdü, daha da süreceğe benzer. Afganistan’da Taliban belasına darbe indirildi (ki Taliban ABD’nin bir üretimi idi) ve Saddam’ın Irak’ı işgal edildi. Saddam’ı Saddam (Frankeştayn) yapan da ABD ve Batı idi.
ABD’nin bu büyük yayılışı karşısında RF’nin harekat alanı iyice daralmıştı. RF, Avrupa ve Türkiye’ye doğalgaz ve petrol satıyor, Orta Asya petrol ve doğalgazını da ihraç ediyor, Azerbaycan petrol ve doğal gazından yararlanıyordu. ABD ise alternatif projeler peşindeydi.
Görüldüğü gibi RF’nin ticaret alanı yukarıda sayılan ülkelere ek, Çin ve Hindistan ve birkaç ülke ile sınırlanmıştı. ABD yine de durmadı, ırkçı önderler (Saakaşvili) yönetimindeki Gürcistan aracılığıyla RF etki alanına giriş yapmak istedi, amacı RF’yi kuzeye doğru itmekti. Deneme anlamında 100 bin (ya da 70 bin) nüfuslu küçük bir dağlık bölge olan (3.900 km.kare) Güney Osetya ile işe başladı. Planlamanın, RF’nin küçük bir dağlık bölge için savaşı göze alamayacağı görüşü üzerine yapıldığı anlaşılıyor. Ancak RF mesajı iyi okudu ve gereken yanıtı fazlasıyla verdi, Poti limanını güvenlik amacıyla kontrol altına aldı.
Şu durumda ABD, kuşatmasını yine sürdürecek ama RF’ye de fazla bir şey yapamayacak, özellikle önemli bir yaptırım uygulayamayacaktır. RF’nin ayakları sağlam yere basmaktadır. Eğer RF, gereken yanıtı hemen vermeseydi, domino etkisiyle nüfusu 200 bin kadar olan küçücük Abhazya da Gürcü istilası ile karşılaşabilecek, ABD bir biçimde Güney Rusya’ya (Kuzey Kafkasya’ya) da el atma olanağına kavuşmuş olabilecekti. Bu da Kuzey Kafkasya açısından bir karışıklık, savaş ve felaket anlamına gelebilecekti.
Bundan Sonrası Ne Olabilir?..
ABD’nin ilerleyişi şimdilik duraklatılmışa benzemektedir. Ancak ABD yayılmacı amaçlarından vazgeçmeyecektir. Kasım 2008 seçimini Demokrat Başkan Adayı Barack Obama’nın kazanması durumunda belki bir değişiklik olabilir. O durumda savaş yanlısı şahinler yönetimden uzaklaşmış, barış yanlısı ve çevre dostu yeni bir ekip iş başına gelmiş olacaktır. O zaman yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım ve yönelmeler artacak, dünya halkları daha rahat bir nefes alma olanağına kavuşacak, küresel ısınma ve kirlenmeye karşı daha aktif hareket edilebilecektir.
RF de her istediğini yapabilecek bir güçte değildir. RF’de militarist gerici güçlerle Dimitri Medvedev ve Vladimir Putin yanlısı reformcu güçler bir çekişme içindedir. Gerici güçlerin direncinin kırılması ölçüsünde RF güçlenecek ve demokratikleşecektir. Aksi takdirde RF kan kaybedecektir.
1967’de Araplar petrolü silah olarak kullanmak isteyince ters bir sonuçla karşılaşmış, boyun eğmek zorunda kalmışlardı. Bu bağlamda RF’nin gücü sınırlıdır; RF’nin gücünün ABD’nin ya da Batı’nınki gibi görünmeyen (su altındaki) aysbergleri yoktur. RF’nin her şeyi görünen kadardır ve sınırlıdır.
Türkiye ise özellikle bugünlerde Kuzey Kafkasya, Abhazya, Güney Osetya ve RF karşıtı açık bir politik görüş belirtmemek, Gürcistan’la ilişkileri de insani boyutla sınırlı tutmak, Boğazlar konusunda dikkatli davranmak durumundadır. Özellikle Cumhurbaşkanı Gül, Dışişleri Bakanı Babacan ile birlikte 6 Eylül’de Erivan’a gideceğini açıklamakla hatadan dönmüş ve aklın yolunu seçmiştir. Günümüzde ırkçılığın ve şovenizmin kazandırabileceği hiçbir şey kalmamıştır. Bu bakımdan iç barış için elden gelenin yapılması ve militarizmin dizginlenmesi tek çıkar yol olarak öndedir.
Akılcı ve dürüst bir yönetici olduğunu kanıtlayan Erdoğan’ın dengeye dayanan demokratik bir çizgi sürdürmesi çok şeyi kazandıracaktır. Artık tarihin tozlu rafları uzmanlarına bırakılmalı, bugünün ve yarının sorunlarına yaklaşım yolları aranmalıdır. Erdoğan yönetiminin yoksullar ve öğrenciler için sağladığı destekler, konut üretimi, ve bütün bunların başarıyla sürdürülüyor olması, bu yönetimin demokratikleşmeyi de gerçekleştirebileceği umutlarını arttırmaktadır. Halkın istediği şey barış, demokrasi, iş ve ekmektir.
RF’nin de asıl güç kaynağı demokrasi olabilir, demokrasiden sapan şaşaalı SSCB’nin kartondan bir şato gibi yıkıldığı anılarda tazeliğini korumaktadır. Putin’in başlattığı iyileştirme çalışmalarının sürdürülmesi, region’lara (bölge ve cumhuriyetlere) daha fazla hak tanınması, onların büyük bütçeden ya da gelirlerden aldıkları payların artırılması, özerk okrugların tasfiye edilmeleri sürecinin durdurulması, küçük halklardan alınan hak ve yetkilerin, yerli topraklarının geri verilmesi durumlarında, RF daha da güçlenecek ve dünyaya entegre süreci sarsıntısız tamamlanacaktır.
Güney Osetya ve Abhazya ise, SSCB dönemindeki Finlandiya örneğindeki gibi, RF ile dost ve onun yanında yaşamlarını sürdüreceklerdir. En iyisi de bu olur… RF’nin, söylenenlerin aksine bu iki ülkeyi ilhak etmesi için geçerli bir neden yoktur, aksine ilhakla çok şeyi, dünyadaki birçok etkili dostunu kaybeder.
Bizim tutumumuz ise RF ve Türkiye’de barış ve demokrasiyi desteklemekle sınırlı kalmalıdır. Bizim asla kaldıramayacağımız şeyin, karışıklık ve bulanıklık olduğu hatırdan çıkarılmamalıdır.
Sayı : 2008 09