Kaygı Veren Tezler-3

0
494

“Dil ve dinleri farklı onlarca halkı nasıl da tek halk sanmışlardı!” Sanki kendileri de, tüm Dünya Ulusları da böyle değilmiş gibi.

Kafkas (Çerkes) Kimliği ve “Türklük” Dayatması Bilinçli Politika mı Cahalet mi?

Aynı başlıklı önceki iki makalemizde Dünya Çerkes Birliği (DÇB) ve Kafkas Dernekleri Federasyonu’nun (Kaf-Fed) Doğu Kafkasya ve halklarını reddeden ve Rusya Federasyonu’nun (RF) emperyal, Kafkas halklarını ayrıştıran “Kuzey-Batı Kafkasya” merkezli politikalarını eleştirmiş ve halkları karşı karşıya getirmesi muhtemel bir proje olarak yorumlamış idik.

Şimdi bundan daha da tehlikeli başka bir emperyal politikayı, savunucularının “Birleşik Kafkasya” gibi pozitif bir çağrışım arkasında yürüttükleri “Türkçü” siyaseti ele alacağız.

Bu politikaları yürütenler arasında Türkiye Cumhuriyeti (TC) devletinin derinleriyle ilişkileri kuvvetle muhtemel N. K. Zeybek ve Prof. A. Çeçen ile Kafkas kimliğini üzerlerinde taşıyan, uzun yıllar diğer Çerkes halklarıyla birlikte ve halen yoğun ilişki içinde olan Karaçay kökenli Doç. Dr. U. Tavkul ve Yılmaz Nevruz ile düşünsel düzeyde olmasa da, eylemsel anlamda harekette yeri olan eski arkadaşımız, Bayan H. Ersoy’u sayabiliriz.

Bu isimlere bazı Dağıstan kökenli TC vatandaşlarını da eklemek mümkün. Ancak bu yazıda kafa karışıklığı yaratmamak adına şimdilik es geçiyoruz. Bu kişilerin ortak noktası, Anti-Sosyalist ve RF karşıtı olarak TC devletimizin dış ve iç tüm politikalarını savunur olmaları, daha önemlisi “Çerkes Kimliği” ni 1990’lardan başlayarak terk edip, karşılarına almalarıdır. Tezleri hassasiyetle incelendiğinde, aynı “Kuzey-Batı Kafkasya” tezi gibi kendi içinde oldukça tutarsız olsa da, devletin derin yapılanmaları ve ABD, Atlantik dünyasından destek almaları ile onlardan tamamen ayrılmaktadırlar.

Kafkasyalılık

Asıl Kafkasya; değişik diller, dinler ve etniklerin, Milat Öncesi zamanlardan 16.yy.’a kadar “Çerkes”, daha sonra “Kafkas” üst kimliğini oluşturdukları zengin bir eski dünya kültürüdür. Bu kültürün sahipleri de, yukarıda adlarını andığımız isimlerin çoğunun ifadelerinde de yerini doğru olarak bulduğu şekilde, otokton Kafkas halkları ile, yüzyıllar boyunca bunlara karışmış, Hint-Avrupa ve Türki diye ifade edilmesi kendilerince uygun görülen, Ural-Altay dilli halkların tümüdür.

Bu gerçeğin bilimselliği itiraf edilse de, otokton (o topraklarda doğduğu kesinleşmiş yerli) halkların aydınlarından çok daha şovence yaklaşımlarla bu kadim kültürün temelinin “Türk” olduğunu ispata zorlayan bir anlayış “bilim” kisvesi altında yükseltilmektedir. Bunun karşısında otokton halkların şovenliği ve Hint-Avrupa dünyasının desteğini alan “Ari” ideolojisi kendine dayanak bulmakta zorlanmamakta, sonuç olarak bilimi alt üst eden bir “mikro milliyetçilik” Karaçay-Balkar ve diğer Türki dilli Kafkas halklarını otokton Çerkesler olarak adlandırılan Adığe halklarıyla, Ari denilen Osetleri otokton İnguşlarla karşı karşıya getirmektedir.

Bu durum sürekli provokasyon için uygun zemin yaratmakta, Türkçüler de, Slavcılar da, Atlantikçiler de, kökten dinciler de bu ortamı halkların zararı pahasına kendi çıkarları için kullanmaktadırlar.

Bu cinnet halinin bir an önce sona ermesi ve ortak aklın bulunarak, hiçbir ayırım ve ayrıcalık, hiçbir halklar hiyerarşisi olmadan, binlerce yılda oluşan koskoca bir kadim Kafkas kültürü ile bunun yaratıcıları olan halkların demokratik ortamda birlikte yaşama kararlılığını gösterebilmeleri mümkündür.

İşte bu satırların yazılma amacı da, kendimiz gibi düşünmeyenleri suçlamak değil, gerçekleri ortaya koyup, “farklılıklara saygı ile birlikte yaşam kültürü”ne katkı sunmaktır. Aksi halde kan, gözyaşı ve zulüm bu topraklardan hiç ayrılmak niyetinde görünmemektedir.

Kafkas (Çerkes) ve Türk Kimliği

Anadolu’daki dilsel ve kültürel zenginlik ile Kafkasya karşılaştırıldığında, Kafkasya ile Anadolu’nun binlerce yıldır aralarında ciddi yakınlıklar olmasına karşın, Kafkasya’nın coğrafi konumu ve halklarının karakteri nedeniyle olsa gerek, daha demokrat ve dilsel, dinsel çeşitlilikte; kültürel bazı küçük detaylara karşın daha yeknesak bir yapı oluşturduklarını görüyoruz. Bu kültür yapısı otokton, sonradan gelen ve gelip geçen tüm halkların katkısıyla oluşmuştur.

Kafkas kültürünün güzelliği ve biricikliği binlerce yılda yüzlerce halk tarafından yaratılan bir ortak kültür olmasındandır.

Anadolu ise kendi şartları ve konumu nedeniyle olsa gerek, binlerce yıldır böyle bir “ortak Anadolu kültürü” yaratamamıştır. Aksine, Osmanlıdan sonra ortaya dökülen çirkin bir “Türkleştirme” politikasının cumhuriyet kadrolarıyla yükseltilmesi ülkeyi bugün bölünmenin eşiğine getirmiştir(*).

16. yy.’a kadar Batı Dünyası Kafkasya’da 4 otokton halk tanırdı: Güneyde Çerkes kimliğinin parçası olan Abhazlar, sonra Megrel-Lazlar ve bugünkü Gürcistan’ın asıl nüvesini oluşturan Kartveller; asıl Kafkasya’da ise Çerkesler. Ruslar’ın kuzeyden güneye indiklerinde karşılarındaki olağan üstü güzel dağların tek sahibi önceleri Çerkesler olarak bilinirdi. Zaten eski dönem dünya haritalarında da bu coğrafyanın adı CİRCASSİA (Çerkesya) idi.

Şimdilerde “Türklük” zorlaması ile otokton Adığeler’in karşısına düşmancasına dikilmeye çalışılan Karaçaylar o dönemde “KARA ÇERKESLER” idi ve Balkar ya da Malkar diye bir halkın adı yakın dönemlere kadar zaten hiç yoktu.

Komşular ve yabancılar kendi kültürleri ile bir global tanımlama yapmışlar ve Kafkas dağlarının kuzeyindeki halkların tamamını “Çerkes”, topraklarını da “Çerkesya” olarak adlandırmışlardı.

Rusya devleti güneye inmelerini zorlaştıran ve ticari çıkarları önünde engel oluşturan Çerkesler’in direncini kırabilmek için yavaş yavaş farklı etnik grupları keşfe başladı.

“Dil ve dinleri farklı onlarca halkı nasıl da tek halk sanmışlardı!” Sanki kendileri de, tüm Dünya Ulusları da böyle değilmiş gibi.

Böylece Kafkasya’nın ele geçirilmesi için çok kurnazca bir politikayı yaşama geçirmeye başladılar. Kendilerinde ve dünyanın her tarafında onlarca farklı halk ulus birliği oluşturmuşken, Kafkasyalılar şivelerine kadar ayrıştırılmalı, aralarındaki sorunlar artırılmalı, çıkarları çatıştırılmalı, zaman zaman biri diğerine karşı desteklenmeli idi.

Böyle de yaptılar ve 2008 bitmek üzere iken bile bunun meyveleri toplanıyor.

(*)Bu konuda bkz. “Türkiye’nin Birlik ve Bütünlüğü İçin Son Şans – Jıneps – Sayı: 29, Haziran 2008” ile “Ulusalcılar Hedef mi Genişletiyor – Taraf – 12 Ocak 2008” vd. yazılarımız
 

(Devam edecek)

 

Sayı : 2009 02