Türkiye Çerkeslerinin Yolu Ne Olmalı (1)

0
462

Özgürlüğüne pek bi düşkün Çerkesler; özgürlüğün olmaz ise olmazı, demokrasinin yanında hemen hiçbir zaman yer almadılar..

68 kuşağı içinde filizlenip bütün bir 78 kuşağı boyunca tartışılan ve 30 yıldan beri önemli hemen hiçbir üçüncü alternatifine rastlanmayan 2 D (Dönüş veya Devrim) önerileri, sonuç olarak çokta fazla işe yaramadı, neylersin.

DÖNÜŞ’ü, dönemin iki kutuplu dünyasında imkânsız gören ve tam da bu nedenle geç kalmış Türkiye devriminden medet umanlar arasındaydım ben de. “Kendi kaderini tayin etme” gibi önerileri ve SSCB de bu konudaki uygulamaları cazip ve yeterli görüyor, Türkiye Devriminin bir yan ürünü olacak olan bu haklardan yararlanarak, kültürümüzü ayakta tutma hayali görüyorduk. Bizler Dönüş fikrinin içinden Devrimci görüşlere ulaşmış idik ve bir hayli ÇERKES sayılırdık. Bir de devrimci olduktan sonra Çerkesler ile ilgilenenler vardı. Bu ikinci gruba göre dönüşçülerden daha fazla ilgi ve saygı görüyorduk ve samimi tartışabilmemizin temel nedeni de bu idi.

Sosyalist bir devrim gerçekleşemedi. O dönemde konjonktürel olarak becerilememiş ve bir başka bahara kalmış ta değil öyle. Muhtemel ki, öyle bir “proleter devrim biçimi” bir daha hiç gündeme gelmeyecek şekilde, insanlığın hayatından çıktı gitti. “Yeni değişimlerin” şekli şemali başka biçimlerde tezahür edecek herhalde. Devrimci sol insanlığa zenginlikler yaratma ve insan haklarını geliştirme konusunda yeni şeyler söyleyemiyor artık. Zenginleştiremedi bir kere, ayrıca özgürlükler ve insan hakları konusunda şaibeli bir geçmişi var. O halde o şablondan bakarak “nasihatlerde” bulunmak, bu gün olsa olsa akıntıya kürek çekmek olur.

DÖNÜŞ siyasetine gelince, DEVRİM’cilerin siyasetine göre çok daha başarılı bir seyir izledi, son otuz yılda. Bu süreç zarfında binden fazla insan doğup büyüdüğü ve geçim dilini çok daha iyi bildiği toprakları terk edip, geçim derdi de dâhil bir yığın soruna rağmen, çıkıp Anayurduna döndü. Toplum açısından bir dönüşü ifade etse de, giden bireylerin nazarında, sanki terk ettiği eve veya işe geri dönüyormuş gibi basitçe bir şey değil bu durum, tersine hem bir ülke değiştirme ve kısmen de farklı bir siyasi rejimin içine girme idi bu gidiş. Onun için toplum tarafından pek te iştahla karşılanmadı. Kendi içinde var olan iştahsızlıklara rağmen küçük küçük te olsa dönüş eylemi sürüyor hiç olmasa ve yine bu siyaset üzerine heyecanlı söylemler halen var, bunu kabul etmek gerekir.

Bütün bunlara rağmen alınan yol sadece bir arpa boyudur.

Ve işte bu nedenle yeni baştan düşünmek ve tartışmak zorundayız. Diğer ülkelerin Çerkeslerinin ne yapacağını bilemeyiz ama Türkiyelilerin konumunu yeni baştan konuşabiliriz herhalde.

Yukarda zikrettiğim (2 D) taraftarları yine de çok küçük bir azınlığı temsil ediyordu. Esas büyük kitle sessiz bir ilgisizlik içindeydi ve her hangi bir tepki gösterecek olduklarında ise bu iki grubu suçluyor ve statükoya bir halel gelmemesi dileklerinde bulunuyorlardı.
Statüko ise Çerkesleri kısmen bürokrasi içine devşirip, geri kalanını bütün o “diğerleri” gibi asimile etmek istiyordu. Bu açık seçik konumuna karşın, bizimkilerin hiçbir tepkisini çekmiyordu yalnız. Çekmediği gibi, mevcut duruma cılız da olsa itiraz eden diğerlerini ihanetle suçlamaktan geri durmuyorlardı bizimkiler. Çerkeslerin büyük çoğunlunun, örneğin, Ermeni veya Kürtlere karşı bakışı genel olarak Türk milliyetçilerinden farksızdır. Türk bürokrasisinden farksızdır, Türk ordusundan farksızdır, nihayet Türk yargısından farksızdır. Bunu dillendirenler ise devlete kapağı atmış ve hazineden geçinenlerdir genellikle ama hazineden geçinemeyenlere de büyük oranda sirayet etmiş bir duygudur bu.

Oysaki 85 yıllık statükonun baskıcı zihniyeti ile Çerkeslerin ihtiyacı olan özgürlükler hep çelişti. Bu çelişkiden statüko lehine şöyle bir durum çıktı sonunda, ne Çerkesçe kaldı orta yerde ne Lazca, vs. İteleyip alt edemediği Kürtler dışında hemen bütün dil ve lehçeleri yok etti gitti. Yani aslında başardı sayılır. Türkçeyi, hala doğru dürüst öğrenememiş ihtiyar Boşnaklar, ‘Türküz’ dediler, diyorlar hala. Türkçeyi ancak 200 kelime ile konuşabilen annem, Nalçikliler’in neden Türkçe bilmediğine şaşıyordu, onlarla ilk karşılaştığı zaman.

Statükoya illa da karşı olmak gerekmeyebilir elbet. Demokratik bir devlet; belki de korunması gerekli bir statükodur ama bizim korumacı Çerkeslerimizin sahip çıktıkları şey ‘istikrar’ idi, demokrasi değil. İstikrar ama nasıl bir istikrar? Recep Peker istikrarı, İnönü istikrarı, Evren istikrarı vesaire işte.

Ethem Beyden, Recep Peker’e oradan Talat Aydemir’e oradan da devşirme olmuş bürokrasi, ordu ve emniyet mensubu birçok soydaşımızın aldıkları en hafifinden uzlaşmacı tavır, genellikle Çerkeslerin kültürünü korumaya yönelik demokratik tavırlar değildi. Tersine statükonun istediği Türkleştirme projesine hizmet ediyorlardı, belki de hiç farkına varmadan. “Belki de” kavramını kullanışımın nedeni, bu tavır içinde bulunan birçok bürokratın aslında iyi niyetle “yahu bizim bu garibanların (tithamçejxeme) başına bir şey gelir” korkusuyla davranmış olma ihtimalidir. Ama hangi nedenle olursa olsun, o çok başına buyruk, o özgürlüğüne pek bi düşkün Çerkesler; hiçte özgürlüğün olmaz ise olmazı, demokrasinin yanında hemen hiçbir zaman yer almadılar. Bu uzakta duranlar arasına Yusuf Aslan da dahil ve Deniz Gezmiş’e “ne olacak şu bizim Çerkeslerin hali” diye sorduğunu hiç sanmıyorum.

Nasıl ki Rauf Orbay’ın silah arkadaşlarına sormadığı gibi. Sorsa, bilirdik herhalde değil mi?

(Devam edecek)

Sayı : 2009 03

Yayınlanma Tarihi: 2009-03-01 00:00:00