Eve Dönüş Mektupları – 5

0
492

Evinden uzak yaşayan tüm Çerkesler’e, Merhaba,  

Burada normal saydığımız eşyalar bile değişik özellikler sergiliyor, gördüğüm kadarıyla. Yedinci katta oturan akrabalarımın balkonunda asılı olan yorgan, rüzgarın şiddetine dayanamayarak aşağı uçuşa geçiyor. Sanki bizi -sahiplerini- tanıyormuşçasına; benim balkonuma konuyor. Bu arada ben de üçüncü katta oturduğumu hatırlatırım. Sanki sülale kavramını biliyor da yorgancık, bu yazıya konu olabilecek hareketler sergiliyor. Alemsin yorgan…  

Sevgili Kuzey Kafkasyalılar, benimle beraber bir gün geçirmenizi istiyorum. Hatta istemiyorum; yaşanmış gibi yazıyorum…  

Artık burada yıllardır yaşıyormuşuz gibi uyanıyoruz sabahları. Balkonumuzda sabah güneşi, sandalyelerde biz, fincanlarda çaylarımız, Türkiye’den Ömer’in gönderdiği Finger bisküvilerimiz (çok severiz), dünkü yaşananların ve bugünkü yaşamımızın ayrıntıları, caddede ve balkonumuzun hemen aşağısındaki bakkalda sabah telaşı, uçuşan ve ötüşen kuşlarla güne başlıyoruz. Böyle başladığımız bir günün; ne kadar güzelliklerle dolu olduğunu tahmin edemezsiniz. Ciddiyiz.  

İlk olarak, eve 189 adım mesafedeki otoparka yürümeye başlıyoruz. 101. adımda bulunan dükkanın köşesini döner dönmez yüzümüze güneş vuruyor. Bunun üzerine; ben de güneş gözlüğümü evde unuttuğumu hatırlayıp geri dönüyoruz. Her gün değilse bile haftada bir bu böyle. Görevliye selam verip motorun ısınmasını beklerken boş durmuyoruz tabii. Paspasları arka tekere vurup şöyle bir tozunu atıyoruz. Böylece tozun, kirin her gün üst üste birikmesini önlemiş oluyoruz; size de tavsiye ederiz. Hem de güzel bir günün tadı, dış mekanlarda çıkar diyoruz. Araç, ev, işyeri, güzel bir günde; çilehaneye dönüşür diyoruz.  

Sonra Aqua’nın merkez caddelerinden birinde işyeri olan, Özcan Ağabeyin yanına… “Amş bzioup, sa’sıbzioup’’ (Gün iyi, ben iyiyim) içerikli, sabah selamlaşmasından sonra; -gelenek haline getirmeye çalıştığımız- sabah kahvelerimizi içiyoruz. İçerken de hem iş; hem de yaşamak konulu sohbetimiz kahkahalar eşliğinde, günün iyiliğini perçinliyor.  

Ve haydi buyurun pazara! Orada her şeyin, her çeşidinin bulunmasının güzelliği; galiba herkesi pazara çeken. Bir ay öncesine nazaran daha samimi olduğumuz bir dükkana gidiyoruz. Biçilmiş kuru tahta, çıta ve biraz da ağaç vidası alacağız. Acelesi olmayan bir arkadaşımın ev eşyalarını yapmak için bu malzemelere ihtiyacımız var çünkü. Mesai yaratmayan işin lezzeti, düğün pilavında bile yok bizce. Biz bir alemiz…  

Malzemelerimizi aldık, şimdi naçizane atölyemize doğru yola çıkıyoruz. Kaldırımda gördüğümüz bir tanıdıkla selamlaşmak için panik yapıyoruz. Çünkü kornamızı tamir ettiremedik hala… paniğin nedeni de; seyir halinde o kişiyi geçmeden, camı indirip sesle selamlaşabilmek. Hem de Abhazca…  

Atölyeye varıyoruz. Malzemelerimizi indirip günlük çalışmamıza başlıyoruz. Şu bizim Özcan Ağabeyin de tamirat halindeki evini, tasarımlarımızı yapmak için bize tahsis etmesi ne iyi oldu değil mi? İstediğimiz zaman gidip çalışıyoruz ve kimse de rahatsız olmuyor. Hem de dinlenme zamanlarında bahçede oturmaktan büyük keyif alıyoruz. Çalışırken de kuş sesleri fazladan…  

Saat altı gibi, bu günlük çalışmanın yettiği kanaatiyle, Abhazca kursumuza gidiyoruz. Arkadaşlarla sohbet edip, her gün yeni bir şey daha öğreniyoruz. Bilgimize bilgi katmanın saadeti yüzlerimize yansımış bir halde Altan’ın dükkanına gidiyoruz. Altan, bizimle aynı zamanda geri dönüş yapıp; giysi mağazası açan yakın bir arkadaşımız. Akşam kahvelerimizi yudumlarken, yeni başladığımız işle ilgili telefon görüşmeleri yapıyoruz. Bu işe girdiğimiz de iyi oldu. Bizden çok Türkiye’den geri dönüp vatanlarında yaşayan arkadaşlarımız için iyi oldu. Özledikleri tatları tedarik etmek güzel bir iş… Beyaz peynir, siyah-yeşil zeytin, sucuk, helva, kırmızı mercimek, bulgur, nohut vs. özlemine son…  

Akşam olunca da Abhazyalı akrabalarımızla birlikte, bir aile dostumuzun doğum günü davetine katılıyoruz. Zaten günler öncesinden haber vermişlerdi bize. Yolda sohbet koyu doğrusu, yaptığımız ve yapacağımız işlerin hepsini onlarla paylaşmak; yanılma payımızı en aza indirgiyor. Ve bize taktıkları “Nas-nas” ismine bayılıyoruz. Geri dönüşün ilk günlerinin heyecanıyla ve Abhazca bilmediğimizden; her soruya “nas-nas (sonra-sonra)” diye cevap verdiğimizden bize bu ismi uygun gördüler. Şimdi gün boyu Nas-nas aşağı, Nas-nas yukarı…  

Davet çok güzel geçiyor. Yeni insanlara güzellikler içinde tanıtılıyoruz. Geleneklere göre tabii. Onlar da bizim için her şeyin güzel olmasını dileyerek bizi onurlandırıyorlar. Geri dönüşü gerçekleştirmemizin ne kadar gurur verici bir iş olduğunu gözlerinden anlıyoruz.  

-Diğerleri dönmeyecek mi? sorusuna net bir cevap veremediğimiz için birbirimize bakıyoruz.  

-Sen ve ben döndük, peki ya diğerleri, dercesine…  

Eve dönüyoruz, saat on bir. Her gün olduğu gibi ilk olarak akrabalarımızın evine çıkıyoruz. Asansör de çalışıyor, şanslıyız. Yarın yapılacaklarla ilgili planlama yapıyoruz. Yarın, Gudavuta’ya Cirxua köyüne gideceğiz. Bizim köye. Büyükleri ziyaret edeceğiz, doğa yürüyüşü yapacağız. Ağacın altında şekerleme, tüfekle konserve kutusu hoplatmaca, yeni lezzetler keşfetmece, belki biraz off-road, ve genlerimize uygun olan havayı içimize çekmece…  

Dip not: Geri dönüş şiirimi ve yazılarımın ikincisini Abhazca’ya çevirdikleri için İrma Adleyba ve İnna Hacimba’ya sonsuz teşekkürler. Tüm okullar arasında düzenlenen şiir okuma yarışmasında, -bir Abhaz Okulu olan- 10. Okul öğretmenlerinden İrma, bir öğrencisini benim eserlerimle yarışmaya hazırladı. Güzel yorumuyla gözlerimi yaşartan sevgili Sayid Paculia ikinciliği kazandı. Beni sahneye davet edip, ayakta alkışlayarak onurlandırmaları büyük bir incelik ve unutulmaz bir andı. Çok teşekkürler İrma, çok…  

Şunu samimiyetle söyleyeyim ki; gelmeden önce hayalini kurduğum her şey, güzellikler içinde gerçek oluyor. Buraya gelecekseniz, az eşya alın; çantanızı hayalle doldurun…  

   

Sayı : 2009 05