Çerkesya ve Çerkesler

0
614

Çerkesya’da kabilelerin belli noktalarda değişik adlar ile yaşarlarken bir bölümü Doğu Roma’nın egemenliği altında VII. yüzyıla kadar yaşadı. Daha sonra Hazar Devleti’nin yardımı ile bağımsız oldular. Aynı yüzyılın ortalarında Güney’de Arapların egemen oldukları dönemde, Çerkeslerin yoğun olarak yaşadıkları Çerkesya, Hazarlar’a bağlı olarak varlığını sürdürdü. Arapların bölgedeki etkisini yitirip, Hazar devleti de yıkılınca Kafkasya kıyılarına pek çok Bizans, Ceneviz ve Venedik kolonisi kuruldu. 

Çerkesler’in Kafkasya’daki varlığı; Nuh tufanından sonra yaşanan buzulların erimeye başlaması ile birlikte olmuştur. 1981-1983 yıllarında; Adıgey’in Ulhape (Höyük) köyü civarındaki eski yerleşim kurganlarında yapılan arkeolojik kazılarda, ölü gömme kültürüne ait bulgularla, “İsa’dan 4000 yıl önce yaşadıkları kesinlik kazanmıştır.” 

Eski Çerkes adının “Hatti” (Hitit)’ler döneminde Güneş mabuduna mensup bu insanların “A’dığe” yani “O Güneş” e mensup olanlara “Adığe Tsıfı” yani “O Güneşin insanları” anlamında söylenmiştir. Yerel halkı, İsa’dan önce yaşamış olan Yunanlı tarih araştırmacısı Herodotos (İÖ. 484-420); Kimmer, Sindi, Mete (Promete); Strabon (İÖ. 58-İS. 25); Çikes, Çiket; Andryen Plin (İS. 23-79); Kerket, Serset, Etiyen, Ziçes ve Cenovalı Gloyseni Interiano da; Sirkas ve Sirkasyen,şeklinde ifade etmişlerdir. Arapların da; Çerakise, Şerakes demelerinden sonra Türkler de “Çerikes, Çerkez, Çerkes adlarıyla “süvari oymak” anlamında ifade ettiler. Çerkesler her nasıl bir adla anılırsa anılsınlar ulusal adları “Adığe” olup bu adı “insanlık” adı olarak taşımakla övünürler. 

Bizans İmparatoru Constantin Porprogenes VII (905-959) Dönemi’nde “De Aministtrando İmperio” yani “İmparatorluğun İdaresi” adıyla 950 yılında yazıldığı bilinen eserde; Bizans’ın Karadeniz’in kuzeyindeki uluslara karşı nasıl bir politika takip edilmesi gerektiği anlatılır. Bu politika bir prensibe dayanır ve Bizans’ın kendisini korumasına yaramıştır. 

Kafkasya’ya bu adın kimler tarafından verildiği kesin olarak bilinmemekle beraber, ilk defa eski Yunan halk ozanı ve yazarı Aeschylos (İÖ. 456-525) tarafından yazıldığı bilinen “Zincire Vurulmuş Prometheus” adlı trajedide Kavkazos (Caucasus) dağı deyiminin geçtiğini görüyoruz. 

Batı’da Karadeniz, Doğu’da Hazar denizi, Kuzey’de Rusya, Kuzeybatı’da Azak Denizi, Güneyde Türkiye ve İran ile bağlantılı olup, 440.000 kilometre kareyi bulan bir sahayı oluşturur. Taman’dan başlayarak Apşeron Yarımadası’na kadar uzanan dağlar silsilesi, Kuzey ve Güney Kafkasya olmak üzere coğrafyayı ikiye ayırır. Her iki bölümde geniş ve düz ovalar bulunmaktadır. Nehirleri ise Kuban (870 Km.) olup sularını Azak, Hazar ve Karadeniz’e akıtır, Dağları ise Dombay-Elgen (4046m.), Elbruz (5642 m.) ve Kazbek (5033 m.) olmak üzere üç ayrı bölümden oluşur. 

Rus Çarı I. Petro (1682-1725) Dönemi’nde başlayan Rus-Çerkes ilişkileri sürerken, 1721 Azak Kalesi Savaşı (1695)’ndan sonra zorunlu olarak Osmanlı-Çerkes ilişkileri oluştu ve periyodik olarak Osmanlı İmparatorluğu’na tarihin kaydetmediği sessiz göç ile ülkelerini terk edenler görülmüştür. Rusların sıcak denizlere, Akdeniz’e inebilmek için yolun Kafkasya’dan geçtiği, bunun için de Karadeniz’de “Deniz Üssü” kurulması ile istenilene ulaşılması gündeme gelmiş, bundan sonra anlaşmazlıklar sürerek uzun yıllar mücadele edilmiştir. 

Ruslar’ın sıcak denizlere inmek politikasını gerçekleştirmek için Kafkasya üzerinde yürüttüğü hareketleri yerel halk tepkiyle karşılamış, böylece savaşlar sürmüştür. Kırım Savaşı (1854-1856)’ndan sonra da acılar yaşayan Çerkes halklarının ülkesi Kafkasya, (1860-1864) yılları arasında periyodik olarak Rus istilasına uğramış, yerel halkın direnişi “21 Mayıs 1864”te kırılarak savaş Rusların lehine sonuçlanmıştır. Yerel halk zorlanarak göç başladı ve Osmanlı İmparatorluğu’nun değişik yerlerine dağıtıldılar. 

Dönemin İstanbul İngiliz büyükelçisi Sir H. Bulwer’in İngiliz Dışişleri Bakanı Sir Earl Russel’e yazdığı ‘03 Mayıs 1864’ tarihli raporunda; “Çerkesya gitti, kurtarılacak artık Çerkesler kaldı” diyordu. Daha sonra yaşanan Osmanlı-Rus Savaşı (1877-1878)’ndan sonra da yüz binlerce Kafkas göçmeni Osmanlı limanlarını doldurmuş, göçe katılanların pek çoğu Karadeniz’de ve karada aç ve susuz olarak hayatını kaybetmiştir. 

Tarihin değişik dönemlerinde Osmanlı’ya göç eden Kafkas halkına kucak açan Türkler ilgi göstermesine rağmen, Osmanlı’nın göçmen işlerini özel bir teşkilata bağlamamış olduğunu, ünlü tarihçi ve hukukçu Ahmet Cevdet Paşa (1822-1895), Vekai (Olay)’de yazarken, önem taşıyan “İskan-i Muhacirin” yani “Göçmenlerin İskanı” işlerine bakılmadığını kaydeder. Göç ve göçmen işleri 1859 yılına kadar “Şehremaneti” yani “Belediye” tarafından idare olunurken, dönemin Sadrazamlarından Ali Paşa (1815-1871)’nın gözünden bu durum kaçmamış ve önem vererek “Meclis-i Vala” (Yasa ve Tüzük) değişiminin görüşülmesinden sonra, İstanbul’a  Çerkes göçmenlerin giderek çoğalacağı anlaşılarak ilk resmi Göçmen Misyonu (05 Ocak 1860) tarihi itibariyle yürürlüğe girmişti. 

**** 

Bu günü (21 Mayıs’ı) “Şığo mafe” yani “Yas Günü” olarak anıyoruz… 

Sayı : 2009 07