Röportaj: Nevzat Özbay

0
825

Çocukluğundaki sopalar; büyüdüğünde ahşap heykel olur. Bazen; büyümek, dünyayı anlatmak için bir araçtır “Çocukluğa ait ağaç sopalar.” 

-Jıneps: Söyleşi için bize zaman ayırdığınız, tanıma ve tanıtma fırsatı verdiğiniz için teşekkür ediyoruz… 

-N.Özbay: Sorular Jıneps’ten geldiğine göre konuşacağımız konular da Adıge-Abhaz halkıyla ilgili diye düşünüyorum.. 

  

-Evet, Adige-Abhaz destan ve tarihiyle ilgileniyorsunuz, bu konudaki düşünceleriniz.  

Tabii ki ilgilendiğim tüm Çerkes sosyal tarihi. Çünkü ne yazık ki Çerkeslerin siyasi tarihi; Abhazya gerçekliği temelinde ve Çeçenya halk ayaklanması sürecinde, henüz 15 yıldır yazılmaya başlandı…. 

  

-Çalışmalarınızda neden ahşap. Özel bir nedeni var mı?  

Ahşap canlı organik bir madde, yaşamın kaynağı ve ağacı seviyorum. Genetik bir etken diye de düşünülebilir. Uzunyayla bir bozkır ve ağaca hasret, aslında tüm Uzunyayla Çerkeslerinde vardır bu duygu. Çocukluğum Uzunyayla bozkırlarında geçti. 

Çobanların sopasına imrenerek büyüdüm. Çobanlar dışarıdan gelirdi, daha çok Türkmenler, Kürtler vd. halklar; koyunları güttükleri sopalarını yanlarında getirirlerdi ve o sopalar beni çok etkilerdi. Çocukluğumdan gelen bir etkilenim, kökeni çok eskiye dayanan bir imgedir ahşap benim için. Uzunyayla tamamen bozkırdır, yeşillik yok, en bozkır ise kuzeyde Sivas tarafıdır; güneyde Maraş ise daha yeşildir. Bozkırda ufuk çizgisini görürsünüz, bu ise bireysel özgürlükleri besleyen bir zemindir. Bireysel özgürlük, toplumsallaşmada bizi zorlayan etkenlerden birisidir. Aynı zamanda birlikte üretmeme nedenimizdir de. 

  

-Daha önce Çerkes tarihi yok muydu? 

Tabi ki vardı. Ancak bu yaşanılan tarihi; nasıl ki aslanların tarihini avcılar yazdıysa, bizim tarihimizi de İmparatorluklar, yani bizim dışımızdaki siyasi güçler ve iktidarlar yazmıştır. 

  

Halkımızın kendi tarihini yazabilmesi için uluslaşma bilinci ve kendine ait topraklarda bağımsız olması gerekir… 

  

-Jıneps’in Çerkesler için önemi nedir sizce? 

Bana göre Türkiye’de yaşayan Çerkesler için Jıneps en önemli yayın organıdır. Ancak Jıneps’in işi zor. Çünkü  Adıge sosyal tarihini, geleneğini; Çerkeslerin nesi varsa bir ileriye taşımak ve doğruları ifade etmek gibi bir çabayı gözlemliyorum. Düşünce özgürlüğünün olmadığı, 301 lerin uçuştuğu bu topraklarda var olmak çok kolay değil. Zoru başarmaya çalıştığınızın ben de farkındayım, umarım bu farkındalık gereğince kitleselleşir… 

  

-Bir önceki cevabınızda imparatorlukların tarihimizi belirlediğini söylediniz. Ancak bizler kaç kuşaktır burada; Türkiye’de Cumhuriyetle yaşıyoruz. Bu süreç için söyleyeceğiniz bir şeyler yok mu, ya da bu süreç için ne söyleyebilirsiniz? 

Tabii söylenecek çok şey var. Osmanlı İmparatorluğunun çöküşe geçtiği dönemde ihtiyaç duyduğu insan unsuru, taze kuvveti, hazır askeri olmuşuz. Ve biliriz ki İttihatçılık Osmanlıyı yeniden ihya etme hareketiydi. Doğal olarak bütün sürgünler sürgün gittikleri ülkenin o süreçteki siyasal iktidarının malzemesi olur, buna mecburdurlar. Çünkü orada toprağı yoktur, ticaretinden payı yoktur, hiç bir şeyi yoktur.. Paralı veya parasız asker devşirme olmaktan başka çaresi de yoktur. Üç kuşak öncesi büyüklerimiz de bu anlamda asker olmuş, İmparatorluğun çöküşü ve parçalanmasıyla halkımız yaşadığı sürgün ve soykırımla ifadesini bulan göç ölümlerinin yaralarını saramadan tekrar tekrar parçalanmış İmparatorluk topraklarına saçılmıştır. Anadolu’nun kurtarılması, yeni bir devletin kurulmasında köşe taşlarından birisi olmamıza rağmen Ethem Bey şahsında ihanetçi bir toplum damgası vurulmuş, korkutulmuştur… 

  

Burada araya girip söylediklerinizi tarih mi politika mı diye bir soru yöneltmek zorundayım.. 

İyi bir soru. Cumhuriyet ilan edilip hemen akabinde I. Meclis ve I. TC Anayasası lağvedildiğinde zaten tek millete dayanan devlet ilan edilmiş oldu. II. Meclis gerçekten bir diktatörlük meclisi olarak ortaya çıkarıldı. Bir yanıyla bugün adına devrimler denilen birçok yeni karar alındı, uygulandı. Ancak bu yapılanlar asla demokrasi adına olmadı, modernizm ve Batıcılık adına yapıldı. Devletin tek bir millete dayalı olması durumunda çok güçlü olacağı, ilelebet yaşatılacağı, bir daha Osmanlı İmparatorluğu gibi bir yıkımın olmaması garantisini tek millette ya da Çerkeslerin, Kürtlerin vb. halkların Türkleştirilmesine bağlayan bir siyasi süreç başlatıldı. Bu birey kendini, varlığını Türk varlığına armağan etmeliydi. Özetle bu sloganın gereği yapıldı. Şiddetli bir baskıcılık dönemi resmi ideolojinin yani güneş–dil teorisinin siyasi asimilasyonu korkutma yöntemiyle uygulamaya konuldu. Bu dönemler yani üç kuşak Çerkesten, Kürtten, Laz, Arap vd. ulus temelinde Türk yaratma politikası yürütüldü. Türk-İslam sentezi denilen biçimde en ağır bedellerle Türkiye’nin önünü tıkayan süreç Lozan’dan da anlaşılacağı gibi, Avrupa destekli Hıristiyanlar azınlık sayılarak geriye kalan Müslümanların tamamı Türk olmayanlar da Türk ilan edildi. “Ben mutlu Türküm” diyenler iktidar olarak devletin sahipleri olarak yaşadılar, yani ben bunlara mutlu Türkler diyorum, kendileri de bunu söylüyor. Yani İttihatçı temelden gelen bu milletten asker sivil bürokrasi bu arada devletin sahipleri oldular, diğer büyük çoğunluk yani?? Halktan büyük çoğunluk da mutsuz Türkleri oluşturmuş oldu, anlaşılabilmesi için bu tanımları ifade ediyorum. İşte TC de kapitalizm, kapitalistler mutsuz Türklerin sömürülmesi üzerinden devlet eliyle yapay bir sınıf olarak ortaya çıkarıldı. Böylelikle diğer dünya kapitalizmine benzemeyen akınlaşma süreçlerini yaşamadan, sosyoloji bilimine de ters burjuvasız bir kapitalizm yaşatıldı. Bunun adını da Kemalizm koydular… Batı modernizminin kopyeciliğine de laisizm denilerek kendi halkına yabancılaşan kendi halkına batı oryantelist gözle tepeden bakan bir okumuş-yazmış ama anlamamış bir zümre yaratıldı…. 

Laf çok uzadı ancak ticaret burjuvazisi olmayan, sanayi burjuvazisini devlet eliyle geliştiren bir ülkede yalnızlaşma adeta kapalı ekonomi içinde yaşamını zor bela sürdürebilen temelde köylü toplumu olan Çerkeslerin, okuyup devlet memuru olmaktan öte bir ufukları olamadı, “denize düşen yılana sarılır” özdeyişi misali Çerkes aileler yaşayabilmek, gelecekte çocuklarını daha rahat yaşatabilmek için, çocuklarını okutup adam etme yarışına girdiler. Bu yarışın aynı zamanda “Resmi ideolojinin siyasi asimilasyona teslim olma yarışı” olduğunu görme imkanları olmadı. 

Bunun böyle olduğunu söyleyen birkaç Komünisti de kendileri aforoz etti. 

Özetçe Cumhuriyet dönemi Türkiye Çerkeslerinin tarihi adeta bir Türkleşme, müthiş bir siyasi asimilasyonu yaşama tarihidir. Yani bu dönem avcılar aslanlar için tarih yazma gereği duymadılar, aslanların kaderi başkalaşımdı kedi ya da köpek vs. olabilirlerdi, aslan olarak yok olma hakkınız da yoktu. Bu dönem Çerkeslerin inkar ve imha dönemidir. Bana göre büyük sürgün dönemi kayıplarından daha ağır bir yok olma süreci yaşatılmıştır.. 

  

-Bu söyledikleriniz gerçek mi, sizin iddialarınızsa kanıtlarınız var mı? Veya bu yok olma dediğiniz süreç bitti mi? 

Bakın göreceksiniz, Türkiye Çerkes diasporasının bir önderliği yok. Toplumbilimciler “önderliksiz halk köle halktır” der. Ben buna inananlardanım. Halkımızın önderliği yok, aydını batı teslimiyetçi ve korkaktır. Çünkü önderleri olsaydı halkımızın, Türkiye gerçekliğini asimilasyoncu, inkarcı politikaları gayet net biçimde anlatabilirlerdi. Halkımızın politik bilinci ve kendi adına peşinden gideceği bir politikası yoktur. Halkımız devlet eğitimiyle biçimlenmiş asimilasyoncu politikalara hizmet eden veya gerçeklerin üzerini örten bir takım popülist–konformist Çerkesleri kendine örnek almakta, kendi içinden çıkan bu türden insanlar sayesinde artık gönüllü asimilasyona koşmakta, artık Türk faşizminin önderi konumunda bulunan Çerkes bireyler adeta kutsanmaktadırlar. Bu iddialarıma her gün yeni kanıtlar eklemleniyor. Bakın derneklerimizin yöneticilerine, bakın Çerkes yayın hayatının sahiplerine, gerçekten suya sabuna dokunan kaç kişi sayabiliyorsunuz…!! 

Her iki federasyon kongreler yaparak yenilendiklerinde kendi halklarımıza hangi mesajı verdiler? Anadilde eğitim vb. konularda herhangi ortak deklarasyonları ya da resmi ideolojinin politikalarının Adige halkına açıklanması gerekmez mi? Neden bu konuda tamamen suskun. Susmak resmi asimilasyonu onaylamaktır. Asimilasyon süreci tamamlanmakta olan halkımıza doğrular yerine masalları yedirmek ne anlama geliyor; bunları, gerçeklerimizi halkımıza anlatmaya çalışan insanları neden dışlıyorlar, neden “resmi ideolojinin siyasi asimilasyonu” diyebilen insanlarımızı derin devlet paralelinde yok etmeye çalışıyorlar. 

İşte şu an bizim önderlerimiz gibi görünen ya da gösterilen popüler olmuş “büyüklerimizin” durumu bu değil mi? Yoksa diaspora halkımızı anti asimilasyoncu bilince yükselttiler de ben mi ayda yaşıyorum… 


Nevzat ÖZBAY

1946 yılında Kayseri-Pınarbaşı Kazancık köyünde doğdu. İlk ve orta öğrenimini; köyünde, Sivas’ta ve Kayseri’de yaptı. Lise sonrası tarih ve inşaat mühendisliği eğitimi aldı. Tarım, hayvancılık, meteoroloji, yer altı maden ve muhtelif iş kollarında işçi, usta ve yönetici olarak çalıştı. Bu süreçlerde siyasetle ilgilendi. Sivil toplum örgütleri ve siyasi partilerde yöneticilik yaptı. 

Ağaca olan ilgisi, uçsuz bucaksız Uzunyayla bozkırlarında yeşile duyduğu özlemle başladı. Çocukluğunda tayını kovalayıp kayalardan düşüren kurtları öldürmek için yaptığı ağaç silahlar, ilk ahşap işleri oldu. Köyünde tarım araçları ve bina onarımları yaptı. Lise eğitimi sırasında Kayseri Yapı Sanat Enstitüsü Ağaç İşleri Atölyesinde işçi ve usta olarak çalıştı. Sonraki yıllarda ahşap çocuk oyuncakları üretti, Anıtlar Kurulu gözetiminde ahşap tarihi eser restorasyonu yaptı. Şimdi ise antik özellikli oyma eşyalar, aplikler ve ahşap tablolar yapmaktadır 

  

Sayı : 2009 07