Fahri Huvaj
Khazan Yusıf, yurtsever, ulussever iyi kalpli, temiz bir Adıge köylü çocuğudur. Beklentisiz ve gösterişsiz sever ülkesini, halkını. Okumuş yazmış, yüksek öğrenim görmüştür pek çoğu gibi; ülkesine, ulusuna ilişkin kaygıları vardır. Diliyle kültürüyle yetenekleriyle çağdaşlarının asla gerisinde olmadığına ve olmaması gerektiğine inandığı halkının, başına gelen tarihsel felaketlerin yarattığı yıkımları “acaba bir an önce nasıl telafi edebiliriz?” arayışındadır. Bunun için ülkesi ile halkının yeniden buluşup kucaklaşmasına, tarihsel yaraları bir an önce sarmasına, çağdaş değerleri paylaşmasına, yeni değerler üretmesine, dilinin kaybolmaya yüz tutmuş bir sözcüğünü yeniden hayata döndürmeye, dile yeni bir sözcük, kavram kazandırmaya çalışanlara, bir ucundan çözüme katkıda bulunan herkese içten imrenir, cömertçe saygı duyar. Kendisi de bu amaçla çaba gösterir ama iddiasızdır. Oysa aşağıdaki kısa öyküde bile önemli bir toplumsal soruna ilgi ve dikkat çekmeye çalışırken, onun yeniden hayata döndürmeye çalıştığı, neredeyse unutulmaya yüz tutmuş ilginç Adıgece sözcükler ve yeni deyişler de vardır.
Khazan Yusıf, Adıgey Cumhuriyeti’nin yarı–resmi gazetesi konumundaki Adıge Maq (Adıge Sesi) gazetesinde çalışır. Ama kendisini ne gazeteci olarak görür ne de yazar. O, abone, reklam-ilan işlerine bakan mütevazı bir gazete emekçisidir. Yaptığı işi çok mu severek yapıyor? Sanmıyorum. Belki daha iyi işler yapmak ister ama halkının yeniden ayakları üstünde durabilmesi adına herkesin kendisine düşen görevi sevse de sevmese de elinden gelen en iyi biçimde yapması gerektiğine inanır. Belki gazetede kendisine düşen görevi de bu anlayışla yerine getirmeye çalışır.
Bir yandan kendisine verilen bu resmi görevi yerine getirirken, bir yandan da bir aydın, en azından bir potansiyel aydın olarak halkının sorunlarını düşünür, onlara, iddiasız bir biçimde çözümler üretmeye çalışır.
En başta ayrı düşmüş ülkesi ile halkının birleşip bütünleşmesi olmak üzere, Adıge halkının pek çok sorunu vardır. Devasa sorunların çözümü elbette kolay değildir. Ama bir yerden, belki çözümü nispeten daha kolay olanlardan başlamak gerekir.
Özellikle II. Dünya Savaşı yıllarından başlamak üzere, halkının alkole alıştırılmışlığı en ivedi biçimde çözülmesi gereken toplumsal sorunlardan biridir ona göre. Yuvaların yıkılması, yeni yuvaların kurulamaması, nüfusun artmaması, tersine azalması, halkının devasa sorunlarının çözümüne yoğunlaşması gerektiğine inandığı aydınların, sorunlardan, çözüm üretmekten uzaklaşması… sanki öncelikle hep bu alkol yüzündendir. Halkımız, hiç değilse ve öncelikle aydınlarımız bu alkolün tutsaklığından kurtulabilirse, kendi ulusal-toplumsal sorunlarının çözümüne yoğunlaşabilecek, belki de şimdi aklımıza gelmeyen tılsımlı çözümler bile üretebilecektir. Alkol yüzünden kaybedilen uzun saatlere, alkolün etkisiyle üretimsiz, verimsiz geçirilen günlere, ömürlere acır, üzülür. Yanlış anlaşılmasın, alkole kategorik olarak karşı filan değildir. Hatta belki içmeyi sevdiği bile söylenebilir. Arada sırada, bir dost meclisinde, bir konuk sofrasında bir-iki kadeh içilmesine hiç sözü yoktur. Ama alkolik olmak, alkole tutsaklık beladan başka bir şey değildir. Elbette herkes alkolik değildir ama pek çoğu bir biçimde alkole tutkundur.
Alkol tutkusundan kurtuluş için elbette tılsımlı bir reçetesi yoktur Khazan Yusıf’ın, ama bir hayali vardır. Düşündeki kurtuluş formülünün odağında çocuklar vardır. Hani o, toplumda pek de adam yerine koymaz göründüğümüz, fikrini sormadığımız, söz hakkı vermediğimiz, hep öğüt vermeyi, yapma-etme diye azarlamayı pek sevdiğimiz ama her şeye rağmen yaşamımızın neredeyse amacı-hedefi olan çocuklarımız.
Khazan Yusıf, şimdi o çocuklardan bize; büyüklere yol göstermelerini, büyüklere rehberlik etmelerini, onları doğru yola çekmelerini bekliyor. Acaba o çocuklarımız örgütlenip ayaklansalar, nümayişler yapsalar, babalarını, amcalarını, dayılarını, ağabeylerini bu alkol belasından bir biçimde kurtarabilirler mi? Kim bilir? Belki. Bu, Khazan Yusıf’ın düşü, hayali… Ama neden olmasın!.. Nasıl ki, bilgisayarı, interneti, cep telefonunu, yeni teknolojileri onlardan sorup öğrenmek durumundaysak, böylesi hayırlı bir işte de neden onlardan bir şeyler beklemeyelim?
Khazan Yusıf’ın bu amaçla kurgulayıp yazdığı öykü, adı üstünde “Rüya”, Adıge Maq gazetesinin 29, 30, 31 Mayıs. 2007 tarihli nüshalarında yayınlanmış. Bir gidişimde bana “belki bir yerlerde değerlendirirsin” diye vermişti.
Unutulmaya yüz tutmuş kimi Adıgece sözcüklerle birlikte bazı yeni deyişlerin de yer aldığı öykünün Adıgece orijinalini, Türkçe okuma-yazma bilen ve Adıgece konuşabilen herkesin kolaylıkla okuyabileceğine inandığımız Türkçe-Latin kökenli (Adıgey ve Kabardéy diyalektleri için) Ortak Adıge Alfabesi önerimizle veriyoruz. Öykünün Türkçe çevirisini yaparken de edebi bir çeviri yapmaktan çok, özgün Adıgece metnin anlaşılmasını kolaylaştırmak üzere metne bire bir bağlı kalmaya çalıştık.
Öyküde, Kafkasya’da herkesin çok iyi bilip yaygın biçimde kullandığı, özellikle “sarhoş edebiyatı” nda “cuk oturan” bazı Rusça deyişler de yer almaktadır. Ancak Türkiye Çerkesçesinde bir anlamı olmayan o deyişleri mümkün olduğunca Adıgeceye uyarlamaya, Türkiye’de anlaşılmasının nispeten daha zor olabileceğini düşündüğümüz bazı sözcükleri de dip notlarla açıklamaya çalıştık.
Özellikle Adıgece konuşabilenlerin ilgiyle okuyacaklarını ve beğeneceklerini umuyoruz.
Sayı : 2009 08
Yayınlanma Tarihi: 2009-08-01 00:00:00