Rauf Bey’in Osmanlı Meclisinde Tevkifi

0
479

Hüseyin Rauf Orbay (27 Temmuz 1881 – 16 Temmuz 1964) 

Son devrin, deniz tarihini tetkik eden nesiller, Balkan Har­bi sıralarında Hamidiye kahramanı Rauf Beyin, eski Türk denizcilerine yakışır bir şekilde gösterdiği cesaret, isabet ve feragatten çok güzel örnekler verdiğini görecek, amiralin büyük tevazuunun gizlediği asaleti de fark edeceklerdir. Onu lâalettayin bir korsan gemisinin süvarisi addetmek, yaptığı hareketleri mevziî birer baskın halinde telâkki etmek, çok büyük hata ola­caktır. 

Rauf Bey, asırlardan beri Osmanlı İmparatorluğunun bil­hassa 20. yüzyılda hasretini çektiği büyük bir denizci, cesur bir süvari, emsalsiz bir vatan çocuğudur. Denilebilir ki onun kalbi, yalnız ve yalnız memleket aşkı ile çırpınmış, hakkiyle ihraz ettiği her mevkiide cesareti medeniyesi, doğruluğu ve kimseye karşı boyun eğmemek hususunda gösterdiği tecellüdiyle terketmîşti. Bu itibarla onun hayatı, safha safha herkesin dikkat ve merakını üstüne çekecektir. 

Türk milleti, Rauf Beyi ilk defa ve memleket çapında olarak Balkan Harbinde görmüş, ona büyük bir ümid ve muhabbetle bağlanmıştır. Çünkü Türk milletinin en büyük heyecanı vatanperverliği ve bu memlekete hizmet edenlere karşı duyduğu sarsılmaz bağlılığıdır. Rauf Bey, milli heyecanı bir zamanlar hakkiyle temsil etmiş ve arka­sından milyonlarca Türkü sürüklemiştir. Bu yakın tarihimizin Balkan Harbinin deniz savaşlarına ayıracağı sahifelerde yazı­lıdır. Hamidiye kruvazörünün kahraman süvarisi, Balkan Har­binde Karadeniz’deki Bulgar sahillerinin ablukası vazifesini üze­rine almış bulunuyordu. Fakat bu sahillerin kontrolünü yaptığı sıralarda bir gece Bulgar torpidolarının taarruzuna uğramış, vuku bulan müsademede ise Hamidiye kruvazörümüz bir takım isabetler almış, yaralı bir vaziyette, fakat büyük bir dikkat ve iti­na ile idare olunarak bu sahillerin açıklarında seyredip batmak­tan kurtularak Boğaza sokulmuştur. Gerek savaşta bir Türk harp gemisinin düşman torpidolarına karşı cesaretli mukavemeti, gerek onların hücumlarına mukabele eylemesi, isabet almış ol­masına rağmen batmaktan kurtularak Karadeniz Boğazlarına kadar getirilmesi, herhalde küçük bir muvaffakiyet sayılmama­lıdır. 

Haliçte tamir için havuza alındıktan sonra Hamidiye’nin süvarisine bir köşeye çekilerek beklemek düşerken, O, hareket kabiliyeti ve vatanperverliği ile yeniden vazifeler istemiş ve Akdeniz’de, Boğaz önünde İmroz deniz muharebesine filotilla ko­modoru olarak iştirak eylemiştir. İmroz deniz harbine Yunan­lıların sürdüğü başta Averof gibi, o tarihte bizim donanmamıza tek başına üstünlük iddia edebilen bir zırhlıya ve onu destekleyen diğer harp gemilerine karşı, küçük torpidolarımızın başın­da topçu harbine katılması da onun cesaretini pek güzel gös­teriyordu. 

Bu tarihte donanmamıza deniz miralayı Ramiz Bey kumanda ediyordu. Rauf Beyin Donanma Kumandanı albay Ra­miz Beyle arası iyi değildi. Bunda Donanma Kumandanın Hürriyet ve İtilâf Fırkasına ve Rauf Beyin de İttihat ve Terak­kiye mensup bulunmalarının dahli varsa da, Ramiz Beyin yal­nız torpido hücumu yaptırarak deniz kuvvetlerimizi harcaması­na taraftar olmayan Hamidiye süvarisinin de isabetli düşünce­leri hâkimdi. Hatta Rauf Beyin siyasî düşmanları bir ara, Do­nanma Kumandanı ile filotilla komodorunun arasındaki ihtilâfı, Rauf Beyin o sırada iktidarda bulunan Hürriyet ve İtilâf Fırkasının hükümetinde olduğu şekilde iddia ve tenkid ettikleri de malûmdu. Bu, düpedüz bir isnaddı. Ve bir çok yerlerde olduğu gibi her isnadın garazkârlığa dayanan hususiyetini muhafaza eylediği de muhakkaktı. Rauf Bey, küçük siyasî hesapların üs­tünde tam milliyetperver bir insandı. Onu, bu garezkârane ifti­ralarla yıpratmağa imkân yoktu. Nitekim Rauf Bey, Hamidiye’nin Haliç’te tamiri ikmal edilince bu garezkârane isnadlara fiilen ve parlak bir şekilde cevap, vermişti. Bu defa da, Adalar denizine açılan Hamidiye kruvazörümüz, tek başına filvaki sev-külçeyşî bir tesir yapamamakla beraber, düşman donanmasının sevk ve idaresinde bir huzursuzluk yaratmağa muvaffak olmuş­tu. Yunanlılar korku ve tereddütle hareket ediyor, Hamidiye’ye rastlamaktan büyük bir endişe ve heyecana kapılmış bulunuyor­lardı. 

Hamidiye, Birinci Cihan Harbinde Alman Erkânıharbiye-sinin açık denizlerde, üstün kuvvetlere karşı muvaffakiyetle tatbik ettiği sisteme ve bunu Emden’in üzerine aldığı manidar vazifede gösterdiği başarılara, güzel bir örnek teşkil etmişti. Rauf Bey, korsan harbi yapıyordu. Hamidiye, Yunanlıların Bal­kan Harbinde Adalara sevk ettiği asker, silâh ve cephane nak­liyatını felce uğratmış, üstelik düşmanın Adalar denizi vilâye­tinin merkezi Şira adasını bir gece âni basarak bombardıman eylemişti. Bu meyanda birçok ticaret gemileri de batırılmıştı. Bu deniz savaşlarının o zaman büyük bir kıymet ve ehem­miyeti olmuştu. Zira, kara ordularımızın her tarafta mağlûbi­yete uğraması, verdiği meydan muharebeleri bir takım hezimet­lerle sona erdirmesi sırasında, denizlerde ortalığı heyecana ve­ren bu baskınlar, Yunan donanmasını çılgına döndürmüş, Ada­lar denizi bütün kıyı ve köşelerine varıncaya kadar aranmasına rağmen, Hamidiye ele geçmemişti. 

Rauf Beyin bu baskınları, büyük bir ızdırap ve yeis içinde ezilen Türk milletine ferahlık, sevinç ve ümid telkih ediyordu. Maneviyatı yükseltiyor, Türk­leri yeniden kara harplerine girişmeğe teşvik ediyordu. Ancak bu sayede Balkan Harbinin ikinci safhası yenilenmiş, ve bu defa Edirne’nin istirdadı gibi emsalsiz bir başarı elde edilmişti. Bunda bu korsan harbini yapan Hamidiye’nin ve onun liyakatli süvarisinin büyük hissesi vardı. Fakat nihayet bir harp gemisinden bundan daha başka bir şey beklemek kabil değildi. Eli­mizde bir kaç Hamidiye ve bilhassa bir kaç Rauf Bey bulunsay­dı, Akdeniz’deki Trakya sahilleri kontrolümüze alınsaydı..  

Her­kesin ilk defa büyük çapta kendisini Balkan Harbinde tanıdığı Rauf Bey, bundan sonra Osmanlı İmparatorluğunun Mütareke­den evvel son kabinesinde Bahriye Nazırlığı yapmış ve Mondros mütarekesini, Limni adasının bu ismi taşıyan limanında, (Agamemnon) dretnotunun güvertesinde imzalamıştı. Rauf Beyi bu mütarekeyi imzalamasından dolayı tenkid edenler de bulunmuş­tu. Fakat İmparatorluğun şartları fikrimizce başka türlü harekete imkân vermiyordu. Balkanlardan Franşe Despere kuvvetleri, Suriye’den General Allenbi kıt’aları arasında bir kıskaca giren İm­paratorluk kuvvetleri, yüz binlerce asker kaçağına ve çeşidli mah­rumiyetlerden bunalmış bir halka da güvenemezdi. Mondros’tan sonra Malta’ya sürülenler içinde Rauf Bey de bulunmuştu. Bidayette Mustafa Kemal Paşa ile beraber Anadolu’da bulun­muş, Erzurum ve Sivas kongrelerine iştirak etmiş olan Rauf Bey, Sivas mebusu sıfatiyle iştirak ettiği son Osmanlı Meclisi Mebusanı’nda — Misakı Millî — formülü altında hülâsa edilen ve hayatî ehemmiyeti haiz bulunan Türk şartlarını, son Osman­lı Meclisine kabul ettirenlerin başında geliyordu. Bu şartlar daha evvel Sivas kongresinde hazırlanmıştı. 

16 Mart salı 1336 günü akşamı Meclisi Mebusan Reis vekil­lerinden Hüseyin Kâzım Bey, Hoca Abdülâziz Mecdi Efendi ile Rauf Bey, Sarayı Hümayuna giderek vaziyeti Padişaha arzetmişler, bu işgalden müteessir olan Sultan Vahideddin’in, bun­dan duydukları ızdıraba şahid olmuşlar ve Zat-ı şahanenin tees­sürlerini Meclise naklettikleri sırada Meclise gelen İngiliz po­lisleri ve inzibatları tarafından tevkif olunarak cebren götü­rülmüşlerdi. Dünyanın hiç bir devrinde ve hiç bir mem­leketinde düşman, o milletin şeref ve haysiyetinin sembolü olan Meclisinden, milletvekillerini bu tarzda alıp götürmemiş­tir. İşte o zaman Rauf Bey vaktiyle Mirabo’nun 16. Lui’ye kükrediği gibi, İngiliz işgal kuvvetlerinin bu menfur hareketine karşı kıyam etmiş ve şöyle söylemişti: 

  

“Muhterem arkadaşlar, bizi millet, ifayı vazife için bu­raya gönderdi. Cenabı Hakka şükür ki biz de bu vazifeyi sonuna kadar ifa ettik. Ben İngilizlerin memleketin namusu sayılan bu binaya girmelerini asla görmek istemem. Kan dökülmesine de razı değilim. Hayatım milletime feda olsun, millet sağ oldukça ve birlik kaldıkça kendisine hizmet edecek nice Rauflar bulu­nacaktır. Vasıf Beyle beraber bizi götürüyorlar. Allah dinimize, milletimize ve memleketimize zeval vermesin!..” 

  

Hamidiye kah­ramanını işte böyle alıp Malta’ya götürmüşlerdi. 

  

Kaynakça: İki Devrin Perde Arkası, Sayfa: 402-406 

Yazan: Samih Nafiz Tansu 

  

Anlatan: Hüsameddin Ertürk 

Osmanlı İmparatorluğu Teşkilat-ı Mahsusasında ve mütareke yıllarının M.M. Grubu Başkanlığında bulunan emekli Süvari Albayı 

  

Sayı : 2009 09 

Önceki İçerikKafkas tarihinden yapraklar
Sonraki İçerikYeni Süreçte Temel Baş Sorun
Jiy Zafer Süren
1951’de Samsun’da doğdu. Üniversite’yi terk etmiş ve muhasebeci olarak çalışarak emekli olmuştur. Çeşitli dergilerde şiir ve araştırma yazıları yayınlandı. Kafkasya üzerine yayın yapan, As Yayın’ın kurucuları arasında yer aldı. “Çipxe, Kafkas Aile Armaları” (derleme) ve “Tama Bahar Gelmeyecek” (şiir) isimli iki kitabı vardır. Nisan 2008 itibariyle Jıneps gazetesi yazarları arasında yer aldı, Ocak 2011 tarihinden bu yana yayın kurulu üyesidir.