Sağım Kör, Solum Şaşı!

0
474

Mevzu bahis olan malum konu: Denildiğine göre ‘Kürt açılımı’ ya da geniş söylemi ile ‘demokratik açılım’. Peki durum böyle tarif edildiğinde politik terminolojideki karşılığı ne oluyor ve bize (Çerkeslere) yansıması nedir? Bir durup düşünmenin zamanıdır.

Öncelikle Türkiye’nin hemen her nüvesinde tartışılagelen bu süreci salt ‘Kürt açılımı’ diye adlandıran kimi siyasi parti ve egemen ideolojinin kalemşörleri, birden bire burunlarının dibinde yaşamakta olan ve “devletin derinleri” ile yıllar yılı tanışmış bir halkın taleplerini  duyup köşelerine taşıyanlar ile bunu politik argüman olarak kullanan AKP, CHP vd. siyasi partilerin ve destekçilerinin (ABD emperyalizmi) planlı bir hamlesi olarak görmek yanlış bir tespit olmasa gerek. Kafkaslar, Balkanlar ve Ortadoğu üzerindeki planlarının gereği olarak atılan adımlardır.

Yüzyıllardır onlarca ırkın, dilin, dinin ve kültürün yaşadığı/yaşamakta olduğu bir coğrafyada olması nedeni ile Kürt hareketinin taleplerinin karşılanması durumunda diğer etnisitelere mensup ulusların da talep etmeye başlayacakları korkusu ve bunun Türkiye’nin varlığı, birliği ve bütünlüğüne zarar vereceği gayri bilimsel tezdir.

Soldan bakıldığında ise hem gelişen Kürt hareketinin bölgedeki egemenliğinin metropollere de sıçramış olması ve beraberinde getirdiği alttan üste basınç ile Türkiye’nin gündeminde yer alması, hem de zaten ülke demokratikleşme sürecinde iken Kürt halkının taleplerine de el atılmış olması söz konusudur.

Bir diğer durum ise ‘demokratik açılım süreci’ olarak formüle edilmiş olan egemen ideolojinin palazlanmış tüm kadrolarının da desteğini alan, bunun yanı sıra da sol söylemlerle kendini var etmeye çalışan ulusalcı kanat, sol-sosyalistlerin de bu trene eklemlenmesidir. Yayın organlarında ve kullandıkları sloganlarda halkların kardeşliği kuru bir laf olarak kalmakta, bunun yerine sadece iki milleti (Türt-Kürt) görmekte, yeni gündemler bulma gayreti ile de kendilerini fiilen reddetmektedir.

Biz bu duruma ‘demokratik açılım süreci’ der isek aklı selim bize sorar: Bu demokrasi denilen şey dünyada yeni mi icat oldu? Fransız ihtilalinde bahsedilen şey demokrasi değil miydi? Demokrasi kimin için istenmekte? Neden bu zaman? … Bir dizi soru söz konusudur..

Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerin ekonomik-sosyal olarak tamamlanması gereken (geç kalınan) sürecin bir parçasıdır sadece, adına ‘demokratik açılım’ süreci ya da ‘Kürt açılımı’ denilen. Türkiye’nin bu ve benzeri (ruhban okulunun açılması, Ermenistan sınırının açılması vs.) “demokratikleşme” adımlarını atması, tahmin edileceği üzere yapması gereken vazifelerdir ve bu nedenle bir icraat söz konusudur. Bunlar olmalı ki sermaye hem ülke içindeki pazara tam hakim olabilsin (batı ve doğu illeri olarak okunması açıklayıcı olacaktır), hem de üzerinde yıllardır kafa yorulup değişik yol ve yöntemlerle hayata geçirilmek istenen Türkiye oligarşisinin yayılmacı politikaları sürdürülebilsin. Yayılmacıdır çünkü Kurtuluş Savaşı ile şekillendirilen ve bir biçimi ile devam edilen Turancılık fikriyatından vazgeçilmemiştir. Irak, İran, Türki devletler başta olmak üzere Ortadoğu’ya göz kırpılması, askeri ve ekonomik alanlar başta olmak üzere ciddi girişimler ve anlaşmalar içinde olunması, bu fikriyattan ayrı düşünülmemelidir. Bir taraftan dünyada eşi benzeri görülmemiş sermaye yapısı ile askeri sermaye söz konusudur ki dünya ölçeğinde bakıldığında farklı bir sermaye yapısı olduğunu göstermektedir. Diğer taraftan ise ABD’nin bölgedeki karakolu görünümü ile ülke IMF, AB ve ABD nin mutfağı olarak kullandırılmaktadır.

Konudan çok uzaklaşmadan yazıya adını veren sağım kör solum şaşı lafını biraz da bizim cephemizden bakarak bir iki kelam etmekte fayda vardır.

Demokratikleşme diye anlatılan, zaten gelişen toplumsal koşullarda bir biçimi ile yaşanan ve gelişen bir süreçtir. Asıl bakılması gereken demokrasinin kim ve kimler için isteniyor olması ve de kim ve kimler tarafından ortaya atıldığıdır.

Bu sürece girilirken ülkenin etnisite ve beraberindeki muazzam farklılığı göz ardı ederek konuyu ele almak körlüktür ki sağ kanat aksini söyler durumda değildir. Hoş, zaten söylemesini beklemek biraz çocuk saflığı olur. Asıl önemli nokta kendini sol olarak adlandıran ve sol-sosyalist blok içerisinde tarif olunan yapıların bakış açılarının şaşılığı nedeni ile içerisine düştükleri sosyal şoven çukurdur. Sol terminolojide bu konu (demokrasiye bakış açısı ya da ‘sosyalizmde demokrasi nedir’in cevabı) ‘burjuva demokrasisinden milyon kat daha demokratik’ diye tanımlanırken demokratik yeniden yapılanması sürecine solun bakış açısını sanırım en iyi ‘şaşı’ kelimesi anlatır. Bilince çıkarılmalıdır ki bu ülkenin asli iki unsuru Kürt ve Türk değildir tek başlarına. Diğer etnisitenin ülkenin kurulmasına olan muazzam katkılarının varlığı ve sürecin son demlerinde ve devamında tasfiye edilmeleri hatırdan çıkarılamamalıdır.

Kendi cephemizden ilk akla gelen hatırlatmaları yapalım: Amasya Tamimi’ni yayımlayanlardan Atatürk hariç tamamının Çerkes olması, Sivas Kongresi’nin yüzde yetmişinin Çerkes olması, Sivas Kongresi’nin Emir Marşan Paşa ve Uzunyayla Çerkesleri tarafından alınan güvenlik önlemleri ile yapılması, 1920’ye kadar hiçbir evrakta Türk kelimesinin geçmediği ilk elden söylenebilir ve daha fazlası da…..

Ancak daha 1920’lerde Çerkesler’in iç sürgüne tabi tutulduğunu, asimilasyon politikalarına maruz kaldığını, kültür ve dilin yok olma tehlikesi ile yüz yüze olduğunu (Ubıhça yok olan bir Kafkasya dilidir), şaşı gözlerin bu gerçekleri ve daha fazlasını görmesini isteriz.

Evet bir Çerkes olarak Kürt halkının çektiklerini anlamak hiç de zor değil ve taleplerini desteklemek de. Ancak biz, biz olarak var olmak istiyoruz. Bizden alınanları hiçbir kuvvet bize geri veremeyecektir. Bu kesin. Ancak demokrasi denen herzenin de kendini ilerici aydın, insan hak ve özgürlüklerinin savunucu olarak anlatanların da dönüp kendilerini var eden terminolojiyi okumaları demokrasinin gereğini yapmaları gerek. Bunun olmadığı durumlarda sosyal şovenizmin keskin kokusunun demokrasiye, insana ve emeğe bulaşması kaçınılmazdır. Biz Çerkesler: Kafkasya’nın gözyaşlarıyız, dünyanın kırk ülkesinde varız. Ve olduğumuz gibi var olmak ve yaşamak istiyoruz.

Bu nedenledir ki içinden geçilen sürece ‘demokratik yeniden yapılanma’ derken yukarıda sıralanan gerçekliği es geçmeden söylüyoruz: DEMOKRASİ DAHA FAZLA DEMOKRASİ. Barış kardeşlik ve adaletin baki kalacağı bir dünyada var olmak için de burada olacağımızı söylüyoruz/söyleyeceğiz.

 

PSEM YIPE NAPE

 

Sayı : 2009 12