“Her etniğe bir devlet müstehak mı” dan yola çıkarak herkese bir federasyon mu gerek?
Tarihimizle yüzleşme, geçmişi değerlendirme, özeleştiri,.. bunları yeterince yapamadan bugünlere geldik. Biriktirdiklerimizi değerlendirip ortak doğrular oluşturarak ilerleyemedik.
Şimdi, Abhaz Dernekleri Federasyonu kuruluş aşaması nedeniyle yeni bir tartışma süreci gündemimize girdi. Hepimiz bulunduğumuz yerden, kendi doğrularımızla değerlendiriyor, diğerlerini mahkum ediyoruz.
Dernek, komite, federasyon, konfederasyon..
Ayrışıyor muyuz, ayrışarak birleşiyor muyuz?
Dayanışıyor muyuz, ihtiyacımız yok mu?
Dostluk devam mı tamam mı?
Polemiğe sarıp savlarımızı haklı çıkaracak gerekçeler bulabiliriz, mahkemeyi kurup, üstelik hem savcı hem hakim olup kararı kesebiliriz. Bunu yapmayıp diyalog ve ikna olmalı da diyebiliriz. Seçelim, hangisi!
Dikkati çeken şu ki bir kin var sanki, biriktirilmiş bir kin. Birikme nedeni diyalogsuzluktur, tepeden bakıştır, kutsal dava vb. derken başka şeylerin ön plana çıkmasıdır… Tartışmalarda dostluğun bozulmayacağı sıkça yineleniyor. Yinelerken iğneleyici dokundurmalardan da vazgeçilmiyor. ‘Neler biriktirmişiz neler’ dedirtiyor insana. Doğru argümanlar olsa da ifade ediş tarzı öyle kötü ki onarılması zor yaralar açabiliyor. Şeffaf olmalı ve her aşamada sorgulayarak yol almalı idik. Biz kapalı kapılar arkasını seviyoruz gibi. Kurum, federasyon, komite olunca geldiğimiz yeri unutuyoruz sanki.
Diğer yandan yaşadığımız yerden kopuyor, yüzümüzü Kafkasya’ya dönüyor, doğruyu gerçeği oraya göre belirliyor ve hatta oraya uygun olduğunu düşündüğümüz örgütlülüğü öne çıkarabiliyoruz. Ama burada da bir yaşam var. Ya o ya bu değil, Kafkasya ve diyaspora bir arada dikkate alınmalı. Bir tarafı ıskalamamalı.
Filmi biraz geri sarmak gerek. 1990 lı yıllara dönmeli..
SSCB nin dağılma döneminde bir kesim Adıge kanaat önderi, “Kafkasya kapıları açıldı ve gerçekler ortaya çıktı, her kesim kendi örgütünü kuruyor, doğrusu da budur” yaklaşımı ile durum değerlendirmesi yaptı. Ayrı örgütlenme, daha iyi işler yapmak için gerekli mi idi ayrı bir tartışma konusu olsun. Burada önemli olan, söz konusu kanaat önderlerinin gerçek amacının ne olduğu. Sosyolojik bir durum gibi görünen yaklaşımın ardında siyasi bir durum vardı. O tarihle başlayan bir ayrışma söz konusu olduğu için değil, anlayışı ortaya koymak için 90 lı yılları hatırlamış olalım.
SSCB dağılmadan önce de Kafkasya ile ilgili her şey biliniyordu zaten. Yeni öğrenilmiş bir şey yoktu. Ama yeni bir şey yapmak gerekiyordu. 12 eylülün caydırıcı sonuçlarından da yararlanarak her şeyin Kafkasya ile başladığı ve biteceği yaklaşımı ile her kesimin oraya uygun kendi küçük örgütüne sahip olup yüzünü her daim Kafkasya’ya dönük tutmasını sağlamak.
Anavatan özlemini öne çıkaran ve “orada vatan varken ben burada ne uğraşayım, file karşı neden mücadele edeyim, orada haklarım var ve nüfusa da gerek var” vb. gerekçelerle statükocu, pasifist kanaat önderleri ayrışmayı desteklerken dayanışmamanın alt yapısını da hazırladı. Her küçük örgüt kendi kabuğunda ve kendi dört duvarı içinde ..mış gibi yapmaya devam etti. Gerçek hedef buydu kısaca. Türkiye’de bir şey yapmamak. Bu anlayış aynı zamanda, olası bir dönüş durumunda Kafkasya’da da statükonun peşine takılmanın alt yapısını hazırlıyordu.
Oysa; Türkiye koşullarında kimliği yaşatabilmek ve geleceğe taşıyabilmenin olmazsa olmazı kültürel-demokratik haklar için –ayrı örgütler de olsa- omuz omuza olma gerekliliği idi. Bırakın tek başına Kafkasyalılarla dayanışmayı böyle bir derdi olan her kesimle dayanışmak gerekli idi. Bu durumu hala ıskalıyoruz.
1990 lı yıllarda Güney Osetya olayları ve ardından 1992 Abhazya savaşı olmasa idi, biz derneklerimizin dört duvarının içinden çıkamayacaktık. 1993, 21 mayısıdır ilk Kefken yolculuğu. Savaşın ivmesi etkili olmuştur. Engellenememiştir dört duvarın dışına çıkmak. İçinde yaşadığımız topluma utangaç bir şekilde ifade ettiğimiz sürgün gerçeğini sokakta ifade eder olabildik. Bunun bir gereklilik olduğu ortaya çıkmış olmalı ki devam ettirildi. Türkiye diyasporası için bir dönüm noktası böyle gerçekleşmiştir.
Ve Abhazya savaşı Kafkasya’da var olmak için dayanışmanın gerekliliğini gösterdi. Teoride de pratikte de. Türkiye ayağı için de. Peki burada “düşmanın” Rusya değil de Gürcistan olması önemli miydi?
Kafkas Abhazya Dayanışma Komitesi, o günlerde süren derneklerin birlikteliğini sağlama toplantıları içinde seçimle görev yapmaya başladı. Bir süre sonra seçim bitti, atama yöntemi söz konusu oldu. Şimdi Komite’nin durumunu eleştiren ve hemen her konuda engel gören, bir dönem Komite üyesi olan her kesin söyleyeceği çok şey olmalı. Ve söylemeliler. Eleştiri, değerlendirme, öz eleştiri..
Şimdiki Komite Başkana eleştiri yöneltenlerden, O’nun başkanlığı için bir dönem kulis yapanların ise o süreçle yüzleşmeleri gerekli. “O günün koşulları..” ya da “hepimiz hata yapabiliriz” gibi genel geçer laflar yerine, eleştirel bir değerlendirme olmalı ki ortak doğrular bulunabilsin, bugüne ışık tutup yarını kurmaya yardımcı olsun. 92’den başlayarak sürdürülen kapalı kapılar ardında yapılan siyaset artık ortada yapılmalı.
Kişisel sürtüşmelerden söz ediliyor sıkça. Bir halkın çıkarı söz konusu, toplumsal çıkarlar söz konusu olduğunda kişisel hırslar genellikle sıkıntı yaratır. Bu tip kişilerin geri çekilmesi gerekmez mi? Israrcı iseler deşifre edilmeleri gerekmez mi? Kişisel hırslarına yenik düşenler birbirlerini de bilir üstelik, karşılıklı açık kollamaktır zaten işleri. Özveriyle destek verenlerin ise her şeyi bilmesi gerekmez, bazı şeyler sırdır. Yani bazıları beyin, bazıları kol-bacaktır kimine göre. 12 eylülün cuntacı paşaları mantığı yani. Onlar da derdi ya “biz zaten bulaştık siyasete, siz rahat edin, uğraşmayın öyle siyaset falan”.
Abhazya konusunda ihanet suçlamaları da oldu. Tabi ki en kolay şeydir en son söylenmesi gerekeni başta söyleyerek kara çalmak, mahkum etmek.
1994 Çeçenya savaşı önemli değişikliklere neden oldu. “Düşman” Rusya idi o savaşta.
Kısaca Çeçen konusu Rusya ile diğer Cumhuriyetlerimizin ilişkisi temelinde anılmaz oldu.
‘50 bin çocuk öldü yahu’, ‘insan hakları ihlal ediliyor yahu’ bile diyemedik. Anna Politkovskaya önemli dersler vererek bizi ezdi, gıpta ile baktık belki, belki de görmezden geldik.
Dünyanın bildiği ve dillendirdiği gerçeklere karşın, Rusya’nın istediği savaşı Çeçenler’e yıktık. İşimize öyle geldi. Kendi insanımızın, RF Adalet Bakanlığı ve DÇB Başkanlığı yapmış Kalmık Yura’nın söylediklerini duymazdan geldik ki vicdanımız sızlamasın. “Hak etmişti Çeçenler”..
Beslan olayı sonrası bir-iki haftada RF de, (federatif cumhuriyetlerde seçimle gelen başkanlar yerine merkezden atamayı da içeren) değiştirilen idari düzen, Beslan senaryosunu da düşündürtemedi bize.
Osetler varmış yokmuş çok önemli değildi. Birkaç Oset ses çıkarmasa zaten kenarda tutuluyordu. Bir de şu 2008 G. Osetya savaşı olmasa idi iyi olacaktı, ama oldu işte. Dağıstan zaten başka bir dünyaydı.
2006 yılında DÇB Genel Kurulu İstanbul’da yapıldı. Toplantıya katılan Halis Aşetey (Oset) söz almış ve demişti ki; “1942 den beri dernek çalışmalarının içindeyim. Kuzey Kafkasyalılar olarak Hazar’dan Karadeniz’e anlayışı ile ruh birliği içinde çalıştık. Türkiyeli Kafkasyalılar olarak akraba olduk, kan birliği içine girdik. Ayrı yapılanmalara rağmen kardeşlik devam ediyor zannediyorum. Ancak bugünkü toplantıda bir şüphede kaldım. Kafkasya’dan bahsedilirken sadece Adıgeler söz konusu edildi, Osetler ismen dahi anılmadı. Bunu sayın Başkan açıklayabilir mi?”.
Yanıt şu idi: “1991 de DÇB kurulurken Kafkasya’da nüfusa gereksinimi olan yerler ele alındı ve Adıge-Abhaz ekseninde kuruldu. Amaç nüfus dengesini kurmaktır. Ama bu durum diğer bölgelerin sorunlarını dikkate almıyoruz anlamına gelmez. Herkes federasyonlaşsın, Osetler, Dağıstanlılar, .. sonra Kuzey Kafkasya Konfederasyonu oluşsun dileriz.”
Bunu anlayabiliyorum. İyi niyetli yaklaşım olduğu, demokrasi mücadelesinin gerekliliği inancı oldukça bir sakıncası da yoktur diye düşünüyorum. Samimi davranıldığına da inanıyorum. Ama 90 lı yıllardan gelen temel anlayış kişilerin niyetinden bağımsız başka bir şeyleri gösteriyor, bu durum sorgulanmalı. Yukarıdaki diyalogda görüldüğü üzere aslında durum çok nettir. Eksen Adıge-Abaza eksenidir. Akında Adıge ekseni olacaktır. Sonra..
Şöyle bir hava hissediliyor. Dayanışma konusunda samimi olmayan birileri kapalı kapılar ardında ittifakları netleştirmiş aslında. Ama söyleme cesaretleri yok. Fırsat bekleniyor ötekileştirmek için. Fırsat oluşuncaya kadar …mış gibi yaparak idare ediliyor. Fırsatı yakalayınca da gerekçelendirip dışarıda bırakılıyor.
90 lı yıllarla başlayan “dayanışmama” temel anlayışının hakim olduğu süreç, 2009 da Abhaz Federasyonu’nun gündeme girmesi ile devam etmektedir. Bundan sonra bitmeyebilir. Adıge ve Abazalar arasında Kabile örgütlenmesi gündeme gelebilir. Kabardeyler Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’ne, Adıgeler Adıgey Cumhuriyeti’ne, Çerkesler Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti’ne (KÇC), Şapsığlar Kıyıboyu Şapsığ bölgesine, Abazalar Abhazya’ya, Abazinler KÇC’ne daha iyi destek olabilmek, daha iyi işler yapabilmek için ayrı örgütlenebilirler. Bunun gerekçeleri bir yerlerde hazırdır belki. Bir gün de gelir ortak bir üst örgüt oluşturabilir. Bir kara mizah bu.
Acaba bütün bu senaryoları yazan ve uygulayan bir azınlık, ama iki tarafta da yer alan bir azınlık, çoğunluğu kapıştırmayı beceriyor olabilir mi? Amaç bu olmasın sakın. Sakin olup diyalog kurulabilse, söz konusu azınlık dışında kamplaşmış görünen çoğunluk anlaşabilecek belki de…
Ötekileştirme öyle noktalara gelmiş ki “siz – biz” diye tartışır olmuşuz. Unutuyoruz canı yanandan yana olduğumuzu. Hepimiz Oset, hepimiz Abaza olamıyoruz. Kendimizden, “biz”den hissetmiyoruz. Hissediyormuş gibi yapıyoruz. Öyle ki aynı evin farklı odalarında oturuyorken diğer odadaki yangını görmezden geliyoruz. Oradaki yangın sürerse yanma sırası bize gelecek oysa..
Samimiyet olsa oturulur, konuşulur. Denir ki ayrı örgütlenmenin şu şu yararları var, ancak bir arada duruşumuza da engel değil bu durum, kuralım bu yapıları, sonra da federasyon-konfederasyon, bir şekilde dayanışmayı sağlarız. Yani bu konuda birbirimiz ikna edemeyeceksek.. “Ben yaptım oldu” değil mi yaşananların bir nedeni.
Türkiye gerçeği, Kafkasya gerçeği, tabi ki dikkate alınacak, ama unutulmayacak ki bu gerçeklerin birleştiği yer, ancak demokrasi içinde kimliğimizi yaşatıp geleceğe taşıyabileceğimizdir. Altın tepside sunulan bir şey değilse demokrasi, bu bir mücadele ise burada ortaklaşmak gerekmez mi? En yakınımızdakilerden başlayarak en geniş cepheyi oluşturmak gerekmez mi?
Ortak aklı oluşturarak, bıkmadan usanmadan tartışarak ve birbirimizi ikna ederek, bunu şeffaf bir şekilde yaparak yol haritamızı oluşturmalıyız.
Timsah gözyaşları dökmeden, bir yerlerde kına yakanların heveslerini kursaklarında bırakarak gerekeni yapma iradesini göstermeliyiz. Birbirimize dikte etmekten vazgeçmeliyiz.
Sayı: 2010 01