“Çerkes” filminin ünlü Çerkes yönetmeni Muhittin Kandur (Mohydeen Quandour), Circassian World’ün yeni filmi ve gelecekteki projeleri hakkındaki sorularını cevapladı.
–CIRCASSIAN WORLD: Öncelikle son film projeniz “Çerkes” hakkında soru sormak istiyorum. Daha gösterime girmeden bile büyük dikkat çekti. Bu projeden biraz bahsedebilir misiniz? Nasıl başladı? Ne zaman ve hangi ülkelerde seyirciyle buluşacak?
-MUHİTTİN KANDUR: Film düşüncesi oldukça yakın bir geçmişte başladı. Ürdün Kraliyet Film Kurulu geçen yaz Amman’daki yeni merkezlerine davet etmişti, Ürdün’de yeni bir sinema sektörü oluşturma konusundaki düşüncelerinden etkilendim. Süreci benim başlatmamı istediler, ben de ilk filmi yapabileceğimi söyledim, ancak konusunun hem benim için ve hem de Ürdün için anlamlı olması şarttı. Hemen Kabardeylerin, günümüz Ürdün’ünün başkenti Amman olan dönemin Osmanlı topraklarına gelişleriyle ilgili bir senaryo yazmaya başladım. Bu konuyu seçtim çünkü bu ülkedeki varlığımızın tarihini bilen çok az Arap ve daha da az Çerkes var. Daha önce kayıt altına alınmamış belirsiz bir geçmiş… (Çerkes dizi romanlarımın dördüncüsü “Devrim” hariç). Bu hem Çerkes yazarlar hem de Arap tarihçiler tarafından oldukça görmezden gelinen bir hikaye. Araplar Ürdün’deki varlığımızı kabul ederler ama başkent Amman’ın asri kurucuları olduğumuz ve yerli Bedeviler ortaklığında modern Ürdün’ün belkemiğini oluşturduğumuz konusunda hiçbir şey bilmezler.
Bu filmin Ürdün, Türkiye ve muhtemelen Suriye’de kendine seyirci bulacağını düşünüyorum. Avrupa, Asya ve belki Amerika’daki uluslar arası film festivallerinde başarılı olursak başka ülkelerde de geniş bir piyasa bulmasını umuyorum. Arap dünyasının bizi ve kültürümüzü tanımaya meraklı olduğuna inanıyorum. Türkiye’deki hemşerilerimizin de (milyonlarca) bu filmi destekleyeceği konusunda umutluyum. Eğer başarılı olursa sonrasında Çerkes hikayemizin devamını Türkiye ve Suriye’de sürdürmeyi umuyoruz.
Biliyorum Çerkes diyasporasının çoğu filmin yayınlanmasını bekliyor. 2010 Nisan’ında ilk kopyayı elde etmeyi umuyorum.… Zaman alıyor çünkü ses tasarımının çok iyi olmasını ve sinema sunumu için Dolby sisteme dönüştürmeyi istiyorum. Filmin mümkün olan en yüksek standartlarda tamamlanmaya layık olduğunu düşünüyorum.
–Filmin senaryosu sizin tarafınızdan yazıldı. Hikaye nasıl şekillendi? Tarih ve folklor konusunda hangi kaynaklara dayandınız?
–Hikaye genelde kendi romanımı temel alıyor. Revolution-Devrim, yakında Türkiye’de de yayınlanacak. Bu roman için hayli araştırma yapmıştım. Kabardeyler 1900’de İstanbul’dan trenle yeni Hicaz demiryolu üzerinden Amman bölgesine gönderildi. Osmanlı otoritesi onları bölgedeki tek su kaynağının yanına yerleştirdi, çünkü çiftçiydiler ve yaşamlarını sürdürmek için suya ihtiyaçları vardı. Ancak bu durum onları su kaynağından uzak tutmakta ısrar eden Bedevilerle aralarında çatışmaya yol açtı. İki kültür arasındaki farkları vurgulamak için bir Çerkes genciyle Bedevi kız arasındaki aşk hikayesini alt plan olarak türettim.
Filmin evrensel mesajının şu olduğuna inanıyorum: Akıllı diyalog şiddete başvurmaksızın tüm sorunları çözebilir, insanlığın öğrenmek zorunda olduğu ders bu.
–Senaryoda kendi atalarınızdan izler var mı?
–Hayır. Anılarını canlı tutmak için dönemin bazı etkin şahsiyetlerinin isimlerini kullanmış olmama rağmen karakterlerin hepsi hayali. Hiçbiri kendi ailemi temsil etmiyor.
–Filmde anavatandan aktör ve aktrisler olduğunu biliyoruz. Oyuncuları nasıl seçtiniz?
–Filmi Arapça ve Çerkesce olarak iki dilli yapmaya karar verdim. Dili akıcı kullanan ve profesyonel oyuncu olan Çerkes aktörlere ihtiyacım vardı. Şansım yaver gitti ve onları Kafkasya’da Nalçık Adige Tiyatrosu’nda buldum. Başroldeki Azamat Bekov dahil Kafkasya’dan filmde rol almak üzere 8 aktör getirdim. Onların tiyatrodan çok sinemaya uygun tarzda rol yapmaya alışmaları biraz zaman alsa da performanslarından çok hoşnuttum. Aktörlerden sadece ikisinin; Ruslan Firov (şu anda KBR Kültür Bakanı) ve Bacir Shibzukov’un önceden film deneyimleri vardı. Mükemmeldiler.
Türkiye’de bu projeye katılmak isteyen Çerkesler olduğunu biliyordum ama onları bir sonraki Çerkes filmimiz için saklamaya karar verdim. Akıcı bir Çerkesce ile oyunculuk yapıp yapamadıklarını bilmiyorum ama öyle olmasa bile bir sonraki filmi Türkçe olarak çekebiliriz.
Genç Azamat Bekov’un ilk oyunculuğuydu, ama onun yeteneğini oyuncu seçimi toplantısında fark etmiştim ve filmde başarılı oldu. Oyunculuğa devam etmeyi seçerse hızlı öğrenen ve gelecek vaad eden biri.
–Eşiniz Luba Balagova birlikte uzun zamandır Korkunç İvan ve karısının hikayesini içeren tarihi gerçeklere dayalı Kabardey Prensesi (Goşenay) Maria Temrukovna ile ilgili bir proje üzerinde çalıştığınızı biliyorum. Bize bu proje hakkında bir şeyler söyleyebilir misiniz? Gelişme halinde olan “Çerkes” temalı başka projeleriniz var mı?
–Evet. Bu bizim için çok önemli ve devasa bir proje. Hikaye Luba’nın epik bir şiirine (Çariçe veya Goşenay) dayanıyor, senaryosunu Hollywood senaristi Richard Lasser ile birlikte yazdık. Filmin hakları 2 yıl önce İngiltere’deki Firefly Films tarafından satın alındı, ancak büyük ölçekli (100 milyon dolar) filmi yapmak için gerekli kaynakları toplayamadılar. Şimdi haklar bana geri döndü ve Mel Gibson ile tanıtımını yapıyorum. Bu projenin yakın zamanda gerçekleşmesini ümit ediyoruz. Cesaretlendiren belirtiler var.
Şu anda geliştirdiğim bir diğer proje televizyon için 30 bölümlük “Kafkas Üçlemesi” adlı eserime dayanan “İslam’ın Kılıçları” dizisi. Projenin 2011 de gerçekleştirilmesi planlandı ve hazırlıklar şu anda yapım aşamasında. Dizi Kafkasya ve Türkiye’de filme çekilecek.
–Nart efsaneleri, Rus-Kafkas savaşları, Çerkes Vakası gibi ilginç konular varken Hollywood’un Kafkasya’ya ilgi göstermemesinin nedeni ne olabilir? Üstelik Kızılderililer, Ermeniler, Afrika’nın sömürgeleştirilmesi ve daha bir çok tarihi trajedi hakkında bir sürü film varken..
–Güzel bir soru. Amerikan halkı Hollywood’un ürettiklerini seyreder ve Hollywood Kafkasya’daki destansı hikayelerimizi henüz keşfetmedi. Ama bizim zamanımız gelecek. Kitaplarım bazı film şirketlerinin biraz dikkatini çekti ve yakın gelecekte bir hareketlenme görebiliriz.
Gelişmenin en büyük engellerinden biri Kafkasya’nın siyasi olarak Rusya’nın bir parçası olması ve Hollywood’un geçmişte Rusya’yla ilgili film yapmaktan duyduğu bir takım rahatsızlıklardı, bu yüzden kaçındılar. Rus hikayeleri ya da mekanları söz konusu olduğunda Rusya’da prodüksiyon olanak ve becerisi fevkalade olmasına rağmen Rusya’da çalışma zorluklarının risklerine girmektense hepsi İskandinavya ve Kanada’da filme çekildi. İthalat sınırlamaları ve gümrük prosedürleri zor ve pahalı, üstelik Kafkasya’da bir şey yapmak için Moskova’nın onayını almak zorundasınız.
–Bu konuları Hollywood’daki meslektaşlarınızla hiç konuştunuz mu?Çerkesler hakkında yeterince doğru bilgileri var mı?
–Hollywood’da Çerkesler hakkında yeterince bilgi yok. 1970’lerde “Kafkas Üçleme” mi mini dizi olarak şekillendirmeyi denedim ve başaramadım çünkü hiç kimse seyircileri yeni bir kültürle tanıştıracak bir başka konuya yatırım yapmaya ilgi duymadı. Kim olduğumuzu, nereden geldiğimizi ve en önemlisi bu gidişatta bize ne olduğunu tüm dünya anlayıncaya kadar kültürümüzü tanıtmaya devam etmemiz gerekiyor.
–Film yapımcılığınızın yanı sıra sizi bir yazar, tarihçi, müzisyen ve işadamı olarak tanıyoruz. Dahası bildiğim kadarıyla Uluslararası Binicilik Federasyonu ve Dünya Arap Atı Örgütü üyesi olarak binicilik konusunda uluslararası bir otoritesiniz ve Uluslararası Binicilik Federasyonu’nda (FEI) bilirkişi unvanına sahipsiniz. Bu alanların hepsinde çok başarılısınız. Başarınızın sırrı nedir?
–İltifatınız için teşekkür ederim. Bu adeta benim karakterim, bir sürü farklı şey yapma ve yaptığım şeylerde başarılı olma konusunda şanslıyım.. Sorunuza cevap vermek gerekirse sırrı sıkı çalışmak. Asla hiç bir şey bana kolayca gelmedi. Elde etmek istediğim bir şey için her zaman çok çalışmam gerekti. 40 yılı aşkın süre yaratıcı çalışma ile iş hayatı arasında gidip geldim ve değişimi doğal bulurum. Sanırım bir diğer sır da her zaman sevdiğim şeyleri yapıp yaptıklarımdan zevk almamdır.
–Yukarıda bahsettiğim uğraşıların dışında Çerkes kültürünü desteklemek için kurulan Çerkes Fonu’nun (Cherkess Fund) ve geçen yıl Ürdün’de tesis edilen Uluslar arası Çerkes Etüdleri Merkezi’nin ICCS (International Center for Circassian Studies) kurucuları arasındasınız. Bu kurumların çalışmaları hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?
–Çerkes Fonu’nu 1990 başlarında perestroyka ve glasnost (açıklık politikası) sonrasında Nalçık’ta oluşturdum. O zamanlar Kabardey-Balkar’daydım ve Çerkes cumhuriyetlerindeki harika sanatçılarımız adına olayların trajik değişimine şahit oldum. Bu insanlar Sovyet döneminde devletten aldıkları maaşlarla yaşıyorlardı ve toplumda imtiyazlı bir pozisyonları vardı. Maaşlar aniden kesildi ve bir çok müzisyen, ressam ve oyuncu geçinmek için bir iş bulmak zorunda olduğunu fark etti. Büyük müzisyenlere ve şarkıcılara pazarlarda kamyon sürerken rastlamak hiç şaşırtıcı gelmiyordu ve sonuç olarak ulusun kültürü sahipsiz kalıyordu. Bu dönem tarihi romanlarımın Rusya’daki büyük başarısıyla aynı zamana denk gelmişti ve bunun sonucunda tüm kazancımı Kabardey-Balkar’da kültürü desteklemeye tahsis ettim. Şair ve yazarlar için ödüller koyduk ve müzisyenleri yurt dışına çalışmalara gönderdik. Müzik okullarına enstrüman vs. yardımı yaptık. Eşim Luba, Fon’un işlevini iyi görmesini sağlamasına yıllarca aracı oldu. Edebiyat dergisi Horizon’u (Ufuk) (Şaplipa) oluşturdu ve Çerkesce dahil 3 dilde yayınladı. O dönemler bu önemli ve gerekli bir icraattı.
Geçenlerde halen biçimlenme aşamasında olan ICCS’i -Uluslararası Çerkes Etüdleri Merkezi- kurduk. Ancak şimdiden büyük bir web sitemiz (www.iccs.synthatise.com) ve Londra Üniversitesi’nden Prof. George Hewitt, Leiden Üniversitesi’nden Prof. Reeks Smeets, McMaster Üniversitesi’nden John Colarusso ve Uluslararası Edebiyat Enstitüsü’nden Prof. Alexey Chagin gibi Kafkasya araştırmalarının önemli bazı bilimsel şahsiyetlerinden oluşan bir Mütevelli Heyeti’miz var. Tüm Çerkes ulusunu temsil eden bir grup olması için hem Türk hem de Kafkasyalı birkaç seçkin bilim adamının da mütevelli heyetimizde yer almasını arzu ediyorum.
Diğer bir deyişle dil ve edebiyatımıza ilişkin bazı büyük meseleleri çözmek için kültürel mirasımızı uzmanlık ve ileri planlamayla canlandırma yolunda ilerlemekteyiz. Projemizin amaç ve hedeflerine yukarıda bahsettiğim web sitesinden ulaşılabilinir. Hedeflerimize ulaşmak için ilgilenen herkesin maksimum katılımını, maddi ve manevi desteğini bekliyoruz. Projenin Ürdün direktörü eşim Dr. Luba Balagova’nın destek verdiği Dr. Amjad Jaimoukha’dır.
–En büyük Çerkes nüfusunun yaşadığı Türkiye’de bir film yapmayı düşünür müsünüz?
–Türkiye’nin tüm Çerkesler için en önemli diyaspora olduğundan kuşkum yok. Orada anavatandakinden daha fazla Çerkes var ve dolayısıyla bu ülkede film yapmak çok ilgimi çeker. Dünyaya izletmekten gurur duyacağımız kaliteli ürünleri sahneye koymak için gerekenler sadece destek ve yatırımdır. Nisan’da İstanbul’a geldiğimde halihazırda varolanların yanı sıra her türlü teklife hazır olacağım. Nisan’da Türk film yapımcıları ve dağıtımcılarıyla buluşup olası ortak projeler hakkında konuşmak için Uluslararası İstanbul Film Festivali’ne katılmayı planlıyorum. (Filmim o tarihte gösterime hazır hale gelmemiş olsa da).
Gelmemin diğer bir nedeni de 6 ciltlik “Çerkes Destanları” eserim için yayıncılarla bir araya gelecek olmamdır. Bunlar halihazırda profesyonelce Türkçe’ye çevrildi ve Türkiye’de yayınlanacak. Bu ziyaret için sabırsızlanıyorum.
–Türkiye’deki meslektaşınız Çetin Öner’i tanıyorsunuz sanırım. Bu konuları onunla görüşme şansınız oldu mu?
–Çetin Öner’i bir süredir görmüyorum ne yazık ki. Bende iletişim adresi yok ama ona çok saygı duyarım ve mükemmel bir Çerkes aktör olduğunu düşünüyorum. Onun bu filmde yer almasını düşündüm ama iletişim kurma şansı yoktu. Umarım gelecekte onunla işbirliği yapabiliriz, Nisan’da İstanbul’a geldiğimde bulmaya çalışacağım.
–Kitaplarınızda Kafkasya tarihi ve siyaset büyük ölçüde yer alıyor. Yeni şartlar ve güç dengesi göz önüne alındığında Kafkasya’nın (hem Güney hem Kuzey) geleceğini nasıl görüyorsunuz?
–Bu detaylı bir soru ve kısa bir röportajda buna cevap verebileceğimden emin değilim. Şüphesizdir ki Kuzey Kafkasya’yı yönetmek için ”Güney Bölgesi” nin kurulması bölgenin tüm sakinleri için bir alarm nedenidir. Ancak siyasi girişim muhtemelen Kuzey Kafkasya’da bir Türk Cumhuriyeti kurma fikrindeki Türkiye tarafından desteklenen Balkarlar ve Karaçayların faaliyetleriyle harekete geçirilmiştir. Bu Rusya Federasyonu’nun güvenliğine ciddi bir tehdit ifade eder ve bir reaksiyonun olması muhtemeldi. Dış güçler kendi siyasi gündemlerini servis etmek için Kafkasya’ya sürekli müdahale etmekte ve maalesef halk sonuçlarından her zaman zarar görüyor. İleride zorluklarla karşı karşıya geleceğiz. Elbette bu etnik gruplar için birleşme ve Stalin döneminin hatalarını feshetme anlamına gelir, ancak dış çıkarların araya girmesi Moskova’da telaşa neden oluyor.
-Ortadoğu ve Rusya’yı karşılaştırırsak, iki bölgedeki azınlık haklarına ilişkin bugünkü durum hakkında ne düşünüyorsunuz?
–Cevabı “azınlık” tan sizin ne anladığınıza bağlı. Ne Kafkasya’da ne de Rusya’da bu terim Çerkesler’i kapsamaz. Arap dünyasında azınlık kavramı yoktur. Hepimiz Müslüman topluluğa aidiz. (Ümmet). Örneğin Ürdün’de Çerkesler hiçbir zaman bir azınlık sayılmadılar. Kültürel özgürlüklere sahibiz, kendi Çerkes okulumuz var ve kültürel ifadenin tadını çıkarıyoruz. Çağdaş Ürdün’ün kurucularından biriyiz. Türkiye’de sorun daha bir karmaşık ve tarihsel olarak belirsizliklerle yüklü. Ülkenizdeki Çerkesler tüm Türkiye vatandaşlarının büyük ve hayati bir bölümünü temsil etmektedir. Ancak arzuladığınız kültürel özgürlüğü elde ettiğinize inanmıyorum, çünkü bu Türk Anayasası’nın yürürlükteki beyanıyla çelişir.
Rusya’da da “azınlık” kavramını tanımlamak zordur Çerkesler’in hukuki statüsü Anayasa ve bir çok hukuki tebliğ tarafından tamamen korunmuştur, çünkü Federasyon’un vatandaşıdırlar. Ancak kültürel ve sosyal olarak Çerkesler “ikinci sınıf vatandaş” olarak görülür. Bu toplumsal soruna rağmen tüm Çerkesler Federasyon’daki etnik Ruslarla tam ve eşit haklara sahiptir.
–Sizce Çerkes diyasporasının organizasyon ve eylem planı ne olmalıdır?
–Bu babalarımızı ve dedelerimizi yıllarca meşgul eden bir soru. Rusya Federasyonu dışında temellenmiş ve Anavatan’ın müdahale etmediği bir Uluslararası Çerkes Diyasporası birliğinin zaman içinde kurulmasının ilerlemenin tek yolu olacağına inanıyorum. Bir “Hase’den bahsetmiyorum, aksine dünya çapında destek grupları olan profesyonel bir kuruluşu kastediyorum. Bu birlik çıkarlarımızı ve fikirlerimizi Avrupa Topluluğu ve dünyanın duyması için tercihan Avrupa Birliği’nde, muhtemelen Brüksel veya Londra’da temellenmelidir. Böyle bir birliğin yasal olarak kurulması ve destek elde etmesi zor değil. Finans ve yardım gerektiren kısmı kuruluş aşamasıdır. Gönüllüler değil profesyonel kişiler tarafından yönetilmeli, endişelerimizi dünyaya duyuracak bir lobi oluşturmalı ve hem siyasi sıkıntılarımızı duyurmak hem de kültürel mirasımızı canlandırmak için kampanyalar düzenlemelidir.
–Son olarak Circassian World okurlarına bir mesajınız var mı?
–Biz unutulmuş diyasporayız. Dikkatleri üzerimize çekmemek gibi bir kültürel alışkanlığımız vardı ve hala devam ediyor, bundan kurtulmalıyız. Varlığımızdan ve arzularımızdan dünyanın haberdar olmasını sağlamalıyız. Çerkesler tarihsel olarak seve seve kendilerini yabancı liderlere adadılar, ama kendi halkımızdan biri liderlik standartlarına yükseldiğinde başarısını engellemek için elimizden geleni yaptık. İleriye gidememizin nedeni buydu ve aynı neden hala devam ediyor. Bu özellik ayrıca bir Ulus olmaya asla erişemememizin tarihsel sorumlusudur. Bu genetik engelin nasıl üstesinden geleceğiz?
Cevabın ve ümidin gençlerde olduğunu düşünüyorum, elektronik ve özgür iletişim dünyasında yetişmiş genç kadın ve erkeklerden oluşan yeni neslimizde. Hatalarımızdan ders almaları ve nesillerdir bize musallat olan doğal kıskançlıklardan ve çekişmelerden kurtulmaları gerek. Toplumun bilge büyükleri onların devam etmesini sağlamalı.
Biz insanlığa katkıda bulunabilecek övgüye değer özellikleri, değerli gelenekleriyle eski ve faydalı bir kültürüz. Kültürümüzün gelecek nesiller için bir müze eseri olmasına izin vermemeliyiz. (2010, Ocak)
–Teşekkürler.
Metin Sönmez
http://www.circassianworld.com/new/interview/1427-interview-m-quandour-january2010.html
Kısa Biyografi:
Uluslar arası arenalarda 40 yılı aşkın deneyime sahip bir yazar, film yapımcısı ve işadamı. Kandur Ürdün’de doğdu ve tüm eğitimini (lise-yüksek lisans-doktora) Amerika’da tamamladı. Mesleki kariyerine 1962’de New York J. Walter Thompson Co. Firmasının reklam ve belgesel film yapımı bölümünde başladı. Sonrasında Brisitol Myers pazarlama bölümüne geçti ve 1969 sonunda kadar çalıştı. 1970’te ilk romanı “The skyjack Affair”i (Uçak Kaçırma Macerası) yayınladı ve yetmişli yılların başında Tv-Sinema filmlerinde senarist ve yönetmen olarak çalıştığı Holywood’a taşındı. (Mannix, Bonanza, The Spectre of Edgar Allan Poe, Yanco).
1974/75 te Kandur iş dünyasına pazalama uzmano olarak geri döndü, sonrasında çeşitli çok uluslu şirket ve bankalara danışmanlık yaptı.
1990’da Kandur birkaç tarihi romanla yazarlık kariyerine devam etti ve birçok belgesel dizi yaptı. (The Last Horsemen – Sot Atlılar, Musical Journeys-Müzikal yolculuklar). Kandur ayrıca atçılık – at sporları konusunda uluslar arası bir uzman ve saf kan Arap atı yetiştiricisi olarak bilinir.
Son yıllarda Kandur klasik müzik besteliyor. Eserleri Rusya, Japınya, Almanya ve İspanya’da konserlerde çalınmakta. Dr. Kandur eşi ve iki opluyla İngiltere’de yaşamaktadır. Sık sık Rusya ve Kafkasya’ya seyahat etmektedir.
Sayı : 2010 02