Adıge Heku’ye yolculuk (1)

0
534

Adige topraklarında geçen ilk günün akşamı Alaaddin Bayram ve eşi Wune Fıj (Beyaz saray) önünde

Ata topraklarında ilk gün

Bu gün sonsuz derece bahtiyarım. Onun içinde Rabb’ıma sonsuz derece şükrediyorum. Zira övgülere layık olan O’dur.

Bahtiyarım, çünkü milletimin tamı tamına 146 yıl önce zorunlu tehcire tabi tutuldukları kadim Adıge yurduna dönüş yapıyorum. Ne kadar güzel bir ifade “dönüş yapıyorum” demek. Oysa topu topu dokuz günlük bir seyahat. Kalemim öyle yazıverdi işte.

Ben ise elli iki yaşımdayım. Çocukluğumdan beri rüyalarımı, hayallerimi ve ümitlerimi süsleyen bu mazlum, masum ve bensiz ata yurdumu ilk kez göreceğim. Gece boyu, geceler boyu zaman zaman uykularımı feda ettiğim, hayalimdeki güzelliğine âşık olduğum bu müstesna sevgiliye mutlaka kavuşacağım inşallah. Ve bu duygularımı “hayal kırıklığına uğrayabilirsin” uyarılarına asla aldırmadan son nefesime kadar korumayı da umut ediyorum. İşte bunun için bahtiyarım.

Bahtiyarım, çünkü ülkesiyle ayrı düşürülmüş bir ulusun bir ferdi olarak, ölmeden önce bu yetim yurdumu görmüş olacağım. Bu mazlum kadim yurdumun havasını teneffüs etmiş olacağım.

Bahtiyarım, çünkü benim gibi binlercesini barındıran, emziren, büyüten ve yetiştiren güzel yurdum Anadolu’dan binlerce selamı oralara götürebileceğim.

Bahtiyarım, çünkü bu gün Rusya Federasyonu’nda yaşayan her toplum gibi Adıgelerin de kendi topraklarında demokrasiyle var olduklarını umut etmekteyim.

Ata yurduma gitme heyecanı beni fazlasıyla sarmış olmalıdır ki, gece boyu bir türlü uyuyamadım. 02 Ekim 2009 Cuma sabahı saat: 09.15 uçağımızın kalkış saati. Sabah 07.30 da Atatürk Hava Limanı’nda olmamız gerekiyormuş. Akşamdan sevgili Ergün havaalanına bizi götüreceğini tembihledi ve bu konudaki hiçbir itirazımızı da kabul ettiremedik.

Cuma sabahı saat 07.00 ve Ergün kapıda. Benden heyecanlı. Heyecanını her fırsatta belli ediyor. Bir gün öncesinden ufak hediyeler yanında bulunsun düşüncesiyle yaptığım masraflara da ortak oldu. Bunun için sevgili eşi Leyla Hanıma ve Sevgili Ergün’e teşekkür ediyorum.

Atatürk Hava Limanı kalabalık, tanıdık tanımadık birçok insan var. Yabancılar daha çok sanki. Kendi kendime “demek ülkemize çok turist geliyor” diye düşünüyorum. Geçiş kontrolleri ancak uçuş saatinde bitebildi. Birkaç dakika sonra havadayız. İstanbul gerçekten kanatlarımızın altında duruyor. Dışarıda güzel bir sonbahar havası var. Gökyüzünde bulut yok gibi bir şey. Sis de öyle. Güneş de kendini hissettiriyor, serinlik de. Uçağımız büyük değil. Uçuşumuz boyunca İngilizce ya da Türkçe hiçbir açıklamayla karşılaşmıyoruz, Kuban Hava Yolları uçağında. Açıklamalar Rusça yapılıyor ve bir hostes de söylenenleri dramatize etmeye çalışıyor. Servisler bana göre oldukça sıradan. Ama Karadeniz sahillerinin kuşbakışı görüntüsü bütün bu eksiklikleri unutturuveriyor insana. O koca deniz zaman zaman bir bulut tarlası gibi altımıza seriliyor. Henüz meraklarımızı yenemeden Karadeniz’in Kafkasya sahilleri görünmeye başlıyor. Bütün sahil ayrı bir güzelliğe sahip…

Kafkasya tamamen beliriyor önümüzde. Uçağımız inişe yöneliyor. Tarlalar daha belirginleşiyor. Hepsi aynı boyda ve yan yana sıralanıyor. Toprak canlı ve oldukça bereketli besbelli. Hasat yapılmış. Toprak ikinci yıla hazırlanmış. Tekrar yeşermiş.

İki saat 15 dakika sonra Krasnodar Hava Alanı’na iniş yapıyoruz. Salon sakin. Pasaport kontrollerimiz bir hayli uzuyor. Chermıt Muhdin salonda beliriyor. İnternetten tanıyoruz kendisini. Adıgey parlamento üyesi ve bakan. Herkesle selamlaşıyor ve herkesin tek tek elini sıkıyor, hatır soruyor. Arada bir espriler yapıyor. Sayın Muhdin sempatik, canlı ve neşeli. İşini severek yaptığı yüzünde okunuyor.

Servis aracı hazır… Herkesin toplanmasını bekliyoruz. Thamade grubu öndeki özel otolara biniyor. Bizler ise otobüse biniyoruz. Ürdün, Suriye, Almanya, ABD, Türkiye gibi ülkelerden insanlar var. Çok geçmeden hareket ediyoruz. Sayın Chermıt Muhdin’i eskort takip ediyor. Muhdin Adıge Cumhuriyeti’nde bakan ve resmi plak sahibi.

Kuzey Kafkasya ve Adıgey Toprakları sahil boyu uzanmış boydan boya. Karadeniz ile Oşhemafe arasında dümdüz yayılmış. Toprak, kara toprak. Belli bereketli. Aracımız Miyekhuape’ye doğru yol alıyor. Yol boyunca hasat görmüş tarlalar… Mısır, ayçiçeği, buğday, kavun v.s tarlaları ve her türlü ağaç sıralanıp uzuyor. Meraya serpilmiş sığırlar ve koyun sürüleri. Hiç biri başıboş değil. Çoğunlukla sürülerin başında kadınlar var. Hepsi yerleşim yerlerine yakın. Yerleşim birimleri birbirlerine uzak değil zaten.

Arabamız pek insaflı gidiyor denemez. Çoğu tabelayı zoraki okuyabiliyorum. Sonunda oturduğum koltuğu terk ediyorum ve sürücünün sağ tarafındaki boşluğa oturuyorum. Koridorun en önüne… İstediğim kadar fotoğraf alıyorum. Sağ ön koltukta Eski Maliye Bakanımız Zekeriya Temizel Bey oturuyor ve mütemadiyen kitap okuyor. Doğrusu bu dakikalar kitap okumasını yadırgıyorum.

Krasnodardar’dan itibaren okuyabildiğim tüm yerleşim birimlerin adlarını yazmaya çalışıyorum. Nogay Yaşar’ın eşi Miyekhuape’li yardım alıyorum. Önceden tanıdığım insanlar. Ben ise işimde bir hayli zorlanıyorum. Bir taraftan not alıyorum. Diğer taraftan hiçbir şey atlamak istemiyorum, ama atladığımı fark ediyorum. Öte yandan da fotoğraf makinesi ile uğraşıyorum. Benden başka herkes rahat. Köylerin adlarını bana saymaya başlıyor birisi. Köy dedimse Türkiye’deki gibi küçük köyler değil. Beş bin ile on beş bin arası nüfusa sahip köyler. Önce Talhostan Hable, Kırımısk, Adıgey Khale, Pçıhalı Khoy, Wole Khoy, Psekups (ırmak), Weçepşı, Peneju Khoy, Askholay, Şewcen Khoy, Bjeduğ Hable, Webe Khoy, Şıthale Khale, Miyekhuape, Hankho (Çıle) peş peşe sıralanıyor. Arada Çetkur dedikleri Adıgece Heteji denen bahçeli küçük yazlık köyler dikkatimi çekiyor. Bana yolda izah ediyorlar. Khoy olan yerler köy birimleri. Hable olan yerler ilçe tarzında, Khale olan yerler ise şehir birimleri. Onlar yerleşim isimlerini bitişik yazıyorlar. Ben burada açıklayıcı olması açısından ayırarak yazdığımı ifade etmek isterim. Arada atladığım isimler olduğu gibi yol boyunca görünmeyen ve adları bize söylenen onlarca yerleşim birimi var. Nüfus yapılarını soruyorum sık sık. Bazı köyler Rus, bazıları Ermeni karışık ve bazı köylerin çoğunluğu da Kürt imiş. Buradaki Kürtler Ermenistan’dan gelip Adıge topraklarına yerleşmişler. Sayıları ise muhtelif: Beş bin diyen var; on bin diyen de. Doğrusunu RF biliyor.

Bütün Kafkasya doğal yapıyı çok güzel korumuş. Yerleşim birimlerinde evler sıkışık değil. Başkent Miyekhuape bile geniş bir alana yayılmış olmasına karşın doğal yapı bütün güzelliğiyle korunmuş. Evler hep aynı hizada sıralanmış. Yollar ve kaldırımlar geniş. Parklar ve meydanlar da öyle. Trafik diye bir sorun yok. Beton ve demir yığınlar hiç yok. Çoğu binalar ikişer, üçer katlı. Yüksek binalar yok değil tabi. Biz dokuzuncu katta dairede kiracı kaldık.

Başkent Miyekhuape’de Adıge Hase (Adıge Derneği) önünde arabamızdan iniyoruz. Bizi içeri alıyorlar. Şelame, börek, çörek ve içecekler bizi bekliyor. Ben etrafı tanımakla uğraşıyorum; millet ise yemekle…

Haseden ayrılıyoruz. Miyekhuape Haç’eş’e (Maykop Oteli) gidiyoruz. Orada kalacakmışız. Otele yerleşiyoruz. Tekrar bizi ziyaret edeceklermiş. Ama bir daha soran eden olmuyor. Zaman ilerlemiş. Akşam yemeği yememiz lazım. Çarşıya ilk çıkışımız. Ne nerede bilmiyoruz. Yakınımızda lokanta var ama düğün de yapılıyor. Kiralamışlar, Ermeni düğünüymüş. Sonradan öğreniyoruz. Tipik Anadolu havaları. Seslerini rahat duyuyoruz. İçerisini görmek mümkün, zemin kat. Biz otelimizden biraz daha uzaklaşıyoruz. İkinci adada masaları dışarıda olan bir kafe gözümüze ilişiyor. İnsanlar Adıgece konuşuyor. Beli ki, Adıgeler oraya takılıyor. Boş masaya oturuyoruz. Kafe sahibi Türkiye’denmiş. Masaların dışarıda oluşundan Türkiye’den gittiğini düşünmeliydim. Bir başka Kafe daha varmış, o da öyleymiş. Masalarını dışarı atan başka işletmeci yokmuş zaten. Yemeğimizi yiyoruz ancak paramız geçmiyor. Çünkü bizden kimse dolar almıyor. Bizde ise ruble yok. Henüz bozdurmamışız dolarlarımızı. Bankalarda bozdurmak problemmiş, öğreniyoruz. İlk dersimizi alıyoruz böylece. Zaman ilerlemiş. Biz de dışarıda serinledik. Aynur hanıma borçlanıp çıkıyoruz. Biz çok rahat davranıyoruz, sağ olsunlar onlar da öyle. Sanki kırk yıllık dost gibi. Bu da Adıge olmanın avantajı olsa gerek.

Otelimizden ceketlerimizi giyip akşam turuna çıkıyoruz eşimle birlikte. Şehir meydanı, otelimize çok yakın. Lenin heykeli, şehir meydanın ortasında duruyor. Arka tarafında ise fıskiyeli havuz var. Wune Fuıj (Beyaz Saray) boydan boya karşımızda. Başka bir yola giriyoruz gece yarısı. İslamey Akademia’ya ait olduğunu sonradan öğrendiğim Filarmoni binası. Karşısında Gupçe Meşıt (Maykop Camii) duruyor. “Gupçe” kalp kapısı anlamına geliyor. Büyüleyici bir isim. Ancak ismini gündüz ziyaretimde öğreneceğim. Gece yarısı resmini uzaktan çekip ayrılıyoruz.

Otelimize dönüyoruz. Komşu salonda Ermeni düğünü hâlâ devam ediyor. Odamızdan düğünün sesini duyuyoruz. Uyumamız zor. Gece saat 12.00 suları. Doli ve klarnet sesi artıyor. Başka bir müzik aleti daha var ama ben seçemiyorum. Kulakları çınlasın Livaneli’nin “Leylim Ley” parçasını söylüyor. Ermenice tabi. Önce tereddüt ediyorum. Makamı benziyordur diye düşünüyorum, ama nakaratlar “Leylim Ley” diye gidiyor. Bu, gecenin son şarkısıymış. Ardından düğün de bitiyor.

İkinci güne dinlenmiş girmemiz lazım. Yoğun bir gün olacak. Dünya Çerkez Birliği’nin kongresi olacak. Üstelik kongre hakkında bir bilgimiz yok. Eşime gelince, o henüz bir yorum yapacak durumda değil. Gündüzün yaptığım bütün yoklama ve yorum sorularına pek renk veren cevaplar vermedi. Anlaşılan cevap vermesi için pek erken. Üstelik ikimiz de ilk kez yurt dışına çıkıyoruz. Bu gibi durumlardan olsa gerek hep “Bilmem” demekle yetindi. Şu anda da cevap verecek durumda değil. Çünkü derin bir uykuya dalmış durumda. Birazdan ben de eşlik edeceğim.

 (Devam edecek.)

 

Sayı : 2010 04