Şimdi de ikinci konuya; edebiyat dillerine veya edebiyat diline ilişkin düşüncelerimize gelelim.
Biz hepimiz Adıgeyiz, dahası birbirimizden daha Adıgeyiz, birimizin ağzı/lehçesi (diyalekti) diğerininkinden daha iyi, daha güzel. Bu hastalığı, kronikleşmiş olarak hep taşıyoruz. Evet, ama, Rusların dediği gibi, gerçeğin gözünün içine baktığımızda gördüğümüz nedir?
19. yüzyılın ilk üçte birinde Han-Ceriy Adıgecenin iki ağzı/lehçesi (diyalekti) olduğunu yazıyordu: biri Khaberdeylerle Beslheneylerin konuştuğu Adıgece, diğeri de diğer bütün Adıgelerin konuştuğu Adıgece. Daha sonra Adıge Dilbilimi büyük gelişmeler kaydetmiş olsa da bu iki temele dayanan iki ayrı edebiyat dilimiz oldu. Bu bir olgu. Bir halkın iki ayrı edebiyat dilinin olması üzüntü verici olsa da değiştirilmesi mümkün olmayan bir olgu, bir realite.
Bu durumda olan yalnızca Adıgeler de değil. Aynı durumda olan başka halklar da var. Ortak bir edebiyat diline sahip olmamamız, bizim bir halk/ulus olmadığımız anlamına gelmez. Ulusu ulus yapan yalnızca edebiyat dilinin bir olması değildir. Bunun anlamı ve önemi büyük olsa da, hiç edebiyat diline sahip olmadığımız zamanlarda da biz Adıge olmaktan geri kalmadık. Aynı ulusal bilince, aynı Adıge töresine (Xabzeye), aynı değerlere sahip olmanın gücü hiç de ondan az değildir. Dolayısıyla şükürler olsun ki, Allah’ın bize lütfettikleriyle hepimiz aynı halkız, Adıgeyiz.
Benim kanaatime göre ortak bir edebiyat dili oluşturmak için iki fırsat yakaladık: İlki Adıgelerin topraklarını terketmeden önceki fiziksel temas halinde olduğumuz dönem; ikincisi ise Sovyet sisteminin gelmesiyle birlikte edebiyat dillerinin oluşturulması süreci. Ama her ikisini de değerlendiremedik.
Şimdi iki edebiyat dilimiz var, hem de ayrı geleneklere, kurallara sahip iki edebiyat dilimiz. Şimdi bize düşen, onları korumanın, mümkün olduğunca birbirine yaklaştırmanın yollarını bulmak. Bugün bunlardan birini herkese benimsetmeye kalkarsak, halkımızın bir kesimini yazı dilini bilmez, okuyup-yazamaz duruma düşürebilir, Adıgelerin birliğini bozabiliriz. Bu birincisi. İkinci olarak; canlı bir dili, hatta diyalekti bile atamayız. Böyle yapmak bizi daha zengin etmez, tersine, daha fakir duruma düşürür. Dolayısıyla ilişkilerimizi bozmadan, sahip olduklarımızı birlikte koruyup paylaşarak, birlikte yaşamak çok daha doğru ve iyidir.
İki edebiyat dilini kullananların iki ayrı yerde yaşıyor olmaları nedeniyle bu konu vatanımızda daha net biçimde ortaya çıktı. Ama muhaceret ülkelerinde farklı Adıge gruplarının karışık olarak yaşamaları nedeniyle bu ayrım biraz daha zorlaştı. Ama bunun da çaresi yok değil. Ben bu konuya şöyle yaklaşıyorum: edebiyat dillerimizi ayırmadan, birbirinin karşısına dikmeden, yarıştırmadan, yaşanılan yerde çoğunluğun kullandığı veya tercih ettiği diyalekti esas almak suretiyle hangi diyalektle okuma-yazma, eğitim verileceği belirlenebilir. Bu bir yoldur.
İkinci yol ise – ki, ben şahsen bunu tercih ederim; Adıge diyalektolojisinin birikim ve tecrübelerini değerlendirme ve karşılaştırma yöntemiyle dilbilim ve öğretim kitapları hazırlayıp Adıgece dil öğretimini onlarla yapmak. Bu toplantıda belirleyeceğimiz sürekli komiteye bu konunun irdelenmesi görevinin de verilmesinin yerinde olacağı kanısındayım. Bu komiteye yalnızca en iyi uzmanlarımızı değil, aynı zamanda sözünü ettiğimiz yöntemi ve çözümü benimseyen ve kendilerine verilen görevleri hakkıyla yerine getirecek olan demokrat insanlarımızı da seçmeliyiz.
Kanaatimce bu yaklaşımı anavatanda da değerlendirmek mümkündür. Khaberdeyce okuyanlara Adıgeydeki edebiyat dilinin özellikleri Khaberdeyce ile karşılaştırılmak suretiyle öğretilebilir, aynı şekilde Adıgece3 öğrenenlere de Khaberdeycenin farklı özellikleri öğretilebilir. Böyle uygulamalar sayesinde, bütün Adıgeler her iki edebiyat dilini anlar hale gelecekler, bu diyalektleri konuşan insanlar da birbirine daha çok yakınlaşacaklardır. Temel ulusal görevimiz de bu değilmidir!
Anadil konusunda sıkıntı yaşayanlar yalnızca Adıgeler değildir. Bizim dışımızda somut deneyimleri olan başka halklar da vardır. Sözgelimi, az nüfuslu Fin-Uğur halkları. Onlar kreşlerde, çocuk yuvalarında örgütledikleri «dil yuvaları»nı çok iyi değerlendiriyorlar. Bu öncü deneyimi anlatmayı bugün kendime görev saymıyorum. Ondan söz etmemin nedeni, dikkatimizi yöneltmemiz, izlememiz, öğrenmemiz ve beğenirsek uygulamamız içindir. Yalnızca kendi başımıza kotarabileceğimiz bir iş değil karşımızdaki, başkalarının öne çıkan başarılı deneyimlerini de değerlendirmemiz gerekir. Yetişen yeni kuşaklara anadillerini zamanında ve en iyi biçimde öğretebilmek bakımından yararlı olan bütün olanakları değerlendirmeliyiz. Prens Hamza adıyla Amman’da eğitim veren Adıge okul kompleksinin küçüklerle ilgili bölümünde ve St’aşü İhsan’ın Şam’da kurduğu Adıge çocuk kreş ve bakımevinde bu deneyimlerin denenmesinde büyük yarar olabileceği kanısındayım.
«Dil yuvası» uygulamasına karşılık olarak bizde de Adıge dili ve gelenekleri eğitimi almış olup bunları iyi bilen elemanları evlerde çocuk bakıcısı olarak veya belirli bir düzen dahilinde bu hizmeti verebilecek şekilde istihdam etme yoluna gidilebilir. Bu yöntemin büyük yararı olacaktır. Son zamanlarda öyle yetişmiş elemanları evlerde çocuk bakıcısı olarak istihdam edenler çoğalmaktadır. Sadece büyük zenginler değil, aynı zamanda orta düzeyde bir yaşam standardı olanlar da bu yolu yaygın biçimde uygulamaya başladılar. Ne var ki, üzücü olmakla birlikte, aileler çoğu zaman çocuk bakıcısının Adıgece ve Adıge geleneklerini bilip bilmemesine pek bakmıyorlar. Sonra da çocuklarının anadilini bilmemesine, Adıge geneleklerini uygulamamasına şaşıp kalıyorlar. Sen öğretmezsen veya başına öğretecek birini bulmazsan çocuk ne yapsın, nereden öğrensin?
İlginçtir ki, Adıgey’den öğretmenlik mesleğine mensup olanlar Avrupa’ya gidip oralarda çalışıyorlar, Ürdün’deki Adıge ailelerde Malezya’dan çocuk bakıcıları gelip çalışıyorlar. Ciddi biçimde ele alındığı takdirde bu konuya iyi bir düzen vermenin mümkün olduğu ve bunun da anadilimizi ve geleneklerimizi korumamız bakımından büyük yarar sağlayacağı kanısındayım.
Son olarak unutmayalım ki, anadilin ve ulusal geleneklerin öğretilmesi bakımından bütün yöntemlerin en yararlısı ve etkilisi, ana-babanın bizzat kendilerinin çocuk yetiştiricisi veya öğretmen olmalarıdır. Öyle olunca, çocuklarla daha uzun süre birlikte olanlar, çocuğun ana rahmine düştüğü andan itibaren eğitim öğretim sürecini hiç aksatmadan başarıyla götürüyorlar.
Dolayısıyla, yeni kuşakların yetiştirilmesinde annenin ve ailenin rolünü geliştirmeliyiz. «Anadil» 4 kavramı öylesine sıradan bir kavram değildir, bunun derin anlamı vardır. Bütün dillerde ulusal dil bu şekilde tanımlanmış olmayabilir. Adıgeceye «anadil» denilince bununla kastedilen, annenin doğurduğu çocukla birlikte Adıgeceyi de doğurmuş olduğu biçiminde bir anlamdır. Bunu iyi anlamalı ve anlamına uygun biçmde de yaşamalıyız.
Çocuğun ulusal dilini bilir şekilde yetiştirilmesinde ana-babanın ve ailenin sahip olduğu büyük rolü, eşsiz bir örnek olarak ortaya koyanlar, Kosova’dan gelen Adıgelerdir. Onlar çok az sayıdaki nüfuslarıyla büyük bir Arnavut köyünde 25, diğerinde 12 hane olarak veya kentlerde birkaç aileyi geçmeyen sayılarda üstelik karışık aileler halinde – ana-babadan biri başka halktan olarak – yaşadıkları halde, dillerini koruyabildiler, anadilleriyle konuşur durumda 1998-1999 yıllarında anavatana döndüler. Başka etmenler de olmakla birlikte esas olarak bunların elde ettikleri başarının temelinde, ailelerinin kararlı olması, gerçek birer Adıge ailesi olmalarıdır, onları Adıge ailesi yapan da ailelerinde Adıgecenin ve Adıge kültürünün yaşanıyor olmasıdır. Kanaatimce bu fenomeni, bizzat üretip yaşayanlar hayatta iken örnek olarak gerektiği gibi inceleyip anlamak ve öğrenmek gerekir.
Onlar Kosovada yaşarlarken anadillerini koruyabildiklerine göre her halde bunu başaramayacak kimse olmasa gerektir. Ama tam onlar kadar olmasa bile onlara yakın derecede bu işe önem vermek gerekir, anadilin kendin için, çocukların için, ulusun için bir gereksinme olduğunu kabul etmek gerekir.
Sonuç veya özet olarak söylemek istediğim şey; çok kolay olmasa da anadilimizin yarınlarının bizim elimizde olduğudur. Adıge dilini ve değerlerini bizlere kadar taşıyan atalarımıza layık olacak şekilde çalışalım, bizden sonraki kuşaklar karşısında utanmamak için çalışalım, onları köksüz ve soysuz bırakmamak için çalışalım. (BİTTİ)
Çeviren: Fahri Huvaj
1- 15-16 Ekim 2008 tarihlerinde Ürdün’ün Başkenti Amman’da yapılan Uluslararası Adıge Dil Konferansında sunulan bildiri olup, RF-Adıgey Cumhuriyeti’nin Başkenti Maykop’ta yayımlanan «Psalh: Söz» isimli derginin 2008 tarihli 5. (ilk yayımlandığı 1924 itibariyle 8.) sayısının 18-28. sayfalarından Türkçeye çevrilmiştir.
2- Çemışö Ğazi, Komünist Parti Gençlik Kollarından yetişmiş olup, Sosyalist öğretinin önerdiği erdemliklerle geleneksel Adıge kültürünün temeli olan insanlık değerlerini şahsında birleştirmiş önemli ulusal Adıge aydınlarımızdan biridir. Adıgey Cumhuriyeti’nde birçok kez Kültür Bakanı olarak görev yapmıştır.
3.Her ikisi de Adıgece olduğuna göre buna Adıgeyce denilmesinin daha doğru olacağı kanısındayım(– çn.)
- «Anadil» olarak çevirdiğimiz sözcüğün Adıgecedeki özgün biçimi «nıdelhfıbz» ve «anedelhxubze» olup; etimolojik olarak anadan birlikte doğma dil demektir(– çn.)
Sayı : 2010 04