Bir Pşine Masalı

0
602

Sanırım 4 yıl önceydi.

Özenle, sevgiyle sarılmış bohçayı açıp içinden körüğünün kenarları yıpranmış, mahzun, gizemli, kaderine razı ‘pşine’ yi çıkarmıştım. Macera oralarda bir yerde başladı. Pşine’nin oradan oraya taşınırken ne yazık ki kırılmış olduğunu anladığımda, hayatım boyunca elimin altında olan, dilediğimde dokunabileceğim, istersem sesini duyabileceğim, istersem arkamı dönebileceğim ama ihtiyacım olduğunda mutlaka orada olan bir şeylerin yitip gidebileceğini de anlamıştım. Dil gibi, müzik gibi, manejde at binen insanları seyrederken Kafkas kökenli olanları ayırdedivermenin keyfi gibi, çalışırken farkında olmadan bir Kafkas ezgisini mırıldanmak gibi, çocukluğumdan hatırladığım Çerkezce tekerlemenin neşesini paylaşabilmek gibi… Her şey kaybolup gidebilirdi.

Yana yakıla pşine’mi tamir ettirebileceğim bir yer ararken Tünel civarında bulabileceğimi öğrendim, bir akşam Beyoğlu’nda bir dosttan. Bir baktım; Tünel’deki ustanın karşısındayım, bir baktım; Paris’te yeni bir pşine’nin peşindeyim, bir baktım; kocaman bir paket önümde,

Bir baktım; kırmızı bir pşine’ymiş gibi gülümsüyor bana özyaşam öyküm. Bir baktım; Warada bir baktım; Antalya’dayız.

Benimkine benzer küçük küçük öykülerden oluşuyor Warada Adige-Abhaz Halk Şarkıları Orkestra ve Korosu. Bir roman, bir destan da olabilir. Elma çekirdeğinin elma bahçesini içinde taşıması gibi bir destanı taşıyor içinde. Tıpkı Jineps gibi, tıpkı okul kantininde birbirlerini bulmuş, üç beş ‘Adige’ öğrenci gibi, tıpkı göz nuru ile işlemelerimizi, geleneklerimizi geleceğe taşıyan eller gibi, pşine/akordion sesiyle kurulmuş peçiçle neşesini bulmuş bir ‘düğün’ gibi, yediden yetmiş yediye söylenen şarkılarımız, oynanan kafelerimiz gibi…

Şubat ayında Antalya Kafkas Derneği’nin davetlisi olarak gittiği kentte yeşerebileceği toprakla bir kez daha kuçaklaştı sanki küçücük elma çekirdeği; Warada. Antalya’lı dostların sıcak, zarif karşılamaları, ev sahiplikleri, zarif otel sahibemiz, dinleyicilerin ilgisi, hem guruba çok iyi geldi hem de orada bulunan herkese umut aşıladı sanıyorum. Yıllar sonra gençlerin sabahlara kadar süren ‘muhabbet’ lerini görmek çok güzeldi. Üniversiteli, çalışan, müzik yapan, ekmek peşinde olan, üniversite sınavını düşünen gencecik insanlarımızın bu kocaman dünyada birbirlerine söyleyecek sözü, gülecek gözü olması, tutunulacak bir dal oldu sanki.

Dünya ‘globalleşme’nin pençesinde kendi dinamikleri ile ilerlerken, iç içe geçmiş kaplar gibi her varoluş da kendi dinamikleri ile ya yeniden üretiliyor ya da yok oluyor gibi….

Evrim teorisi; tarih boyunca ‘güç’ değil ‘uyum’ gösterenin ayakta kalabilmiş olduğunu fısıldar kulağımıza. ‘Güç’ ve ‘uyum’ sözcükleri karşı karşıya kullanıldığında uyum göstermek biraz vazgeçmeyi anımsatsa da kastedilen ve hatta deneyimlenen bunun tam tersidir. Tıpkı güçlü olmalarına rağmen tarih sahnesinden silinen, değişen dünya ile uyum içersinde olmayan dinozorlar gibi. Yeniden üretmekten üretilmekten geçer hayatta kalmanın yolu. Buradan baktığımızda; ulusal kimliğimizi yakalamak, onunla dünyayı anlamak, yorumlamak, dahil olmak, ‘uyum’ içersinde olmak ve yeniden üretmek önemli.

Warada’nın Kafkas ezgilerinden dünyaya açılan, pşine’nin sesiyle coştuğumuz, kemanın sesiyle hüzünlendiğimiz, piyanonun sesiyle şaşırdığımız penceresi işte bana bütün bunları düşündürüyor. Yok olmak yerine yeniden üretmek buralardan bir yerlerden geçiyor sanki

Antalya Şubat 2010

 

Sayı : 2010 04