Galler’den Rusya’ya, Rusya’dan Kafkasya’ya…

0
458

Oliver Bullough’un ‘ŞANIMIZ BÜYÜK OLSUN-Kafkasya’nın Meydan Okuyan İnsanları Arasında Seyahatler’’ kitabı, adını bir Nart destanından alıyor. Daha önce İngilizce dilinde hiç yazılmamış olayları su yüzüne çıkaran Bullough unutulmuş halkların trajik varoluş mücadelesini aktarıyor. 

Efsaneye göre Tanrı, Kafkasya halkına hiç bir zafer kazanmaksızın uzun bir yaşamla şan dolu kısa bir yaşam arasında seçim yapma hakkını sunar. Cevapları şöyle olur. ‘Eğer hayatlarımız kısa olacaksa, şanımız büyük olsun.’’ 

Bir zamanlar Kafkasya’da yaşayan insanlar, ya yok edilmiş ya da zorla anavatanlarından dışarı atılmıştır. Ve bütün bunlar hafızalardan silinmeye çalışılmıştır. Rus işgalcilere direnişlerinin hikayesi anavatanlarında bile resmi kayıtlardan silinmiştir. 

Galler’deki bir koyun çiftliğinde yetişmiş 32 yaşında hayat dolu birisi nasıl olur da bu konudaki gerçekleri dile getirmek ister? 

Her şey Edinburgh’ta başlamış. Bullough, Oxford’da tarih final sınavlarını verdikten sonra arkadaşının bir oyununda rol almış ve 1999’da bir kitapçıdan Rusya rehberi almasının ardından bu ülkede çalışmanın ilginç olabileceğini düşünmüş. St. Petersburg’ta bir İngilizce dergide iş bularak yola çıkmış. Bir yıl sonra da Bişkek’teki Times of Central Asia gazetesine geçmiş. Sonrasında Moskova’da Reuters Ajansı için çalışmaya başlamış. 

İşe başlamasından bir ay sonra Çeçen teröristler Moskova’daki bir tiyatroyu ele geçirip seyircileri rehin almışlar. Rusya’nın tiyatroyu geri almak için sinir gazı kullanması 128 rehinenin ölümüyle sonuçlanmış. 

‘‘Bu olay benim için yıkıcı bir deneyim oldu. Hayatımda ilk kez ceset, tank ve zırhlı personel taşıyıcı görüyordum. Sovyet terörü hakkında kitaplar okumuş olduğum için Rus devletinin neler yapabileceğine dair bilgim vardı ama bunu canlı olarak görmek çok farklı bir duyguydu. Bu yüzden Çeçen mücadelesi, olayların bu dereceye nasıl geldiği ve aralarındaki düşmanlığın nedenleri gibi konular merakımı çekti. İşyerinde Çeçenlerle ilgili yazılar konusunda bir rekabet vardı. Nerede bir vahşet olsa ben gönderiliyordum. Oysa yapı olarak savaş muhabirliğine yatkın değilimdir. Adrenalin peşinde değilim. Savaşın içindeyken neler olup bittiğini anlamazsınız. Ben sonrasında içeri girip insanlarla konuşmayı tercih ederim.’’ 

Arkadaşları ona Çeçen terörizminin kökeni hakkında sorular sormaya başladığında bu sorulara cevap verebilmek için ne kadar geriye gitmesi gerektiğini bilmiyormuş. 1944’te Stalin tarafından anavatanlarından kovulmalarına mı? 18. yüzyılda Büyük Petro’nun modernleşme reformlarına mı? 

Sonunda Karadeniz’in kuzey-doğusunda yaşayan halkın yani Çerkeslerin soykırımından başlamaya karar verir Bullough. 1783-1864 arasında 300.000 Çerkes gözyaşlarıyla başka topraklara sürüklenirken öldü. Avrupa topraklarının ilk sayılabilecek ve en fazla görmezden gelinen soykırımında kültürleri de yok edildi. 1.200.000 Çerkes farklı ülkelere dağıtıldı. 

Bullough’a göre Rusya’nın Çeçenistan ve Kafkasya’ya dair sorununun özünde tarihsel olaylarla yüzleşmeyi reddetmesi yatmaktadır. 

  1. Dünya savaşının doruğundayken Stalin’in emriyle Rus steplerine sürülen Çeçen,İnguş, Karaçay ve Balkarlar için özür dileme, açıklama yapma ya da uzlaşma konusunda Rusya’nın hiçbir şey yapmaması bugünkü sonuçları doğurmuştur. 1950 sonlarında ülkelerine dönmelerine izin verilmiş olsada, iç sürgün yolculukları sırasındaki ölümler ve insanlık dışı davranışlar derinlerine işlemiştir. 

Oliver Bullough kitabıyla ilgili şunları söylüyor: ‘‘İnsanları dinlemek için dağların ötesine seyahat ettim. Asya stepleriyle Türkiye şehirleri arasında gezindim. Polonya’daki enterne kamplarının dışında izinsiz oturdum, İsrail tepelerinin altında çay içtim. Duyduğum hikayeler dağlarda gördüğüm öfkenin sesini kuvvetlendirdi. Kitabıma başlarken aklımda mülteci kampında rastladığım bir Çeçen kadın vardı; çamurlu ve taşlı bir arazinin üzerinde haki renkli, eski püskü bir çadırda yaşıyor olmasına rağmen beni güler yüz ve nezaketle ağırlamıştı. Anavatanındaki dağlar gibi onun ruhu da pırıl pırıl ve kötülükten uzak, yukarıya doğru süzülüyordu. Seyahatlerim süresince Kafkasya halklarının tümünde aynı soylu davranışla karşılandım. Onların hikayeleri anlatılmamıştı, şanları büyük olmadı ama gerçekte o şana layıklar.’’ 

Özet çeviri: Serap Canbek 

www.scotsman.com www.penguin.co.uk 

 

Sayı : 2010 05