Önce Merhaba tüm Jineps okurlarına.
Demokratik Çerkes Platformu kuruluşunda tanıdığım Yaşar Güven ve kadim arkadaşım İnci Hekimoğlu Çerkes lokantası Fıccın’da beni köşeye sıkıştırıp “artık Jineps’te yazmanı bekliyoruz” dediklerinde daha fazla direnemedim. Zaten geçmiş tartışmalarımızda “sakin-ısrarcı” tutumuyla beni her zaman canımdan bezdirmiş olan Yaşar Güven’e savunma yapmanın anlamsızlığını çoktan öğrenmiş bulunduğumdan çaresizdim. Çok yoğun iş tempomun arasında, üstüne bir de Circassian Center’a haftalık yazı sözü vermiş ve yazmaya başlamışken onlardan tek isteğim sütunumun kısa tutulmasıydı. Yüzlerinde müstehzi ve kurnazca bir ifade vardı, “tamam, merak etme sen” dediler.
Onlara inanmış gibi yapmayı tercih ettim.
Ama klavyemin başına oturduğumda içimi bir mutluluk kapladı. İnternet sayfaları yerine kokusuyla, mürekkebiyle bir gazeteye yazmanın verdiği mutluluktu bu. Severim gazeteleri. Daha doğrusu gazetenin kendisini severim, açıkçası Türkiye’de yayınlananları pek değil.
Gazetelerde son günlerin gündemi İsmet İnönü.
Başbakan Tayyip Erdoğan, kendisini Hitler’e benzeten Baykal’a hitaben “Hitler’i arıyorsan kendi partinin genel merkezindeki İnönü fotoğrafına bak, bıyıklarıyla orada göreceksin” dedi ve tartışmanın fitilini ateşledi. Ardından Azin Nesin’in Tan matbaasına baskın düzenleten CHP için yazdığı “Ey faşist yumurcaklar, birinci vazifeniz” diye başlayan ve Atatürk’ün gençliğe seslenişine göndermede bulunan çarpıcı yazısını hatırlattı.
CHP’nin başı çektiği ulusalcı cephe İsmet İnönü’nün ne kadar demokrat biri olduğunu kanıtlamaya çalıştı. Bunun için örnekler de verdi hatta, 1946’da kendi özgür iradesiyle Türkiye’nin parlamenter demokrasiye geçirdiğini anlatmaya çalıştı.
Oysa aynı İsmet İnönü “Bu ülkede muhalefet ihtilal demektir” diyebilen bir kafa yapısındaydı ve kendisine “Milli Şef” dedirten bir diktatörden daha fazlası beklenebilir miydi bu meçhûl. Parlamenter demokrasiye kendi özgür iradesiyle geçtiği herkesin bildiği bir yalan. Savaşta yanında yer aldığı Hitler Almanyası yenilince Müttefiklere yaranmak için usûlen Almanya’ya savaş ilan etmiş, İngiltere ve Amerika’ya da “demokrasiye geçeceğim, söz” diye yalvarmıştı. Korkusundan verdiği sözü tutmuş ama biraz daha iktidarda kalabilmek için bin bir türlü hile, dalavere ve madrabazlıkla seçim yapmıştı. Seçimin yöntemi ise çok şahaneydi:
Açık oylama, gizli sayım…
İnönü’nün sabıkası hayli kabarık ama biz Çerkesleri ilgilendiren kısmı da az buz değil.
Şunu söylemeliyiz ki; bu kadar yıl iktidarda kalabilme başarısını göstermiş, ülkeyi demir yumrukla yönetmiş olan birinin başarısını teslim etmek gerek. Ancak İnönü Türkiye’nin geleceğini inşa edebilme konusunda bir vizyona sahip değildi ve dar kafalıydı. Onun tek kabiliyeti vardı; hile ve entrika. Bu yüzden son anda katılmaya karar verdiği milli mücadele için Ankara’ya geldiğinde tek hedefi vardı:
Mücadeleye başlarını koymuş insanların üzerine basarak, onların cesetlerini çiğneyerek yükselmek. Ali Fuat Paşa, Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Refet Bele, Ethem Bey, Ali Şükrü Bey, Hüseyin Avni Çolak, Kara Vasıf Bey onun hedefleriydi ve istediğini elde etti. Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarının, Birinci Meclis’i kuranların arasına nifak ve fesat soktu. Hipokrit ve o ölçüde de yüreksizdi.
Kurtuluş Savaşı kahramanlarından Kazım Karabekir anılarında İnönü’nün muhalif bir parti kurma hazırlığında olan Rauf Orbay’ı “Cumhuriyet’i güçsüz düşürmekle” suçladığını yazar. Ona göre muhalefet yapmak ihtilal yapmakla eş anlamlıydı. Oysa Mustafa Kemal, Rauf Orbay’ın buna hakkı olduğunu şu sözlerle bizzat kendisine açıklamıştı:
“Sizin ülkeye ettiğiniz hizmetler benimkinden aşağı kalmaz.”
İnönü’nün samimiyetsizliği, arkadan iş çevirme özelliği de çok ünlüdür. Ethem Bey de aynı dertten mustaripti.
İşte ikisinin arasındaki o ünlü diyaloglar ve İnönü’nün ibretlik davranışı:
İplerin gerilme noktasına geldiği sırada Eskişehir’e giden Ethem Bey bizzat İnönü’yle görüşmek ister. Randevu verilmeyince makam odasına dalar. İnönü’nün ne kadar korktuğunu tahmin edebilirsiniz. Çakma İnönü zaferleriyle kahraman payesi aldığını o zaman herkes biliyordu şüphesiz. Şaşkındır, iki eliyle Ethem Bey’in ellerini tutarak “Nasılsınız efendim, ne vakit teşrif buyurdunuz. Doktorunuz seyahatınıza nasıl müsaade etti. Hastalığınızı çok merak ediyordum, şöyle buyurun” der. Vıcık vıcık akan bu samimiyetsizlik Ethem Bey’in midesini bulandırmıştır. Sözleri çok ağırdır bu yüzden:
“Samimiyetten eser kalmayan müşterek mesaimize son vermeye geldim. Aleyhime gizli gizli birçok tedbire başvuruyorsunuz. Eğer açıkça ifade edemediğiniz hususlar varsa işte karşı karşıyayız. Cesaretle söyleyiniz. Ben sizinle açık seçik ve net konuşuyorum ve sizden de aynı ölçüde cevap bekliyorum”
İsmet İnönü için yalan söylemek zor değildir: “Allah fesatların belasını versin. Ethem Bey itimat ediniz. Ben sizin gibi arkadaşlarınızın mevcudiyetine güvenerek Garp Cephesi Kumandanlığı’nı aldım.”
Ethem Bey kendisine “ÇERKES” lakabının takılmasının onun başının altından çıktığını söyleyerek ağır sözlerini sürdürür:
“Hepimiz Osmanlı idik. Eğer milliyet ve ırk tefriki yapılmaya kalkışılsa idi, yedi göbek şeceresi karışmamış, vatanda kim kalırdı”
İsmet İnönü alışkanlığı üzere inkâr yolunu seçer:
“Merak buyurmayınız efendim, ordu içinde aleyhinizde propaganda yapanları kısa zamanda bulup cezalandıracağım. Ben bu hizmetleri beraber yürüteceğimize inanıyorum ve sizin de aynı hislerle dolu olduğunuzu çok iyi biliyorum.”
Sonrasını biliyorsunuz…
İşte bu ve binlerce benzeri sebepten dolayı İnönü’nün Çerkesler için anlamı çok büyüktür. Onu unutmayalım, analım. Nasıl anacağımız da bıraksınlar bize kalsın.
Yeniden merhaba sevgili Jineps okurları.
Sayı : 2010 05