Kafkas tarihinin en büyük insanlık suçu

0
479

Çarlık Rusyasının neredeyse 80 yıl süren savaşlarda esir alamadığı Çerkesleri dize getirmek üzere hazırladığı vahşet planının yürürlüğe konduğu tarih 1862’ydi. Çerkesleri; tarihi toprakları Çerkesya’dan çıkarıp atmak üzere uygulamaya konan sürgün ve soykırım politikası, nihayet Rusya’nın galibiyeti ile sonlanmıştı. 21 Mayıs 1864’de son Çerkeslerin de gözyaşlarıyla ayrıldığı vatan topraklarında artık, sadece yanmış, yıkılmış köylerde, gömülmesine bile izin verilmeyen cesetlerin yanı başında zafer çığlıkları atan Rus askerleri kalmıştı    

Çarlık Rusyasının Çerkesya’ya karşı başlattığı sürgün ve soykırım harekatında sonun başlangıcı 1862’ydi. Hedef; ‘Ya itaat, ya imha’ydı. Yaklaşık 1700’lere uzanan savaşlar boyunca teslim alamadıkları Çerkeslere uygulanan baskı ve şiddet politikaları bizzat Rus generallerin ağzından itiraf ediliyordu. Uygulanan kırım politikası; en ateşli savunucularından ve dönemin ünlü komutanlarından General Fadeyev’in, 1865’de yazdığı “Kafkasya Mektupları”nda kayıtlara şöyle geçiyordu: “Açık cinayetler, öldürme olaylarından tutun da hakaretler, aşağılamalar ve toprakların gaspına kadar, Çerkeslere her türlü eziyet ediliyor, baskı ve mezalim yapılıyordu.” 

Dönemin tanıkları arasında bulunan Rus subaylardan, Rus yetkililere, Çerkes önderlerinin Rus ve İngiliz yetkililerle yaptığı yazışmalara, dönemin Avrupa’da yayınlanan gazetelerindeki haberlere kadar, tarihe geçmiş tüm kayıtlar, Çarlık Rusyasının Çerkeslere uyguladığı soykırım ve sürgünü tartışmaya yer bırakmayacak şekilde ortaya koyuyor. 

Hatta bazı yazarlara göre, Ermeni tehciri için de bir model olan Çerkes sürgün ve soykırımında özellikle 1862 yılı ölümcül darbenin hazırlandığı yıl oldu.  

Tarihi belgelere göre, Kafkasya Danışma Kurulu’nca hazırlanan ve 10 Mayıs 1862’de Çar I.Nikola tarafından imzalanan kararname ile Çerkesler için sonun başlangıcı da yürürlüğe giriyordu. 

Ruslar bile itiraz etti 

 “Kafkasya sıradağlarının batı yamaçlarındaki Kuban Kazakları ve Rusyalı başka göçmenlerin iskanı hakkındaki” kararnamenin yol açacağı faciaya karşı çıkanlar bile olmuştu. Örneğin; bazı Rus yetkililer şunları söylüyordu: 

“1- Çerkeslerin sürülmesi, oldukça acımasız, aşırı sert, haksız ve insanlık dışı uygulamadır. 2- Çerkesler binlerce yıldır ezeli topraklarında oturan yerli halktır ve onların sürülmesi uluslararası kamuoyunu rahatsız edecek, Avrupa’da diğer ülkelerde Rusya prestij kaybedecek, saygınlığına gölge düşürecektir.” 

Bu cılız itirazlar etki etmiyor ve plan aynen uygulanmaya konuyordu.  

Bu tarihten iki yıl sonra, 1864’de Konsolos Dickson’ın Sohumkale’den dönemin İngiltere Başbakanı Earl Russell’a yazdığı raporda şu ifadeler kullanılıyordu: 

“Rus birlikleri kıyıda toprak kazandıkça işgal edilen yerlerde bulunan yerli halkın hiç bir şekilde orada kalmalarına izin verilmemekte, yerli halk ya Kuban ovalarına ya da Türkiye’ye göç etmeye zorlanmaktadır. 

Yaşadıkları topraklar, ateş ve kılıçla harabeye çev­rildikten sonra Kuban steplerine nakledilmeyi ve böylece işgal­cilere düzenli asker kaynağı haline gelmeyi reddeden Dağlıların önünde Türkiye’ye göç etmek dışında bir seçenek kalmamıştır.” 

 

‘Dağlıların atılması şarttı’ 

Çerkes Aşiretleri Birliği adına II. Aleksandr’la görüşen Çerkes önderleri, Çerkesya için bir anlaşma zemini arıyor ve kendi vatanlarında kalmak, atalarının yurdunda yaşamaya devam etmek şartıyla Rusya uyruğuna geçmeyi kabul edeceklerini bildiriyordu. Ancak bu şart, Rusya için kabul edilemezdi. 

Rus asıllı tarihçi Tamara Polovinkina bunun nedenini şöyle ifade ediyordu:  

“Kafkasya askeri komutanlığı, esasında yerli halkı düşman olarak görüyordu ve ona güvenmiyordu. Dağlılar, düz arazi­lerde ve iç kısımlarda Rus nüfus arasında büyük avullarda iskan edilseler bile ilk fırsatta tehlike oluşturacakları düşünülü­yordu. İleride herhangi bir savaş durumunda Karadeniz böl­gesinde kontrol zayıfladığı durumda Çerkeslerin yeniden ayaklanacakları ve Rus kuvvetleri için ek sorunlar yaratacakları kaydediliyordu. Kısacası, Batı Kafkasya ve Karadeniz bölge­sinde uzun vadeli Rus egemenliği için dağlıların bölgeden atılması uygun görülmüştü.” 

Çerkesler için geriye tek bir seçenek kalmıştı: İngiltere’den yardım istemek. 80 yıl süren büyük direnişin son günlerinde Çerkes önderleri, 9 Nisan 1864’de İngiltere’ye bir mektup yazarak yardım istedi.  

 

İngiltere’ye sesleniş  

“Çerkes Halkı adına” imzalanan mektup şu cümlelerle başlıyordu: “Dünya kurulduğundan beri ülkemiz ve vatanımız olan Çerkezistan’ı işgal etmek ve dominyonlarına katmak için Rusya’nın giriştiği haksız savaş 80. yılını doldurmuş bulunmaktadır. Şu anda ellerine düşen çaresiz kadınları, yaşlıları ve çocukları koyun boğazlar gibi kesiyorlar. Kestikleri başları süngüleriyle kelekle oynar gibi oynu­yorlar. Uygarlık ve insanlık dışı anlatılması güç bir zulüm ve baskı uyguluyorlar. Bizler canımızdan daha çok sevdiğimiz yurdumuzu savunmak için can ve malımız pahasına ihtiyar, genç bu tiranik harekete karşı koymaya çalıştık.” Durumu böyle tanımlayan önderler, eğer ülkeyi savunmak için yardım sağlanamazsa da hiç olmazsa çocuklar ve kadınları emin bir yere nakletmek için yardım sağlanmasını istiyor ve mektubu şöyle sonlandırıyorlardı: 

“Bu nedenle ekselanslarınıza bu mütevazı dilekçemizi sunuyoruz. Bu dilekçenin bir kopyası Padişah’ın Hükümetine ve diğer ülkelerin elçiliklerine sunulmuştur.” 

Ancak bu yardım çığlığına hiçbir yerden yanıt gelmediği gibi, bu talebin öğrenilmesinden sonra baskı ve şiddet daha da artıyordu. Öyle ki; yaşanan vahşet Avrupa gazetelerinde bile yer buluyordu. Örneğin; Fransa’da yayınlanan The Free Press, 1 Aralık 1863 tarihli sayısında aynen şu ifadeyi kullanıyordu: 

 

Gazetelere geçen vahşet 

 “Şapsığ ülkesinin Hafia köyünde bir yamyamlık sahnesi sergilen­miştir… Kurbanlar arasında 18 yaşlı kadın, 8 çocuk ve 6 yaşlı erkek bulunmaktadır. Öldürülen kadınların birinin cesedine şu sözcükleri içeren bir yafta iliştirilmişti: ‘Haydi git, yardım için temsilcilerinizi gönderdiğiniz İngiltere Kraliçesi’ne şikayet et!’ 

Birkaç nesil boyunca sürdürdükleri savaşı kaybeden Çerkesler için yenilgiyi kabul etmekten başka seçenek kalmamıştı. 

“Vatanından Uzaklara Çerkesler” kitabından alıntıyla “1864 yılı 21 mayısında, yani Kafkas-Rus Savaşı’nın sona erdiği gün, Çarın generalleri Mzımta nehrinin üst taraflarında Çerkeslere karşı kazandıkları zaferi kutlarken, Anapa limanından 20 bin Natuhay gözyaşlarıyla vatanından ayrılıyordu.” 

Ardından, 27 Temmuz 1864’te II. Aleksandr’ın yüz elli yıl önce, yani 1714’te başlattığı kanlı Kafkas-Rus Savaşı’nın bittiğini bil­diren belge yayınlanıyordu.  

Sürgün sonrası tabloyu ise Prof.Dr. N.A. Smirnov, “Çerkesya’nın yerli halkının neredeyse tamamı Kafkasya dışına atıldı. Üstelik bu vahşet sırasında dağlıların yaklaşık yarısı yaşamını kaybetti. Vatan topraklarında ise Adıgelerin sadece %10’u kaldı” sözleriyle tanımlıyordu. 

İ. Drozdov – Kavkazski Sbornik’in Kafkas Külliyatı’nda ise bu hazin son bir başka açıdan değerlendirilerek, şöyle ifade ediliyordu: 

“Şimdi Kuban Oblastı’nın dağlarında sadece ayıya, kurta rastlanabilir ama Dağlıya değil.. Sayıca az olmalarına rağmen onlarca yıl muazzam bir güçle mücadele eden ve en küçük bir yakınmada bulunma­dan canını veren düşmana da insan ister istemez saygı du­yuyor.” 

 

UNPO ‘soykırım’ dedi 

Bu tarihi gerçeklere rağmen bir türlü uluslar arası kamuoyunun gündemine getirilemese de, Çerkeslerin bir soykırıma maruz kaldığı, UNPO (Temsil Edilmeyen Halklar ve Uluslar Örgütü), Temmuz 1997’deki 5. Genel Kurul toplantısında kayda geçiyordu. 

UNPO, “Çerkes ulusunun durumu üzerine” başlığıyla kayda geçtiği kararda şunları söylüyordu: 

“Rusya Federasyonu ve uluslararası topluluğa, 19. yüzyılda Çerkes ulusuna soykırım yapıldığını kabul etmeleri ve Çerkes halkına sürgün ulus statüsü verilmesi çağrısını yapar. 

Rusya Federasyonu’na, Çerkeslerin hem Rusya, hem de yaşadıkları ülke vatandaşlığı olmak üzere çifte vatandaşlık hakkı verilmesi çağrısını yapar. 

Rusya Federasyonu’na, Çerkes halkının kendi tarihsel topraklarına dönebilme garantisi vermesi çağrısını yapar.” 

Ancak o tarihten bu yana Çerkes soykırım ve sürgünü, diasporada yaşayan Çerkeslerin sorumluluklarını yerine getirmemesi, UNPO kararını arkalarına alarak uluslararası kamuoyuna taşıyamamaları, bu insanlık suçunu, neredeyse Çerkeslerin ortak belleğinden silinmesi sürecine soktu. ‘İntikam’ değil, ‘özür’ isteyen Çerkeslerin bugünkü talepleri ise tıpkı UNPO kararında belirtildiği gibi ‘sürgün ulus statüsü, çifte vatandaşlık ve sürüldükleri topraklara koşulsuz geri dönebilme hakkı’.  

 

Sayı : 2010 05