Sabah 09.30’da oda telefonumuz çalıyor. Telefon, otel resepsiyonundan açılmış. Akşamdan randevu veren arkadaş arıyor bizi. Bu nazik davranışından dolayı teşekkür ediyorum ona. Şu an için adını hatırlayamadığımdan dolayı da, özür diliyorum. Biz, henüz hazır değiliz. Onlar, bizden daha dakik. Benzeri randevulara, biri hariç hep zamanından önce gelmişler. Sevindim tabi ki.
09.40’da lobiye iniyorum. İlk işim özür dilemek oluyor. Özre gerek olmadığını, zamanlarının olduğunu söylüyor. Görevliye sormaya gerek kalmadan, yol arkadaşlarımın sesini işitiyorum. Selamlaşıyoruz. Şaşırıyorum; çünkü onlar başka bir programa katılacaklardı. Sonradan fikir değiştirmişler. Eşim ise şehri gezmeyi tercih ediyor. Yolda, Adıge Üniversitesi’ne giden caddeye sapıyoruz. Karşı kaldırımda, bizim kendisini görmemizi bekleyen Tabış Murat ile göz göze geliyoruz. Murat, Kabardey-Balkar Cumhuriyetinden gelen gurubun içinde. Dört kişi gelmişler konferansa. Yolda bir muhabbet, bir sohbet görenler şaşırıyor. Murat, Türkiye’ye gelmiş. Nalçik Üniversitesi’ne bağlı çalışıyor. Tebliğini sunmak için Miyekhuape’ye gelmişler. Seviniyorum, hoşuma gidiyor. Çalışkan çocuk, biliyorum. Aynı zamanda azimli bir kişiliği var. Önünde upuzun bir yol var. Yorulmadan, çalışmalarına devam etmesi lazım…
Salona beraber giriyoruz ve yan yana oturuyoruz. Program önümüzde. Murat’ın adını programdan işaretliyorum. Konusu ilginç: Adıgelerde ata verilen değer ve atla ilgili yapılan xhuaxholer. (Hayır duaları.)
Programı Prof. Bırsır Batırbıy yönetiyor. Çekim yapmak için küçük makinemi açıyorum. Çok geçmeden, günün ilk şokunu yaşıyorum. Şarjım bitmiş ve yedek batarya da yok yanımda. Ben bir yolunu bulup, bataryayı şarja bağlıyorum. Ama böylece çekim güme gidiyor.
Prof. Batırbıy’i öncesinden tanıyorum. Mütevazı bir insan… Müşfik bir ses tonu var. Adıge kültürüne hâkim, dile hâkim ve oturuma hâkim. Önemli bir konuyu işliyor.
Adıge Kültürü ve Ulusun Yaşam İmkânları. Batırbıy’e daha çok ihtiyacımız olacak. Önemli bir görev yeridir üniversite. Allah uzun ömür versin.
Konuşmaları dikkatle izliyorum. Branşım gereği, yazı diline dikkat ediyorum. 145 yıl sonra ata yurduma ilk kez gidiyorum ve ata yurdumda, ilk kez bilimsel bir toplantıya şahit oluyorum. Merakımı yeniyorum. Birbirimizden uzak ve hiç görüşmeden bunca yıl geçmiş olmasına rağmen, bilimsel bir metni istinasız anlayabiliyorum. Ne müthiş bir durumla karşı karşıyayım. 145 yıl önce insanlarımızın kullandığı dille, bugün bilimsel bir makale dinliyorum ve ben bunca yıldır görüşmediğimiz bu güzel insanlarımızın edebi yazı dilini ve konuşmalarını anlayabiliyorum. Onlar da benim konuşmalarımı anlıyor. Dikkatle dinliyorum, acaba ödünç sözcükler olacak mı diye? “Hayır” diyor Adıge dili. “İhtiyacım yok benim ödünç kelimelere. Benim, beni konuşacak insanlara ihtiyacım var” diyor. Evet, öyle diyor. Son derece arı, akıcı, anlaşılır bir dille karşılaşıyorum. Kendimi, bildiğim şeyleri yeniden keşfediyorum. Dilimi diyorum dilim. Dilim, Kafkasya toprakları kadar taptaze ve yemyeşil; gökyüzü kadar uçsuz bucaksız ve masmavi; suyu kadar berrak; havası kadar temiz ve tarihi kadar eski; insanları kadar güzel ve kibar; oyunları kadar çabuk, kıvrak ve hareketli. “Ah dilim!” diyorum. Seni nasıl anlatmalıyım insanlara? Seni nasıl duyurmalıyım? Sesini nasıl taşımalıyım gönüllere ve uzaklara? Bir an için kopuyorum her şeyden ve herkesten.
Yanaklarıma süzülen bir damla gözyaşıyla kendime geliyorum.
Zaman nasıl geçmiş, kimse farkında değil. İhtiyaç molası veriliyor. Koridorda resepsiyon hazırlanmış. Şay, ş’orey şay, kahve, pasta, börek ne istersen var. Soğuk içecekler de çeşit çeşit. Herkes bir şeylerle meşgul. Sohbetler ayaküstü devam ediyor. Ben de çayım elimde kendime uygun masa arıyorum, buluyorum da.
Herkes kendine bir konu bulmuş birileri ile konuşuyor. Çok geçmeden 2. Oturum anonsu yapılıyor. Çerkessk’ten gelen iki hemşerimizle yan yana oturuyorum bu kez. Meraklı ve gayretli görünüyorlar. Sanki yıllarca berabermişiz gibi onlarca ortak nokta buluyoruz. Dille ve kültürle ilgili sorular alıyorum. Cevaplarım ilgilerini çekiyor. Çerkessk’e buyur ediyorlar beni. “İnşallah” diyorum. Konuşmacı olup olmadığımı soruyorlar. Ben de konuşmacı olmadığımı söylüyorum. Fikirlerimi dinlemek istediklerini belirtiyorlar ikisi birden. Fırsatım olursa memnun olacağımı söylüyorum. Yardımcı oluyorlar bana. Pusula yazıp, Prof. Batırbıy’in önüne koyuyorlar.
Sayın Batırbıy, bu isteği boş çevirmiyor. Konuşmacıların ardında istekte bulunanları sıraya koyuyor. Konuşma sıraları geldiğinde, kibar ve övgülerle dolu bir çağrı yapıyor. Heyecanla kalkıyorum yerimden. Allah’ım sana şükürler olsun! Bu güne kadar çok konuşma yaptım. Çok toplantılar yönettim. Kalabalıklara konuştum. Adıgece ile de konuştum. Ama ilk kez ata yurdumda ve ana dilimde, üstelik bir bilimsel toplantıda konuşma yapacağım. Heyecanımı yeniyorum, ama başkalarının zamanını ve hakkını çalıyormuşum duygusunu bir türlü yenemiyorum.
Konuşmamda, kafamdaki dilin doğuşu ile ilgili projemi kısaca açıklıyorum. Sonra Adıge tarihi olarak başlatılan döneme kibarca itiraz ediyorum ve çok daha ötelere işaret ediyorum. Üçüncü konu olarak, Pşı, pşılh’ ve work sosyal gruplarına, bu gün için değinilmediğini ve zaman zaman konuyu ele alanların da son iki yüzyılın marjinal örneklerinden öteye gidemediklerini, bunun bir eksiklik olduğunu belirtiyorum. Dördüncü olarak da, Adıge toplumunda dilenci ve hapishane kavramlarının olmadığını hatırlatıyorum. Birinin ekonomik sosyal düzenin bir ifadesi, bir sonucu; diğerinin ise sosyal ahlakın ve sosyal özgürlüğün bir sonucu olduğundan bahsediyorum. Böylece, Adıgelerde ekonomik ve sosyal hukuk anlayışlarına değinilmesi gerektiğine kısaca ve hatırlatma şeklinde dikkat çekiyorum. En son olarak ta, teşekkürlerimi belirterek on dakikalık konuşmamı sonlandırıyorum.
Konuşmamla, birçoğunun dikkatini çekmiş olmalıyım. Sonradan değişik sorular alıyorum. Konuşmam sırasında, dinleyicilerin heyecanlı bakışlarına şahit oluyorum. Mutlu oluyorum tabi. Düşüncelerim, orijinal gelmiş olmalı çoğuna.
Farkına varmadan akşamı etmişiz. Toplantı sonrası, çoğu dağılıyor. Yola gidecekler var. Murat’lar, selamlaşıp bizden ayrılıyorlar. On beş, yirmi kişi yemeğe çekiliyoruz. Prof. Batırbıy, masanın başında oturuyor. Thamade o çünkü. Kimse, masanın baş tarafına geçmek istemiyor. Herkes kültürü biliyor. Kimse, kendisinden daha büyük birilerinin olabileceğini unutmuş değil. Sonunda, herkes bir yer buluyor. Sofra mükemmel ve zarif… Adıge yemeklerinin bu kadar leziz ve çeşitli olduğunu, bir kez daha fark ediyoruz. İçecekler çeşitli. Meyve suyundan, maden suyuna kadar… Meyve suları ev yapımı, Bayan Mir kendi evinden getirmiş. Teşekkür ediyoruz bir kez daha. Alkollü içecekler de var tabi. Kimse kimseye ne içeceği ya da ne yiyeceği konusunda karışmıyor. Herkes, kendi tercihini kullanıyor. Batırbıy, xhuaxho yapıyor. Bu bir Adıge geleneği. Yemekten önce yapılan bir dua. Adıgelerde adet öyle: İnsanın karnı doyduktan sonra herkes şükredebilir. Belki de unutuverir. Önemli olan açken şükredebilmektir.
İçeride hafif ve hoş bir müzik var. Ama, dikkatten kaçmış olmalı diyerek bayan Mir’e çıtlatıyorum. “Haklısın.” diyor. Anında Adıge müziğine dönüyor.
Demiştim ya hani! Batırbıy gerçekten Adıgağe’yi iyi biliyor. Yemek arasında önce misafirlere, sonra anayurttaki hemşerilerimize xhuaxho için izin veriyor. Tabi ki, yaş sıralamasına dikkat ediyor. Hitap ederken yemeğini bırakıyor, yüzüne bakarak ve adıyla hitap ederek konuşmasına başlıyor. Övgü dolu sözlerini, kişinin mesleki yetenekleri ve çeşitli meziyetleri ile süslüyor. Sonunda, “Buyur filanca, senin de söyleyeceklerin olmalı.” diye ekliyor. Herkes, kendisine sıra geleceğini bildiği için araya girmek istemiyor.
Sıra bana geliyor. Thamade, hak etmediğim kadar güzel sözlerle bana da konuşma izni veriyor. Bense, önce kendimizi tanıtıyorum. Sonra, rahmetli babaannemden bir anekdotla devam ediyorum: Rahmetli, çocuklardan birisini çağırıp kendisine gelmediği zamanlar sinirlenir “Xekujım weqo/ xekuje gidesin.” derdi. Eğer, başka bir durumla karşı karşıya ise “Xekujı wexhu / xekuj gibi olasın.” diye haykırırdı. O zamanlar, bizler çocuktuk ve “xekuj” kelimesini salt yok olmak ya da kahrolmak şeklinde anlardık. Toplumun bilinçaltında, ata yurda dönüş özlemlerinin var olduğunu bilemezdik. Şimdi Allah nasip etti, babaannemin duası kabul oldu ve bugün ben buradayım.” dedim. Dedim ama, cümlenin sonunu getirmek pek o kadar da kolay olmadı. Boğazım düğümlendi ve konuşmamı bir süre kesmek zorunda kaldım. Sonunda iyi dileklerimle konuşmamı bağladım.
Adıge kültüründe, hatalar hemen göze çarpar. Aile tanıtımı yapmak, ya da kendinden övgüyle bahsetmek, soy yarıştırmak… Bu tür toplantılarda olmaması gereken bir durum. Bir an için, atlıyorum bunu. Türkiye’deki alışkanlıkların etkisi de üstümde var tabi. Aradan zaman geçiyor. Benden sonra, xhuaxholer devam ediyor. Batırbıy, bu tavrı kısa bir cümle ile konuşmasının arasına sıkıştırıveriyor. Dikkatimden kaçmıyor tabi. Kendime söylenmiş olarak alıyorum bunu. Hakaret değil asla. Yüzüme de değil söz. Üstelik, nice zaman sonra… Bana söylenmese bile, kendime kabul ediyorum. Beni küçültmez, aksine büyütür diye düşünüyorum. Türkiyeli bir hemşerimiz söz alıyor ve bu durumun Türkiye’de yaygın bir gelenek olduğunu, insanların bir birlerini tanımak ve güven duymak için böyle yaptığını söylüyor. Bunun alışkanlığı olsa gerek, diye ekliyor konuşmasına. Beni kurtarıyor adeta. Ancak ben, konuya tekrar dönmüyorum.
Konuşmalar da bitiyor; yemek de. Bundan sonra zaten yemek devam etmez. Ziwushan Batırbıy, son kez konuşma yapıyor çünkü. Son konuşmada, programın ve memnuniyetin saygı ifadesi olarak ayağa kalkıyor. Thamade ayakta iken küçükler asla oturmaz. Bizler de ayağa kalkıyoruz. Batırbıy, görevini tamamladığını ve herkesin artık serbest olabileceğini ilan ediyor. Teşekkürlerini de unutmuyor. Öğrencisi olmaktan şeref duyan Doçent Ch’ırğ Ashad, izin istiyor ve Batırbıy için övgüler yağdırıyor. Batırbıy, şüphesiz fazlasını hak ediyor. Orada bulunan Bayan Ray ve Bayan Mir de. Onlar hem fikir, hem beden emekçileri. Bunların dışında, orada bulunan bütün ata yurtlu hemşerilerimin hepsi sonsuz övgüleri hak ediyorlar. Ashad’ın sözleri övgü değil aslında, gerçekleri dile getiriyordu. Ben böyle inanıyorum. (Devam edecek)
Sayı : 2010 06