Natuhayların izinde (2)

0
476

Rusya tarihçileri ile dilbilimcileri, uzun bir süreden beri Sindlere, Adığelere ve Kafkasya’ya ilişkin konularda birbiriyle çelişen şeyler söylüyor/yazıyorlar. Bu tartışmalı konular arasında Sindlerin dili ve etnik kökeni sorunu da bulunuyor. Tarihçiler 1970 yılına değin Sindlerin Adığe atası halklardan biri olduğunu söylüyorlardı. Ancak 1976 ve 1978 yıllarında, Sovyetler Birliği Bilimler Akademisi muhabir üyesi A.N. Trubaçev’in Dil Sorunu adlı dergide iki makalesi yayınladı. Trubaçev, bu makalelerinde Sindlerin bir Hint-Avrupa topluluğu olduğu görüşünü savundu. ‘Bu durumda Adığelerin Sindlerden türemiş olduklarını söyleyemeyiz. Çünkü Adığece İber-Kafkas Dil ailesi içinde yer alıyor, Adığeler de Kafkasya’nın yerli halklarından biridir, ancak çok eski zamanlardan beri Kafkasya’da yaşamış olan halklardan biri de değildirler”, diyor A.N. Trubaçev. Tam da Adığelerin ‘Kalma, gitme, döndüğümde de seni görmeyeyim’ dedikleri gibi bir durum yaşanıyor. A.N. Trubaçev’in görüşüne göre, Sindler eski bir Kafkas halkı idiler ama Hint-Avrupa kökenli bir dilde konuşuyorlardı, günün birinde kalkıp Batı’ya göç ettiler. Adığeler otoktondurlar ama otoktonlar da göç edebiliyorlar. Sonuç olarak Sindler Kafkasya’dan gittikten sonra Adığeler de gelip (nereden gelmiş oldukları söylenmiyor) Kuzey Kafkasya’ya yerleştiler, A.N. Trubaçev’in görüşü böyle. 

Günümüzde Azak ve Karadeniz kıyı müzelerinde Sindlerden çok az, Adığelerden ise çok çok daha az söz ediliyor. 

Anapa’daki Kray Tarih Müzesi’nde ise, tarih bu bölgeye Rusların yoğun olarak yerleştirildiği günlerden başlatılıyor, Rusların yaşam biçiminden, ayaklık, ayak takılarından (takunya türleri-lapti) başlatılarak, ev temizliğine varana dek, Rus yaşam kültürü örnekleri sergileniyor. Müzede sergilenen eşyalara ve anlatılanlara bakılırsa, bu eski Natuhay toprağında Rus işgalinden önce kimsecikler yokmuş, yani bu eski Adığe topraklarına bomboş/sahipsiz yerler oldukları havası verilmeye çalışılıyor. Bu yerlerin bir Adığe yerleşimi, bir Adığe toprağı, bir Adığe topluluğu olan Natuhayların yurdu olduğu gibi konulara ise, olumlu ya da olumsuz hiç değinilmiyor. Müze ziyaretçilerine bu gibi konularda hiçbir bilgi sunulmuyor, ilginç bir durum. Bu gibi örneklere, müze eşyalarını 1990-2000’li yıllarda yenilemiş olan müzelerde rastlıyoruz (Anapa ve Taman’dakiler, Novorossiysk’deki Tarih ve Doğa Müzesi). 

 

Taman Müzesi ve diğer müzeler 

Taman Arkeolojik Müzesi’nde sergilenenler, sadece Greklerden kalmış eserlerdir diyebiliriz. Grek yapıtları içine dağıtılmış olarak birkaç da Meot (4) testi ve kapkacağı (yapanların kimler oldukları da yazılmış olarak) sergileniyor. Ancak bu eşyaların Greklerden çok önceleri bu yerlerde yaşamış olan Meotlardan kalmış olduğu, ardından Meotlarla Greklerin Kafkas toprağında bin yıl boyunca birlikte yaşamış oldukları, aralarında ekonomik ve ticari ilişkiler bulunduğu, her iki toplumun birçok ortak değeri paylaşmakta, her iki kültürün de birbirinden etkilenmiş olduğu gibi bilgilere ise hiç yer verilmiyor. 

Novorossiysk Müzesi’nde son dönemler silahlarının teşhir edildiği bir serginin açılışına katıldık. Açılışta Adığe silah ve giysilerinden bazıları, sapsız kılıç ve kamalar sergilenmişti. Ancak görevlilerce, müze müdür yardımcısı da içlerinde olmak üzere, bu kılıç ve kamalar üzerine hiçbir bilgilendirme yapılmıyor. Bunları ziyaretçilere tanıtacak yazılı, görsel ya da duysal bir çalışma da yapılmamış. Sapsız, sadece demir/çelik kısmı kalmış kamaların altına “kama tipleri” diye bir yazı konmakla yetinilmişti, ama bu kama sözcüğünün kökeni, hangi dilden geldiği, bu silah çeşidini kullanmış olan ulus, bu silahları giysilerinin eklentileri olarak taşımış olan ulusa ilişkin hiçbir açıklama, bilgi ve iz yoktu. Yönelttiğimiz sorulara verebildikleri bir yanıtları da yoktu. Görevlilerin sorduklarımızın ne anlama geldiğinin bilincinde olduklarını da sanmıyoruz, benzeri durumlarla daha birçok yerde karşılaştık. Oysa söz konusu sergi tarihsel bir anlam/önem taşıyor, tarihteki savaşları ve yurdu koruma kültürünü tanıtıyordu. Buna ilişkin olarak bize, Kafkasya’da ve Adığelerde savunma amaçlı istihkamların nasıl yapıldığını ve bunlardan nasıl yararlandırıldığını sordular. Bu amaçla –Maykop’taki- Adığe Ulusal Müzesi’ne yazı yazdıklarını, yanıt beklediklerini söylediler. Belli ki, Kuzeybatı Kafkasya’da eski Adığe yurdunda yaşanmış olan olaylar, bu topraklar üzerinde karşı karşıya gelmiş olan halkların tarihleri konusunda kitleler habersiz kalmış, tarihsel konularda koyu bir bilgisizlik sürüyor. 

Adığelerin türediği halklara ilişkin çok kısa ama özlü bilgiler ve bu halkların yerleşim yerleri, haritası da sunulmuş olarak Temruk Müzesi’nde sergileniyor. Bu küçük kentin adının bir Adığe erkek adına bağlanabileceğini, Pşı –İdar- Temruk’un Yeniçağ’da -1557’de- Adığe ve Rusları birleştirmek için çalışmış olduğunu söylediğimizde, müze görevlileri bizi ilgiyle dinlediler. 

Gelencik Kent Müzesi’nde, Karadeniz kıyısında yaşamış olan antik Kerketler (5) ile onlardan türemiş olan ve 150 yıl öncesine değin o yörede yaşamış olan Adığeler ve kültürleri, altın işlemeli Adığe kadın elbiseleri konusunda, daha derli toplu, daha elle tutulur biçimde ve oldukça geniş bilgiler sunuluyordu. 

Temruk ile Gelencik Natuhay toprağının uç noktaları idiler. Etnik özelliklerin, diğerlerinin aksine bu iki müzede gerçeğe daha yakın bir biçimde sergilenmekte olması, kanımızca bu iki müzenin Sovyet yönetimi döneminde düzenlemiş olmalarından ileri geliyor olmalı. 

 

Son durak: Hatramtuk Köyü 

Gezi grubumuzun son uğrağı, Kafkas Savaşı sonrasında eski Natuhay toprağında kalmış tek köy olan Hatramtuk (︇Ú‡ÏÚ˚ÍÛ) (6) köyü gezisi oldu. Daha önce belirttiğimiz gibi, “Hatramtuk” dendiğinde Adığeler ülkenin uç, çok uzak, ücra bir köşesini algılamış olurlardı. 

Köy, Rusya köy adları listesinde “Suvarovo-Çerkesskiy avul” diye yer alıyor. Bir bağlık, üzüm yetiştirme alanı olan köy, o adla biliniyor. Bugünkü köyde Adığe kökenli olan ve Adığece soyadı taşıyan tek bir kişi bulunuyor. Bu kişi Çuş’ha ailesinden. Ancak babasının ve kendisinin adı Rusça: Aleksandr Aleksandroviç (Aleksandr oğlu Aleksandr). Annesi ve eşi Rus. Başkaları ona Çuş’ha Aleksandr-Adığe, Çerkes diyorlar, ama o kendisinin Rus olduğunu söylüyor, “Ben Rus’um, Adığe değilim” diyor. Köydeki yaşlılar -1924 sonrasında- Hatramtuk köyünde iki Adığe ailesinin kalmış olduğunu anımsıyorlar: Yınıhular ve Neğuçlar. Ama o ailelerden konuşacak birini bulamadık, köylüler de onların kimler olduklarını anımsayamadılar. Çuş’ha sülalesinden ev sahibimizin aslını, mensup olduğu ulusu anlatış biçimi ‘Rus’um” demesi, bize şunu belli ediyor: Burada eski ulusal anı ile ulus algısı birbirinden farklılaşmış. Hatramtuk köyünde kalmış olan bir iki aile, 150 yıldan az bir süre içinde, çoğunluktaki ulusun içinde eriyip gitmiş. Burada bir belirleme daha yapmak istiyorum: Köylüleri onun için –Çuş’ha Aleksandr, Çerkes, Adığe,diyorlar. Ama o kendisi için “Ben bir Adığeyim”, “Ben bir Çerkesim” diyemiyor. 

Hatramtuk köyünün Adığe aileleri, 1924’te devletin izni ile Adığe Özerk Oblastı’nın (şimdi-Adıge Cumhuriyeti) Tahtamukay rayonuna göç edip yerleşiyorlar. Bu insanlar Sups Irmağı kıyısına yerleştiriliyorlar, ama bu yeni köye eski köyleri Hatramtuk’un adı verilmiyor. Natuhay toprağında bırakılan Hatramtuk köyü de şimdiki Rusça Rus adını –’Suvorov-Çerkesskiy’ adını- aldı. N.G. Novitski’nin ‘1830’da 240 bin nüfusları var’ diye bildirdiği Adığe topluluğu Natuhayların anısını yaşatma amacıyla, bu yeni köye Natuhay adı verildi. Şimdi 100 kadar ailenin yaşadığı bu küçük köy, Natuhay köyü, Tahtamukay’a yakın bir yerde. Eski Hatramtuk ise, bir Rus köyüne (poselk) dönüşmüş bir liman köyü olarak Karadeniz kıyısında bulunuyor. (Burası Sovyetler döneminde zengin bir sovhoz/çiftlik, yani bir Sovhoz milyoneri’ idi. Köy, Adığe (Çerkesskiy) adı ile Rusya’nın iftihar ettiği Suvarov (7) adını birleştirmiş durumda, yani bir tarihsel geçmişi yansıtıyor olmalı: Köy adının bir yarısı Adığe gerilemesini anımsatıyor, diğer bir yarısı da Rusya’nın tarihsel genişleme sürecine vurgu yapıyor olmalı. 

Bir zamanlar birilerinin “Hatramtuk’ta idim” demesi, Adığeler açısından ülkenin en uç noktasında, en ücra bir köşesinde bulunmak anlamında algılanıyordu. Biz de bu yıl -2008 yılında- bu algıyı yaşamış olduk. 

 

Sonuç ve değerlendirme 

Yüklendiğimiz görev ile görmüş olduğumuz şeyleri düşünsel bir düzlemde nasıl orantılayabilir, bir araya getirebilir ve nasıl bir sonuca bağlayabiliriz? 

İlkönce; bizden birçoğumuz Hatramtuk’un o canım yeşil çayırlarında çıplak ayakla gezmeyi, ömrümüzde tek kez olsa yaşamış olduk, bunu çok şeye yeğleyecek değerde bulduk ve o doyumsuz tadı algıladık. 

İkincisi; kısa bir süre -10 gün- içinde, eski Ata toprağında 300 km. gibi uzunca sayılabilecek bir yolculuk yaptık. Bir dünya cenneti olan eski Natuhay Ovasını, Ts’emez’in (Novorossiysk’in) dağ sırtlarından izleme olanağını elde ettik, o yerde çok kısa bir süre bulunmuş olsak bile, Ts’emez’in çarpıcı güzelliğini sonsuza değin içimize depolama, özümleme tadını yaşadık. 

Üçüncüsü; ulusun silinmiş olduğu toprakların dert ve sorunlarının neler olduğunun bilincine vardık. Bu da, önümüzdeki dönemde nüfusumuzu artırma, olanı koruma ve dayanışma ruhunu geliştirme gibi şeyler olabilir, bunların ipuçlarını gördük. “Sahibi başında olmayan -kişinin- atını köpekler yer” diyen atasözümüzün anlamını biraz daha yakından kavramış olduk diyebilirim. 

Dördüncüsü; Kuzeybatı Kafkasya’nın (Çerkesya) Adığe ulusunun ve ulusal biçimlenişinin oluştuğu bir yer, ulusun bir direnme –toparlanma- alanı olduğunu, ulusun birlik bilincine eriştiği ata toprağı olduğunu, bu olgunun doğru bir biçimde tarihe yazılması gerektiğini ve bu gerçeği Adığe ulusal biliminin göz ardı etmemesi gerektiğini kavradık. 

Beşincisi olarak; bilim, ilk, orta ve yüksek öğretimde, kitle iletişim araçlarında, kültürel ve eğitsel kurumlarda, müze ve turizm firmalarında kullanılacak üst bilgilendirme çalışmalarının hemen başlatılmasının, kaçınılmaz bir zorunluluk olduğunu da anladık. 

 

Bilgi notları: 

(1) Hatramtuk – Diasporada anneler, eskiden çocuklarına kızdıklarında “Hatramtıku wyah” (Hatramtuk’a götürsünler), “Sıbır’uaş’he wyah” (Sıbır’oşha’ya sürsünler), ve “Bıtırbıf wyah” (Bıtırbıf’a sürsünler) derlerdi. 

(2) Anapa, Sind Krallığı dışında, 1828 yılı, yani Rus işgali öncesinde Çerkesya’nın başkenti konumundaydı. Anapa tarihi için bkz.Vikipedi’nin ‘Anapa’, ‘Sindika’, ‘Krasnodar Kray’ ve ‘Adıge Cumhuriyeti’ maddeleri. 

(3) Sindler -Anapa yöresinde merkezi Sind kenti/limanı olmak üzere bir devlet/krallık kurmuş olan ve Adıge atalarından sayılan bir topluluk. Sind kenti ‘Bosporos Krallığı’ tarafından ele geçirildikten sonra tahrip oldu ve Sind kenti yerinde Gorgippia adlı bir Grek liman kenti/kalesi kuruldu. Sind Krallığı için bkz.Vikipedi- ‘Sindika’, ‘Anapa’. 

(Yukarıdaki 3 not Mayıs’10 sayısında yayınlanan yazıya aittir.) 

(4) Meotlar (Mıwıt’/å˚ÛÚ1)- Azak Denizi doğusunda ve Taman Yarımadasında yaşamış olan ve Adığe atası sayılan topluluklardan biri. 

(5) Kerketler-Karadeniz kıyısında, Ts’emez (Novorossiysk) yöresinde yaşamış olan ve Adığe atalarından sayılan bir topluluk. ‘Çerkes’ adının ‘Kerket’ adından geldiği de söylenir. Başka türlü bir yorum için bkz.Prof. ĞIŞ Nuh, ‘Adığece’nin Temel Sorunları-1’, internet. 

 (6) Hatramtuk’un kuruluşu konusunda, 1992’de Prof. MEKULE Cebrail ve T’EŞU Yasin Çelikkıran ile birlikte, Karadeniz kıyısı Şapsığya’nın (Ş’açe/Soçi) Kalej köyündeki iki katlı evinde bir gece bizi konuk eden Şapsığ aydını NIBE Ruslan şu bilgiyi vermişti: ‘Rus ordusundaki bazı Adığe askerler komutanlarından bir köy kurma izni aldılar ve 1864 sürgünü sonrasında Hatramtuk köyünü kurdular’. 

(7) A.V. Suvarov (1729-1800)- Rus Çariçesi II.Yekaterina’nın kan dökücü bir generali, feld mareşal, kont. Kuban ırmağının kuzeyini Adığe ve Nogaylardan temizlemiş, çok sayıda insana katliam ve soykırım uygulatmış, Kırım’da da binlerce insanı/Tatar’ı da kılıçtan geçirtmiş bir Rus subayı. Daha çok bilgi için bkz. Ç’IRĞ Ashad, ‘Tehlike Kuzeyden Geliyordu’, internet. 

Not:Bilgi notları, tire içi yazılar ve ara başlıklar çevirmene aittir. 

 

Özür:  

İlk bölümünü Mayıs sayısında verdiğimiz ‘Natuhayların İzinde’ makalesini teknik bir sorun nedeniyle sürdüremedik. Okuyucularımızdan özür dileyerek makalenin devamını dipnotlarıyla birlikte yayınlıyoruz. 

 

Sayı : 2010 07