Abhazya Meselesi Sadece Abazalara Bırakılamayacak Kadar Önemlidir

0
493

Başlarken
Nasreddin Hoca’nın meşhur fıkrasında olduğu gibi insan nerede yaşarsa yaşasın bir süre sonra ister istemez Dünya’yı oradan görüp değerlendirmeye ve adeta yaşadığı bu yeri Dünya’nın merkezi sanmaya başlıyor.

 

Örneğin İstanbul’da yaşayan ortalama biri Anayasa referandumu sonuçlarını (elbette nereden baktığına bağlı olarak) büyük bir “devrim” veya “yolun sonu” gibi değerlendirir ve bu oylamaya olağanüstü bir önem izafe edip sanki bu iş tüm Dünya’da konuşuluyormuş gibi hissederken; Sohum’da bir paskada oturan ortalama bir Abaza açısından –büyük ihtimalle hiç işitmediği- Türkiye’yi yerinden oynatan bu süreç pek bir önem taşımıyor. Bir süreden beri Sohum’da yaşayan birisi olarak doğaldır ki ben de bu eğilimden tamamen vareste değilim. Yine de Dünya’da gelişen ve Çerkes Halkının kaderini etkileyen olaylara bir de Sohum’dan bakmanın, Diasporamızın en uzun soluklu yayınlarından biri olan Jıneps Gazetesi okurları için faydası olacağını düşünen Genel Yayın Yönetmenimiz Yaşar Güven’in teşvikiyle, her ay sizlere buradan, Canlar Ülkesi’nden yazacağım. Ve işte bu nedenle köşemizin adı Sohum’dan Bakınca…

Ezilen halklara yön verenler, vermesi gerekenler, yani o halkların aydınları ele alındığında, onlarda, yaşamı gündelik olayların akışı içinde sadece anlık olarak görebilen, bu olayların tarihsel arka planını ve muhtemel gidişatını ne yazık ki kavramak olanağına sahip olamayan geniş kesimlerden ayıran önemli bir misyonun varlığı göze çarpar. 150 yıla yaklaşan sürgün ve asimilasyon nedeni ile darmadağın, ortak politika üretmekten ve kendi kaderine müdahale edip onu bizzat kendi ellerine almaktan aciz duruma düşmüş Çerkes Halkı ve onun aydını için de durum farklı değil. Çerkes aydını da ister anavatanda, ister diasporada olsun bugün için kendini Adığe, Abaza, Oset, İnguş, Karaçay, Balkar, Çeçen, Lezgi ya da her ne adla anılırsa anılsın Kafkas (ya da Kuzey Kafkas) ortak kültürünü oluşturan renklerden biri ile sınırlandırarak tanımlayan ve bu şekilde varlığını devam ettirebileceğini sanan geniş kesimlere, kazın ayağının hiç de öyle olmadığını gösterecek düşünsel üretimi ve siyasal örgütlenmeyi ortaya koymakla mükellef. Bu sorumluluğun yerine getirilmemesinin tüm bir tarihsel vebali, tıpkı halkımızın 150 yıl önceki krizini yönetemeyip, onu darmadağın eden o zamanki önderler gibi bugünün Çerkes aydınlarının boynunda olacaktır. Tek fark, ilkini hatırlayıp kızanların olmasının aksine ikincileri yad edecek kimsenin de olmayacak olmasıdır.

Yukarıda bahsedilen misyonla donanmış olması gereken Çerkes aydının Abhazya meselesi üzerinde kafa yorar ve politika oluştururken aklından hiç çıkartmaması gereken temel bir düstur, Abhazya meselesinin sadece Abazalara bırakılamayacak kadar önemli olduğudur. İçinde kinaye barındırdığı düşünülebilecek –ama aslında öyle olmayan- bu yaklaşıma eğer 1992-1993 yıllarında Abhazya’yı kurtarmak için kuzeyden koşup gelen binlerce gönüllü Adığe, Oset, Çeçen vd. sahip çıkmasaydı belki de Abhazya diye bir yer kalmamış olacaktı, tıpkı Acaristan örneğinde yaşandığı gibi. Abhazya’da yaşayan 90-100 bin Abaza Abhazya’nın geleceği ile ilgili ne düşünürse düşünsün, ya da Diasporadaki 250-300 bin Abaza kendisini diğer Çerkes toplamından ayırmak için ne yaparsa yapsın düstur edinilmesi gereken bu yaklaşımda bir değişiklik olamaz. Küsmek, darılmak, herkes kendi yoluna demek belki kolay telaffuz edilen ama ne Kafkasya’nın ne de Diasporamızın gerçekleri ile bağdaşmayan bir tutumdur. Öte yandan halkı oluşturan renklerin kaderlerinin ayrışmasını dayatanların, aslında halkın içinde ne kadar destekleri olduğu da şüphelidir. Önümüzdeki sayıdan itibaren bu yaklaşımın arka planını elimden geldiğince açmaya çalışacağım.

Sohum’dan sevgilerle…

A. Papba

Sayı : 2010 09

Yayınlanma Tarihi: 2010-09-01 00:00:00