Kafkasya’daki Rastlantılar: Bir Av Yolculuğunun Güncesi*

0
450
Agnes Herbert
Özet Çeviri: Serap Canbe

Yalta limanına girmedik. Ertesi sabah kendimizi ormanlarla kaplı ıssız Çerkesya kıyılarında bulduk. Asırlardır burada ikamet eden cesur savaşçıların köyleri artık yok. Bereketli bostanları hala ürün veriyor ama ayılar için. Issızlığına ve terk edilmişliğine rağmen Kafkasya’nın en güzel noktalarından biri burası… Rusya Çerkesya’ya boyun eğdirmek için binlerce insan harcadı. Tepelerden süzülen kartallar kadar özgür olan bu halk Rusya’ya yıllarca direndi çünkü bağımlı olmak istemiyorlardı. Özgürlük için savaştılar. Dünyadaki herkesin uğrunda savaşılmaya değer bulacağı özgürlük için. Tarihçiler bin kişinin koruduğu bir vadiyi ele geçirmek için Rusların yirmi bin kayıp verdiğini söylüyor.
İngiltere’de Çerkesya’yı Kafkasya’nın diğer adıymış gibi algılarız genelde, Kafkasyalı deyince de çoğumuzun kafasında Çerkes imajı oluşur. Yani Kafkasyalı denince Çerkes ifade ediliyor sanırız. Tüm Kafkasyalıları Çerkes olarak tanımlamak Britanya’daki herkesi İrlandalı olarak adlandırmak kadar aptalca bir hata. Çerkesya Kafkasya’daki bölgelerinden biri. Halkı ise dağ silsilelerinin arasındaki vadilerde yaşayan, kendilerini Adığe olarak tanımlayan bir kabile. Geçmişlerine uzandığımızda Adığe halkının toplum ve kabile bireylerince seçilmiş bir önderin başkanlık yaptığı, feodal bir çizgide temellenmiş bir parlamentoya sahip olduğu ortaya çıkıyor. Yabancı bir düşmana saldırılması gerektiğinde silah taşıyabilen herkes önderlerinin etrafında toplanmak zorundaydı. Önderlerin köle sahibi olması yasaktı, ama kabiledeki köleler efendilerinden memnun olmazlarsa arabulucular tarafından şartları garanti altına alınarak başka birini seçmekte özgürlerdi. Kabile mensupları daha iyi bir önderin yönetimine geçebiliyordu, dolayısıyla da kabilenin saygınlığı insanların iyi niyetine bağlıydı. Bu muhteşem bir imece sistemidir, önderliğin ilkel bir şekilde babadan oğula geçtiği birçok Afrika toplumunda popüler olan irsiyet prensibinin büyük bir reform geçirmiş halidir. Çerkesler Afrikalıların hatasına düşmemişler. Çerkes kahramanlığının kitabında önderliği babadan devir almak yok. Bir sloganları olsaydı eğer, bu da “Bağımsızlık” olurdu.
Çok uzun zaman önce Hıristiyanlığı kabul ettiklerine inanılsa da kutsal koruları ve kurban kestikleri tapınaklar her zaman var oldu. Onları aydın putperestler olarak adlandırabiliriz. İslam saflarına geçtiklerinden sonra da bu adetlerine uzun süre devam ettiler.
Çerkesler 1864 yılında yenildiler ama boyun eğmediler, uzun süre savaştıkları düşmanın hakimiyetini reddederek kendilerine toprak teklifinde bulunan Türkiye’ye gitmek üzere yola çıktılar. Sahip oldukları her şeyi verimli topraklardan, mümbit bostanlardan ve büyükbaş hayvanlardan sağlıyorlardı ve hepsi de taşınmaz varlıklardı. Bir zamanlar güçlü olan insanlar anavatanlarını yoksul durumda terk ettiler. Göçmenleri taşımak için Trabzon’dan gönderilen gemiler gecikti ve büyük bir hastalık başladı. Geciken gemiler göründü ama gemilere sığmaları imkansızdı. Yamaç ve ormanların temiz havasına alışkın dağlıların yüzlercesi balık istifi dolduruldukları sağlıksız gemilerde öldü. Anadolu’ya ulaşanlar ise Türklerin bu derbeder yolcular için hazırlanmamış olduğunu anladılar ve zorunlu olarak sahilde konakladılar. Bu korkunç felakette Çerkes halkının üçte ikisi can verdi.
Güzelliği artık kendi halkına ait olmayan yabancıların sahip olmaya can attığı ıssız Çerkesya yerleşecek kadar çekici gelmedi başkalarına. Rus köylüsü orman sevmez, düzlükleri sever. Bu yüzden bölgede çok az çiftlik evi var. Arazinin küçük bir bölümü Rus asillerine dağıtılmış, bir kısmını da tütün için Yunanlı bir girişimci kapatmış. Geri kalanında ise kasvet, yalnızlık, terk edilmişlik ve bir halkın hiçliğe geçişi hissediliyor.
Çerkesya’dan sonra taşlık sahil şeridi ve ürkütücü kayalıklarıyla Abhazya belirdi. Mağaraların şarkısı selamladı bizi. Abazaların hikayesi de komşu kabileninkine benziyor biraz. Birçoğu Türkiye’ye varan korkunç göçe katılmış olsa da bir kısmı Rusya’ya boyun eğmiş. Onlar da cesur ve atak, ülkelerindeki büyük mağaralar kadar derin insanlar.
William Gifford Palgrave “Doğu Araştırmaları” kitabında şöyle der: “Abaza halkının tarihi çok az biliniyor. Oysa 2000 yıl öncesinin Antik Yunan kayıtlarında Karadeniz’in doğusunda, deniz ve dağların arasındaki dar arazide yaşayan Abazalarla karşılaşırız. Tarif edilen bölge bugün yaşadıkları yerin aynısıdır. Bu otokton halkın nüfusunun bunca zamandır nasıl olup ta yüz binin üzerine çıkamadığı sorusu karşısında hem geçmiş hem de günümüz suskun kalmaktadır.”
Poti çıkışında sislerle kaplı dağlar gözümüze ilişti. Teknemizin önünde bir sürü yunus balığı dans ediyordu.
 Ruslar Adığelere Tscherkess (Çerkes) adını vermiş. Çerkes kıyafeti tüm Kafkasya’ya yayılmış. Ruslar da bu kıyafeti benimsemiş ve Kazaklara da vermişler. Bu kıyafetin ön plana çıkan özelliği Çerkeska adlı boyundan bele kadar uzanan bir V yakası olan, bel kısmından kopçalarla tutturulmuş uzun bir ceket. Genellikle düz renkli ve kaliteli yünlü kumaş kullanılıyor. Giysinin diğer parçası Beşmet denen üst ceket. Yakasında yüksek bir bant kısmı var ve o da belden kopçalanıyor. Kumaşı ise pamuklu ya da ipek-pamuk karışımı. Giysinin yakası ve kolların katlanan kısımlarına çok hoş işlemeler yapılmış. Altına dar ve sıkı siyah bir pantolon giyiliyor.
 Pyatigorsk yakınında Adığelerin akrabası Kabardeylerin memleketi var. Kafkasya’daki en iyi atların yetiştirildiği yermiş burası.
Özet Çeviri: Serap Canbe
*Kuzenleriyle birlikte avlanmak için tekneyle Kafkasya’ya giden İngiliz kadın avcı Agnes Herbert’in 1912 yılında basılan güncesi.

Sayı : 2010 10

Yayınlanma Tarihi: 2010-10-01 00:00:00