Her milletin ufak nüanslarla örfleri, hayata bakış açıları benzerlikler gösterir. Bu insanlığın doğasından kaynaklıdır, benzerlikler aldatıcı olmasın ama, kültürel azınlıklar çoğunluk içinde biraz farklılaşmaya başladığında esen tehlike rüzgarları, meltem gibi gelir. Sonra rüzgarlar sertleşir, adı boran olur. Aniden çanlar çalar, işte ona nedense tehlike çanı deriz. Oysa çanlar çalmadan biraz önlemle binayı sağlamlaştırabiliriz.
Geçen akşam derneğe gittiğimde, derneğimizin güzel günleri aklıma geldi. Adeta bir film şeridi gibi aktı gitti. Ancak gençlerimizin ki artık genç sınıfını geçeli çok oldu, akşamki davranışları yenilir yutulur cinsten değildi. Misafir karşılama ve ağırlama son derece zayıftı. Daha öncede böyleydi, birkaç kez karşılaşmıştım karşılaşmasına da bu sefer sınır gerçekten aşıldı.
Tüm kültürlerde misafire belli bir değer verilir. Kültürün alt yapısına göre ağırlama belli kurallara bağlıdır. Eğer Kafkasyalıysanız bu neredeyse seremoniler zincirine dönüşmekle kalmaz, ağırlayanın onuruna dönüşür. Adığe – Abaza kültüründe ise misafir nerdeyse evin ikinci sahibi gibidir. Dernekler bizim evimizse, gençlerimiz evin ikinci sahibine saygıda kusur etmemelidir. Ama ne yazık ki beklentimin yanından bile geçemediler. Bir köşede oturmuşlar kendilerini eğlendiriyorlardı. Oysa derneğe yeni gelen yaşıtları ve kendilerinden büyüklere hoş geldiniz demeli, tanışmalı ve derneğe kazandırmalıydılar. Bugün gerçekten şaşırdım. Kendimden ve misafirlerden utandım. Bugün utancımı paylaşanlar misafirlere serviste bulunup, kendilerini tanıttılar, sohbet ettiler. Oysa bu görev bugün gençlerin, yarınsa onları takip edenlerindir.
Dün; Derneğimiz iki katlı bir binanın tek bir katıydı. Yönetimde, salonda, mutfakta bu katta idi. Gecelerde, önemli toplantılarda hınca hınç dolardı. O zamanlar dernekçilik hayatım da, Çerkeslik hayatım da yeni başlamıştı. Enerjim de üst noktalardaydı: İdealist, çalışma ve öğrenme aşkıyla yanan bir kalp!
90’lı yılların başında, dernekler 12 Eylül sonrası yeniden açılmaya başlamıştı. İnsanlar derneklere akın ediyor, kültürlerini yaşatmak istiyorlardı. Bu istek o kadar yoğundu ki geceleri benim gibiler derneklerine, ikinci evlerine gidiyordu. İyi dostlukların, kültür emekçilerinin daha iyi ne yapabilirim, neler öğrenebilirim dedikleri zamanlardı. Bizler, misafirleri karşılar, kendimizi tanıtıp, onları tanırdık. Çaylarını çorbalarını eksik etmez, muhakkak derneğimize gidip temizlik yapardık. Bunları yaparken de gocunduğumuzu hatırlamıyorum.
Gençlik komisyonu, biraz daha deneyimli ağabeylerinin önderliğinde bireysel bilgi ve tecrübelerini ilgi alanları doğrultusunda derneğin hizmetine sunuyordu. Bunları daha dün gibi hatırlıyorum.
Dünden bugüne çok şey değişti: bakış açısı, bilinç düzeyi, bilgi ve bireye ait her şey. İyi oldu. Gelen bir öncekinden bilgili, idealist, belki daha cesur. Ama eksik olan şey Çerkes olma hali. Okurlardan bir “aaa!” nidalarıyla yükselen serzenişlerini duyar gibiyim, ama bir dakika, sözümü tamamlamadım. Bahsettiğim etnik anlamda Çerkeslik değil. Bahsettiğim tavrınızla, bilginiz ve görgünüzle kültürümüzün gereklerini yaşatmaktır. Bu işin Uzunyaylalısı, Samsunlusu , Balıkesirlisi yoktur. Olamaz da…
Yarını düşünmek istemiyorum. Ya bu şekilde gideceğiz ve içi boş bir şov kültürüne dönüşeceğiz ya da gençlerimiz büyükleriyle aralarındaki mesafeyi olumlu yönde kısaltıp misafirlerine olması gibi davranarak öze dönecekler.
Sayı: 2010 11
Yayınlanma Tarihi: 2010-12-01 00:00:00