Koskoca Kürt Hareketi ve Çerkesler-Deguf Fuat Uğur

0
1656
Türkiye’de 1876 yılından beri hiçbir Anayasa halkın ve yukarıda saydığımız kesimlerin katılımıyla gerçekleştirilmedi. Hep elitlerin, bürokrat ve askerlerin, yönetici sınıfların toplum mühendisliği anlayışıyla dizayn ettikleri anayasalarla yaşamaya çalıştık. Ve bu anayasalar doğal olarak toplumsal bünye tarafından reddedildi ve kabul görmedi. Sonuçta yaşanan hayal kırıklıkları ülke demokrasisinin bir türlü rayına oturamaması, darbeler, toplumsal çalkantılar kaosu da beraberinde getirdi.
Şimdi yeni bir anayasa arayışı başladı seçimler öncesinden. Jıneps’in geçen sayısında bu çalışmaların eski Anayasa Raportörü ve Hukukçu Osman Can’ın önderliğinde başlatıldığının müjdesini vermiştim.
Osman Can’a bu konuda Avukat Mehmet Uçum da eşlik ediyor ve beraberlerinde çok önemli bir kadro var. Çalışmalarını son derece ciddi bir zeminde yürütmekteler. Amaçları Türkiye’nin dört bir yanında halk toplantıları düzenleyip gelen talepleri yaklaşık 200 kişilik bir kurulla ana ilkelere dönüştürüp, Türkiye’nin tüm siyasi partilerine ve Meclis’e sunmak. Bu kurulun amacı bir anayasa taslağı hazırlamak değil, yalnızca halkın taleplerini çerçevelendirip anayasa hazırlayıcılarına takdim etmek.
Bu kapsamda ilk toplantı üç hafta önce yapıldı. Nippon Otel’deki konferans salonunda Türkiye’nin önde gelen bilim insanları, aydınlar, gazeteciler, yazarlar ve kanaat önderlerinden oluşan 200’e yakın katılımla gerçekleşti toplantı. Katılımcıların her biri görüşlerini belli süre sınırlaması olmamasına rağmen çok kısaca dile getirip söyleme imkânını buldular. Düzeyli, ufuk açıcı ve ilk defa umut verici bir çalışma oldu.
Yeni Anayasa Platformu adı altındaki toplantının katılımcılarından biri de bendim. Doğal olarak görüşlerimi dile getirmek üzere kürsüye geldim ve mealen şu konuşmayı yaptım:
“Yeni Anayasa’yı dört dörtlük yapsak bile eğer devlet aygıtı, yargı kurumlarındaki insan malzemesi yeniden yapılandırılmaz ise, yasa uygulayıcıları laik cumhuriyet ilkeleri başlığı altında kendilerine göre tanımladıkları devlet kavramını hukukun ve bireyin önüne koymaya devam ederse, yasaları eğip bükerek toplumun ve gelişmenin önünü tıkamayı bir vazife addederlerse üzerinde ter dökülen anayasa metinleri berhava olur, delinir. Dolayısıyla yeni anayasa bu hantallaşmış ve statükonun emrine girmiş devlet aygıtını baştan aşağı yapılandıracak tarzda oluşmalı.
Bu hususun dışında, Türkiye’nin etnik ve çok kültürlü yapısı yalnızca Kürtlerle sınırlı değil. Yeni anayasa ile birlikte konuşulmaya çalışılan demokrasi meselesinin sadece ve sadece Kürtlerin hak ve özgürlükleriyle ilişkilendirilmesi ve temellendirilmesi, ülkede başka etnik farklılıkların önünü tıkayan bir noktaya gitmemeli. Söylemler ve talepler hep bu noktada düğümleniyor. Yapılması gereken bana göre bireysel hakların güçlendirilmesi, güvence altına alınması olmalıdır. Ama bireysel haklar aynı zamanda çok dilli ve çok kültürlü yaşamı da güvence altına almalıdır. Bu anlamda çok dillilik ve başka halkların hak ve özgürlükleri söz konusu olduğunda sadece Kürtlerin adının zikredilmesi başka halklarda rahatsızlık yaratıyor. Örneğin ben Çerkesim, dolayısıyla onları yakından tanıdığım, takip ettiğim için çok iyi biliyorum ki Çerkesler bu durumdan hayli rahatsız.”
Konuşmam aşağı yukarı böyleydi. Başka birkaç konu daha vardı ama özeti buydu.
Benden sonra Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyelerinden Doç. Dr. Öykü Didem Aydın söz aldı. Sesi kısıktı. Herkes 5-7 dakika arasında konuşurken o 20-30 dakika konuşmayı, katılanların toleransını istismar ederek gerçekleştirdi. Bunlar işin bir yanı. Asıl söylemek istediğim, bu bilim insanının konuşmasına nasıl başladığını aktarmak. Evet, Doç.
Dr. Öykü Didem Aydın, konuşmasına aynen şöyle başladı:
“Öncelikle şunu söylemek isterim ki, siz, burada, KOSKOCA KÜRT HAREKETİNİN KARŞISINA ÇIKIP DA BEN ÇERKESİM DİYEMEZSİNİZ. Buna hakkınız yok.”
Ağzım bir karış açık kaldı. Bu “bilim insanı”, ardından köken itibariyle kendisinin de Çerkes olduğunu söylediğinde şaşkınlığım çoktan başka bir noktaya gitmişti.
Toplantının özü itibariyle “sataşmalara yanıt verme” formatı bulunmadığı, zaman da kalmaması, dahası Osman Can’ın kapanış konuşmasını yapmak zorunda olması nedeniyle bu öğretim üyesine yanıtı bizzat yüzüne söyleyerek verdim.
Toplantı bittikten sonra yanına gittim. Etrafında Kürt hareketinin önde gelen isimleri de vardı. Dediklerim şöyleydi:
“Didem hanım, hakikaten cüretimi yüzüme vurdunuz. Buradaki Kürt kardeşlerimden de özür dilerim. Nasıl olur da kalkıp koskoca Kürt hareketinin karşısına çıktım ve Ben Çerkesim deme densizliğini yaptım. Kendime inanamıyorum. Biliyor musunuz ben bu densizliği hep yapıyorum. Koskoca TÜRK HAREKETİNİN de karşısına çıkıp Ben Çerkesim diyorum. İyi ki hatırlattınız, bundan sonra söylemeyeyim.”
Öykü Didem Aydın kendisiyle alay ettiğimi tabii ki anladı. Çevrede beni dinleyenler onu ayıpladıklarını ve bir Türk olarak utandıklarını söylediler. Kürt kanaat önderlerinden biri de
“Burada Kürtler çoğunlukta olunca Çerkeslere neler yaptık. Türklerin bize yaptığının mikro ölçekli bir örneği” dedi.
Bu olayı aktarmanın sebebi çok açık.
Biz Çerkesler yeni bir anayasaya hazır mıyız? Bu çalışmalara aktif olarak katılıyor muyuz?
Yaptığımız çalışmalar var mı? Varsa bu çalışmaları ne zaman toplumla paylaşıp sesimizi duyuracağız? Yukarıda tarif ettiğimiz toplumsal sözleşmenin içinde yer alıp almayacağımıza karar vermek için de uzun uzun düşünmemiz mi gerekiyor?
Bu sorular yanıtlanmaya muhtaç ve harekete geçmek için çok da fazla vakit yok.

 

Sayı: 2011 01