Gürcistan Adığe Soykırımını Tanıyacak mı?

0
538
Gürcülerin kendilerinin de gizlemedikleri amaçları, Kuzey Kafkasya halkları arasına ve keza onlarla
Rusya arasına nifak sokmak, yani özünde Kuzey Kafkasya’yı tahrip etmek…
Ve bu planla Abhazya’yı ve Güney Osetya’yı kendilerine döndürecekler.
Gerçekte soykırım falan olmadı; tarihi bakış açısından bu körü körüne inanılan bir fikir ve saçmalıktan öte bir şey değil. Soykırımı biraz olsun ciddi bir seviyede kanıtlamak mümkün değil. Fakat Adığe ulusal örgütleri onu kanıtlamayı önermediler,
onu tanımayı önerdiler!
1.Bölüm
20-21 Mart 2010’da Gürcistan’da “Saklı Uluslar. Devam Eden Suçlar: Geçmiş ve Gelecek Arasında Çerkesler ve Diğer Kuzey Kafkasya Halkları” başlıklı uluslararası bir forum düzenleniyor. Forumun organizatörleri, CIA tarafından kurulan ve yöneticileri arasında Rusya’nın kadim “dostu” Zbignev Bjezinski’nin bulunduğu ünlü Amerikan vakfı Jamestown Foundation, İlya Çavçavadze Üniversitesi (Gürcistan) ve Uluslararası Kafkas Araştırmaları Okulu.
Forumun programına göre konusu, İnguşlarla Çeçenlere mütevazı bir ilgi gösterilecekse de, Adığelerin durumu hakkında olacak. Foruma Andrey Babitski ve Oleg Panfilov gibi Kafkasya’ya yakın kişiler katılıyorlar. İçlerinde Murat Berzegov ve Ruslan Keşev gibi ünlü aktivistlerin bulunduğu Çerkes örgütlerinden heyetler, diyaspora temsilcileri ve bazı Batılı biliminsanları da davet edildi.
Bu forumun düzenlenmesi kesinlikle sıradan bir olay değil ve belli koşullarda, Kafkasya’da gelişen süreçlerde önemli değişikliklere yol açabilir. Hemen dikkat çeken ilk nokta forumun Tiflis’te düzenlenmesi. İlk bakışta bu oldukça garip gelebilir, zira uzun zamandır Çerkes kamuoyunda Gürcistan sarsılmaz şekilde düşman konumunu işgal ediyordu. O, Karadeniz kıyısındaki tarihi topraklarında hak iddia eden, akrabaları Abhazlara zulmeden ve katleden, 1992-93 yıllarında Çerkes gönüllülerin karşısında savaştıkları ülkeydi. Gürcüler geleneksel olarak onlara aynı hararetle karşılık veriyordu ve kendilerine özgü kibirle onları, ünlü Gürcü yazar Çabua Amiracebi’nin ifadesiyle “ayaktakımı, … katiller ve yarı vahşi kabileler…” olarak görüyorlardı (“Rossiyskiye Vesti” gazetesi, 22 Ekim 1992). Şimdi hava birden değişti. Gürcistan Çerkes ulusal örgütlerinin temsilcilerini topluyor, hem de onların problemlerini görüşmek ve çözüm yolu bulmak amacıyla… Peki ne değişti?
Bütün bu olanların açık ve mutlak anlaşılır bir mantığı var. Birincisi, Tiflis adımlarını Beş gün Savaşı’nda aldığı utanç verici yenilgiden sonra belirlediği stratejiye göre atıyor. Daha önce Batı’nın yardımına güvenerek Rusya’yla ve Kuzey Kafkas halklarıyla cezalandırma, tehdit, hakaret diliyle konuşurken, Moskova’nın ve ona bağlı Kuzey Kafkasya otonomilerinin gözündeki imajı hakkında kaygı duymazken, Ağustos şokundan sonra Gürcistan taktiğini tamamen değiştirdi.
Gürcistan bir taraftan, Rusya’dan farklı olarak, 08.08.08 olaylarından enformasyon savaşı hakkında dersler çıkardı ve en kapsamlı şekilde Rusya’ya, çok daha fazla derecede de Kuzey Kafkasya’ya yönelik enformasyon ve propaganda faaliyetlerini artırdı. Bunlara kavgacı ve açıkça Rusya karşıtı yayın yapan 1. Kafkas Kanalı’nın yayına başlaması, birkaç Gürcü radyo istasyonunun kapsama alanını genişletmesi, internette propaganda çalışmalarının artması ve daha birçok şey de dahil edilebilir. Gürcistan’ın etkinliklerinin bir yönü de Kuzey Kafkasya halklarıyla yakınlaşma girişimi oldu. Gürcülerin kendilerinin de gizlemedikleri amaçları, Kuzey Kafkasya halkları arasına ve keza onlarla Rusya arasına nifak sokmak, yani özünde Kuzey Kafkasya’yı tahrip etmek… Ve bu planla Abhazya’yı ve Güney Osetya’yı kendilerine döndürecekler. Bunun için Gürcistan iktidarı ve medyası, gerçekte var olan problemleri kaşımaya, Rusya ve Rus karşıtı bir tonda ortaya koymaya ve ölçüsüzce abartmaya, Gürcüleri de Kuzey Kafkas halklarının dostu rolüne soyundurmaya başladı. Zaten Gürcüler sadece şer odağı Moskova’nın fitneleri sonucunda onların gözünde düşman görünmeye, ultra milliyetçi ve diğer marjinal akımlara yakınlaşmaya başlamışlardı. Onlar radikallikleri, ifademi mazur görün, rezillikleri ve küstahlıkları yüzünden Rusya toplumu içinde kendilerini gerçekleştiremezlerdi. 30’lu yılların protokol cümlelerini hiç sevmem, fakat bu durumda onlardan kaçınılmıyor. Başka bir ifadeyle bu en saf, klasik görünümüyle “yıkıcı bir iş.”
Belirtmek gerekir ki, Rusya karşıtı ve milliyetçi hareketlerin desteği genelde Gürcistan’ın kartvizitidir, bağımsız olduğu bütün dönemler boyunca (1918-1921 ve 1991 sonrası) başvurduğu geleneksel politikasıdır. Bu tür bir politika Tiflis’i hiçbir zaman başarıya götürmedi, üstelik Gürcistan her zaman kendisi bundan mağdur oldu, fakat yine de ısrarla bunu sürdürdü. Günümüz de istisna değil.
Bununla birlikte, yapıldığı yer dışında bu forumu Kafkasya’yla ilgili konulardaki diğer toplantılardan ayıran bir şey var, o da 18-19. yüzyıllarda Kafkas Savaşı sırasında Rusya tarafından Adığe halklarının sözde soykırımını Gürcistan’ın orada veya onun sonucunda tanınma ihtimali. Gürcistan’ın bu nüfuz aracını Rusya’ya karşı kullanabileceğine dair konuşmalar Kafkasya uzmanı çevrelerinde uzun zamandır yapılıyordu. Deniyordu ki, belli koşullarda Gürcistan hemen iki soykırımın tanınmasına karar verebilir; Adığe soykırımının ve Türklerin, Ermenilerin ve Azerilerin tutumlarının yakınlaşması, Dağlık Karabağ sorununun çözümü durumunda da Ermeni soykırımının.
Burada konu dışı birkaç söz söylemek gerek. Kafkas Savaşı sırasında Adığelerin Ruslar tarafından soykırıma uğratıldığı iddiası perestroyka sonrası dönemde gelişmeye başladı. Çerkes milliyetçi örgütlerinin iddiasına göre, o zaman benzeri olmayan, inanılmaz bir soykırım yaşandı. Rus birlikleri ve yerleşimciler güya 1.5 milyondan fazla Adığeyi yok ettiler ve 1 milyondan fazlasını Türkiye’ye sürdüler. Dolayısıyla şimdi Rusya bu soykırımı tanımak, özür dilemek, sözde sürgün edilenlerin bütün torunlarını geri döndürmek, bir de Adığelerle ilgili başka bazı adımlar atmak, özellikle Soçi olimpiyatlarını iptal etmek zorunda, zira Soçi “soykırımın toprağı”. (Devam edecek)
Çeviri: Murat Papşu  

 

Sayı : 2011 01