‘Farklılıklar siyaseti’ ile ‘Kimlik siyaseti’ arasında – II

0
1075

I. Bölüm

Hegemonik kimliğin ötekisi olarak Çerkesler
Puhatı Sevda
Türkiye’deki Çerkesler, ulusal devletin inşa edilmesi sürecinde ötekileştirilen, farklılıklardan arınmış bir “Türklük” yaratılmak üzere bastırılarak kamusal ve siyasal alanda kendini ifade etmesine izin verilmeyen etnik-kültürel topluluklardan bir tanesidir. Başka ifadeyle, yukarıdan aşağıya bir toplum mühendisliği mantığı ile işleyen Türk modernleşme projesi çerçevesinde, Türk ulusal kimliğine “pozitif” fotoğraf kazandırmak için uğraşılırken, onun “siyah” ya da “negatif”i muamelesi görenlerden birisi de Çerkesler olmuştur.
Bu nedenle Türkiye’deki bütün diyasporik Kuzey Kafkasya halklarını kapsayan bir kültürel üst-kimlik olarak, dün olduğu gibi bugün de, Çerkes adına sahip çıkmak her şeyden önce politik bir tercih olarak önemlidir. Çerkes sözcüğünün dar anlamda ve sadece “Adigeler” için kullanılmaya başlanarak, kendilerini “Oset, Abhaz, Çeçen” gibi belirli bir etnikliğe karşılık gelen kimlikleri ile değil, Çerkes kültürel kimliği ile ifade etmeyi tercih eden diğer Kuzey Kafkas halklarını “dışlayan” bir yeni kimlik stratejisine dönüştürülmek istenmesi, Türkiye’de bu topluluklarca yapılması gereken siyasetin alanının daralması anlamına gelecektir. Yani, Türkiye’nin bir süredir iki adım ileri, bir adım geri biçiminde işleyen demokratikleşme sürecinde artık daha fazla gecikilmeden kazanılması gerekenler konusunda Çerkesleri güçsüzleştirecek özcü bir kimlik stratejisi içine hapsolunmaktadır.
Çünkü, bir kez daha tekrarlamak pahasına söylenirse, hegemonik kimliğin ideolojik kurucularının ve de onu yeniden-üretenlerin nezdinde, şimdiye kadar “Çerkes” üst kimlik şemsiyesi altında anılan, Abazalar, Asetinler, Adigeler vd.’leri etnik ve dilsel köken anlamında aralarındaki “farklılıklar” hiç hesaba katılmaksızın, hep bir/aynı muameleyi görmüş ve “iç düşman”lar arasında sayılmışlardır. Demek istediğimin daha iyi anlaşılabilmesi için, Türkiye Cumhuriyet’inin kuruluşu sonrasında bir süre sonra çeşitli bahanelerle siyasal alandan uzaklaştırılmış olsalar bile yeni rejimle birlikte davranmanın ötesinde onun öncülerinden olanların “Çerkeslikleri” yok sayılırken, “Çerkes Ethem” örneğinde olduğu gibi, “hain” ilan edilenlerin, “Adige” olmayan Kuzey Kafkas halklarını da kapsayacak şekilde Çerkesliklerinin altının sürekli ve yeniden nasıl çizildiğinin hatırlanması yeterlidir. Öyleyse Türkiye bağlamında yürütülmesi gereken demokratik siyasetin alanının olabildiğince genişletilmesi bu kimliğe en geniş anlamıyla sahip çıkılmasını zorunlu kılmaktadır.
 

“Kimlik siyaseti” ve “Farklılıklar siyaseti” ayrımı

Demokrasiyi “mutlu sonu” olmayan yani hiç bir zaman “işte en iyisine ulaştık, soluklanalım” diyemeyeceğimiz şekilde sürekli geliştirilmesi, yenilenmesi gereken bir bugün ve gelecek tasarımı olarak görenler ile bu tasarım içinde kimliklerin rolünü tartışanlar “ötekileştirilenler” için olası kimlik politikalarını tanımlamaktadır. Bunlardan bir tanesi “kimlik siyaseti”, diğeri ise “farklılıklar siyaseti”dir. “Kimlik siyaseti” karşımıza ötekileştirilen kimliğin özsel, değişmez biçimde sahiplenilmesi ve yeniden-üretilmesi temelli, esas olarak kollektif hafızası yaralı kimliği onarmak, onu bir “gurur” vesilesi haline getirmek hedefli bir kimlik politikası olarak ortaya çıkar. Buna verilebilecek tipik örnek ise, bugün kendilerine artık “Afrikalı-Amerikalı” denilmesini tercih eden Siyahların 1960’larda “Siyah Güzeldir” sloganı etrafında örgütlemiş oldukları kimlik hareketidir. Böylesi bir kimlik tanımının özcü, dolayısıyla kendi içindeki farklılıkları da “dışlayıcı”, “tersinden ırkçı” bir slogan olduğunu söyleyenler olmuşsa da—Feminist bir yazarın Gayatri Chakravorty Spivak’ın bir dönem kullanmış olduğu kavram kullanılarak söylenirse— bu bir “stratejik özcülük” olarak görülebilir. Örneğimizde olduğu gibi “yaralı” hatta “utanılacak” hale getirilen “siyah” kimliğinin onarılması, kaybettiği “onuru” kazanması hedefli, dolayısıyla toplumsal, tarihsel bağlam içinde gerekli olduğu kadar, geçici de olması gereken bir kimlik stratejisi olarak görülebilir. “Farklılıklar siyaseti”nde ise, kimlik özsel olarak tanımlanmamıştır, kendisini gerek içindeki gerekse dışındaki farklılıklara açan, kendisi için istediğini herkes için de isteyen, ötekileştirilenlerle ilkeli bir dayanışma içerisinde görünen bir kimlik stratejisi olarak karşımıza çıkmaktadır.
Bu iki kimlik stratejisi Stuart Hall tarafından yapılan bir başka kavramsal ayrımda ise, “olan” (being) ve “oluşan” (becoming) kimlik ayrımlarına denk düşmektedir. Birincisi bitmiş tamamlanmış farz edilen bir kimliklenme halini anlatırken, ikincisi sürekli oluş halinde, “başkalığa” açık bir kimliklenme haline denk düşmektedir. Bu ayrımlarla ilgili olarak belirtilmesi gereken önemli bir nokta, bunların mutlaka birbirlerine karşıt olarak görülmemeleri gerektiğidir. Başka ifadeyle, bu ya da o kimlik stratejisinden kendi içinde bir tutarlılık beklemenin güçlüğüdür. Bu da, kimliklerin onun ideolojisini geliştirenlerin iradesini/kurgusunu aşan bir olumsallığı her zaman içlerinde taşıyor olmaları ile ilgilidir. Kaldı ki, bir “kimlik politikası” ile yola çıkılıp, bunun bir “farklılıklar politikasına” evrilmesi de söz konusu olabilir.
Bu arada Hall’un, “bir filmin bir Siyah tarafından çekilmiş olmasının onun iyi bir film olmasını garanti etmeyeceği” biçimindeki ifadesini burada anarak, ötekileştirilenlerin ya da baskı ve ayrımcılıklara maruz kalanların, varoluş ve kendini ifade etme yönündeki politik mücadelesinin, bu mücadele sadece ve sadece onlar tarafından yürütüldüğü için “siyaseten adil” sayılamayacağına da dikkat çekmek gerekmektedir. Başka ifadeyle, bir kimlik politikasının sadece kimlikleri yüzünden mağdur olanlar tarafından politikleştirilmiş olmasının, bu politikayı “adil, eşitlikçi, vicdani, etik vb.” kılmaya yetmeyeceği hatırlanmalıdır.

Diyaspora Çerkeslerinin  kimlik politikalarının farklı koşulları ve Türkiye bağlamı

Anayurtlarından koparılarak yaşamak zorunda bırakıldıkları başka coğrafyalarda olduğu gibi Türkiye’de de Çerkeslerin kimlik stratejileri her zaman sözü edilen bağlamsallığı ve olumsallığı içinde taşımıştır. Şimdi ise, mevcut bağlama yeniden bakmanın tam da zamanıdır. Bağlam derken anlatmak istediğim, içinde bulunulan siyasal, ekonomik, sosyal, tarihsel koşullar içerisinde mekana ve zaman göre değişen ve de değişmek zorunda olan kimlik stratejilerine ihtiyaç duyulmasıdır. Örneğin Ürdün’de, yani esas olarak kimliklerin cemaatlere göre tanımlandığı bir siyasal rejimde Çerkeslik, içine doğulan, daha korunaklı ve çoğu durumda “aşılamaz” bir kimlik iken, Türkiye’de bu, yeniden-kimliklenme içinde yeniden adı konulmaz, tanımlanmaz ve siyasallaşmaz ise, kendiliğindenliği ile yaşama şansı giderek azalan bir kimliği işaret eder haldedir. Ne demek istediğimi daha iyi anlatabilmek açısından karşılaştırmayı sürdürmek gerekirse, Diyasporadaki Çerkesler arasında kimliklerini, dillerini, geleneklerini korumak ve Çerkeslik kimliği üzerinden siyasal temsiliyete sahip olmak açılarından bir karşılaştırma yapıldığında, ilk anda Ürdün’de bir Çerkes olarak kimliğini korumanın koşullarının Türkiye’deki Çerkeslerinkinden daha elverişli olduğu söylenebilmektedir. Ancak bu etnik kimlikler üzerinden temsiliyetin, Ürdün’deki siyasal rejimi demokratik kılmaya yetmediği de açıktır.
Dolayısıyla, günümüzde artık radikal demokratik biçimde yeniden tanımlanması gereken demokrasi anlayışı ile bakıldığında, kuşkusuz ne Ürdün’de olduğu gibi vatandaşlarını mutlaka bir etnikliğe sabitleyerek kimlikleyen, dolayısıyla cemaatler üzerinden temsile dayalı siyasal rejim, ne de Türkiye’de olduğu gibi, cemaatler ötesi modern yurttaşa demokratik bir yarışla seçme ve seçilme hakkı tanıyor görünmekle birlikte, aslında etkin etnik çoğunluğun hegemonik temsiline dayalı siyasal rejimin, günümüzün postmodern öznesinin kimlikler çoğulluğunu ve bu çoğulluk üzerinden politika yapma özgürlüğünü sağlamak açısından yeterli olmadığını söylemek gerekmektedir. Ek olarak yine kimlik stratejilerinin bağlamsal olduğu söylenirken kastedilen, artık bu stratejilerin sadece diyaspora Çerkeslerinin dağılmış oldukları coğrafyalardaki özgül koşullar değil, anayurtlardaki koşullar ile, dünya genelinde modernliğin icadı olan üniter ulusal-devletlerle, demokrasilerin gidişatı hesaba katılarak oluşturulması gerektiğidir.

 

O halde yukarıda da söylediğin gibi şimdi, “Türkiyeli Çerkeslerin, Türkiye’nin ve anavatanların tarihsel, sosyo-kültürel, siyasal, ekonomik koşulları içinde ve dünyada demokrasiler ile ulus-devletlerin evrilmek zorunda oldukları süreçler hesaba katılarak nasıl bir kimlik/farklılık politikası geliştirmeleri gerektiği” sorusu üzerine yeniden düşünmek gerekmektedir. (Devam edecek)

Şamil Eğitim ve Kültür Vakfı’nda 6 martta düzenlenen kahvaltının konusu “Günümüzde Çerkes Kimliği”, konuk konuşmacısı ise Prof. Dr. Sevda Alankuş’tu. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi Bölümü mezunu olan Alankuş, yüksek lisans ve doktorasını aynı alanda ve aynı üniversitede tamamladı. 1983 yılından bu yana Ege, Ankara ve Doğu Akdeniz Üniversiteleri’nde öğretim görevlisi olarak İletişim Fakültelerinde ders veren Alankuş, halen İzmir Ekonomi Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı olarak görev yapıyor. Alankuş, ‘Kimlik’ konusunda çalışan bir akademisyen olarak biliniyor.

Sayı : 2011 03