Avrupa Konseyi, 2009 yılında (28.Haziran-3.Temmuz) Türkiye’ye ‘Azınlık İnsan Hakları’ konusunda bir komiser göndermişti.
Komiserin raporu 1.Ekim.2009’da yayınlandı. Avrupa Komisyonu komiseri Thomas Hammarberg 197 maddeden oluşan, ekleriyle 40 sayfa tutan raporunda araştırma, soruşturma ve değerlendirmelerinin yanı sıra Türkiye’ye tavsiyelerine de yer vermiştir.
Bunlar şu ana başlıklarda toplanmıştır:
– Türkiye’deki azınlıkların Avrupa ve uluslar arası belgeler bağlamında incelenmesi
– Azınlık dilleri ve ifade özgürlüğü hakkı
– Azınlıklar ve örgütlenme özgürlüğü hakkı
– Azınlıkların dini inanç ve mülkiyet özgürlüğü hakkı
– Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya ya da buralardan diğer bölgelere zorunlu göçler
– Romanların insan haklarıyla ilgili bazı hakları
– Sonuç ve öneriler
Hükümetin Kürt açılımı, demokrasi açılımı, Alevi açılımı, Roman açılımı ve benzeri hamleleri Thomas Hammarberg’in raporundaki maddelerin ‘açılımı’dır. Başbakanın çok ciddi söylevlerine ve hükümetiyle gerçekleştirdiği girişimlerine rağmen bu ‘açılımlar’la ilgili neleri başardığı her yerde tartışıldı, halen de tartışılmaktadır. Kaldı ki raporda azınlıklarla ilgili değinilmeyen, ‘açımlanmayan’ genel sözler de vardır. Örneğin:
Madde 163: … Türk makamlarını azınlık gruplarının Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde yer alan ifade ve örgütlenme özgürlüklerinin ön koşulu olan, ülkedeki mevcut azınlık gruplarının dillerinin öğretilmesini geliştirmek için gerekli tüm yasal ve idari tedbirleri acilen almaya davet eder…
Madde 162: … İnsanın kendi bölgesel ve azınlık dilini kamu yaşamında kullanmasına vazgeçilmez bir hak olarak özel bir önem atfetmektedir…
Madde 165: … Belediyelerde, bölgelerde, kampanyalarda azınlık dillerinin kullanımı için ceza yasaları dahil tüm ilgili mevzuat gözden geçirilmeli ve gereğine göre değişiklikler yapılmalıdır… Tüm yetki makamlar azınlık dillerinin Avrupa Konseyi İnsan Hakları standartlarına uygun olarak ve etkin bir biçimde kullanılmasını sağlamalıdır…
Madde 150: … Türkiye’de yaşayan azınlıklar yönünden 1923 Lozan Anlaşmasının son derece sınırlı bir biçimde yorumlanmasından derin kaygı duyulmaktadır…
Madde 147: … Türkiye’nin de imzaladığı Avrupa Konseyi Kuruluş Belgesinde kendi toprakları üzerindeki azınlık gruplarını ve bunların üyelerini etkin bir şekilde korumalarını…
Bu noktada hem raportörü, hem ilgili STK’ları hem de konuyla ilgili konuşmalarında cümle içinde ‘Çerkesler’den bahsedip sonrasında dişe dokunur bir şey yapmayan Başbakan ve hükümet yetkililerini kısaca değerlendirmek gerekir. Öncelikle Çerkes ulusal azınlıklarının adı raporun hiçbir yerinde belirtilmemiştir. Peki neden? Nedenleri kısaca irdeleyelim. Raportörün Çerkeslerden haberdar olmadığı düşünülemez. O halde TBMM, Kabine ve görüştüğü STK’lar Çerkesler hakkında yeterli bilgi, belge ve tanıtım yapmadığı gibi negatif bir enformasyon vermiş olmalıdır. Çerkes halkının var olma ve kimlik sorunundan ya da asimile edilmekte olduğundan bahsedilmediği, entegre olduğu şeklinde bilgi verildiği duyumunu aldık. Entegre olduğumuza raportörü kim, nasıl, neden ve hangi hakla ikna etmeye kalkışmıştır? Öte yandan Hammarberg nasıl ikna olmuştur da raporunda Çerkeslere hiç değinmemiştir? Entegrasyona inanmak ve Çerkesleri es geçmek hata değil midir?
Bir diğer olası nedene dair ise şunlar sorulabilir: Hangi kurumumuzun uluslararası bir kurumla düzenli ilişkisi vardır? Hangi kurumumuzun dış ya da uluslararası ilişkilerle ilgili bir çalışma grubu vardır? Kendimizi görünür ve bilinir kılmak, uluslararası düzeyde etkin kuruluşlarla sorunlarımızı paylaşabilmek için yeterli bağlantılarımız ve çalışmalarımız var mı?
Hükümetle yakın işbirliği içinde hazırlandığı belli olan bu belgenin elbette her satırı desteklenmeli. Ancak yukarıda belirttiğimiz eksikliklerle ilgili bazı maddelerin öne çıkarılmış olması, sanki diğerlerinden hiç bahsedilmemesi için hazırlanmış gibi görünüyor.
Tüm bunlara rağmen Türkiye’de seçim atmosferine girilmiş olması, yeni anayasa tartışmalarının yükselmesi ve geçtiğimiz günlerde açıklanan Türkiye ile ilgili AB raporunda ‘birşeylerin’ yolunda gitmediğinin deklare edilmesi nedenleri sayesinde azınlık haklarıyla asimilasyon yoğun olarak gündeme gelmiştir. Somut durumumuzu açıklamak, insanları dil-kültür ve ulusal geleceğimiz konusunda bilgilendirmek, çoğunluğun kafasında kısa ve somut olarak doğru talepleri şekillendirmek için uygun şartlar oluşmuştur. Bu havanın seçim sonrasında da devam etmesi temennimizdir. Ama tüm bunların gerçekleşmesi için bugünlerin avantajını iyi değerlendirmek, ‘akıl tutulması’na bir son vermek ve testiyi su akarken doldurmak gerekmektedir.
Ümit Duman
Sayı : 2011 04