III. Bölüm
DÇP ve KAFFED’in Kurulması ve yeniden “Farklılıklar Siyaseti”
Puhatı Sevda
Bu süreç içinde 2000 yılında Demokratik Çerkes Platformu’nun, 2003 yılında ise Kafkas Dernekleri Federasyonu’nun kurulması çok önemli adımlar oldu. DÇP’nun Kuruluş Deklerasyonu daha ilk cümlesinde “Türkiye’deki demokratikleşme mücadelesine daha etkin katılmayı, Avrupa Birliği’ne üyelik sürecinde demokratik haklardan toplumumuzun tüm kesimlerinin geniş bir çerçevede yararlanabilmesini sağlamayı, benzer amaçlar için çaba gösteren sivil toplum kuruluşlarıyla ilişkileri geliştirmeyi” amaçladığını söylerken, ayrıca “toplumumuzu temsilen faaliyet gösteren dernek, vakıf ve benzeri kuruluşlarımız arasında güçbirliği sağlamaya yönelik çabalara katkıda bulunmayı, bu kuruluşlarımızda, toplumumuzu daha fazla kucaklayan, gençliğe daha çok söz hakkı ve inisiyatif veren, statükoyu korumak yerine gelişmeyi öne çıkaran anlayışların önünü açmak” hedefini de diğerlerine eklerken, “farklılıklar siyaseti” yapacağını duyurmuş oluyordu. KAFFED ise üyesi bulunan 60 derneğe bakıldığında esas olarak bugün Adige ağırlıklı bir örgütlenme niteliği taşıyor olsa da bizatihi varlığı, Çerkesler arası güç birliğini temsil etmenin ötesinde bir önem taşıyor. Ne demek istediğimin daha iyi anlaşılabilmesi için de, KAFFED’in kuruluşuna giden süreçte, 14.04.2002 tarihinde katılımcı derneklerin temsilcilerini buluşturan Ankara toplantısında alınan kararların hatırlatılması gerekli. Bu kararlarda KAFFED üyeliği için “Kuzey Kafkaslı ortak kimliğini benimsemenin yeterli olduğu” söyleniyor. KAFFED kurucu üyeleri, farklı siyasal koşullar nedeniyle “Kafkasya’daki hiçbir siyasi örgütlenmenin, Diasporadaki örgütlenmelere model alınmaması gerektiği, etnik kimliğe dayalı bir örgütlenme modelinin de sakıncalı olacağı” düşüncesinde. Yine söz konusu toplantıda böyle bir modelin “Diaspora’daki Kuzey Kafkasyalıların gereksiz ve zamansız olarak ayrışarak dağılmasını ve güçsüz kalmasını sağlayacağı” düşüncesine yer verilmiş. Ancak “etnik köken isimleri ile kurulmuş veya kurulacak olan derneklerin de mevcut kimlikleri ve dernek adlarıyla kurulacak federasyona katılmalarında herhangi bir sakınca bulunmadığı” da eklenmiş. Nitekim artık KAFFED çatısı altında Bursa, Yalova, İnegöl ve Terme Dernekleri’nde olduğu gibi, Çerkes’i hem kültürel üst kimliğimize, hem de bir grubumuzun etnik kimliğine gönderme yaparak kullanan dernekler bulunuyor. Kanımca bu bir yandan yeni bir politik gelişme olarak önemli, diğer yandan hem üye derneklerin hem de de KAFFED’in “farklılıklar siyaseti” izleme iradelerini yansıtıyor.
Bu arada tabii, geniş kültürel anlamıyla —Türkiye’deki— bütün Çerkesleri birarada tutmayı hedefleyen bu oluşumlar demokratik kazanımlar için mücadele etmeyi sürdürürken, bunların dışında da, vakıf niteliği taşıyan (Alan Vakfı gibi etnik temelli ya da Şamil Vakfı gibi kültürel kimlik temelli) örgütlenmeler ile yine etnik kimlik politikasıyle yola çıkan Abhaz Dernekleri ile Federasyonu, İslami vurguları etnik vurgularından daha fazla olan Çeçen dernekleri de, bu dağınık örgütlenmenin diğer adalarını oluşturuyorlar. Özellikle anayurtlar, Abhazya, Osetya, Çeçenya’da ortaya çıkan politik gerginlik ile çatışmalar sırasında, bunlarla ilgili olarak başta Rusya olmak üzere bölgenin kontrolü peşindeki devletlerin müdahaleleri sözkonusu olduğunda seslerini daha fazla yükseltmek üzere, etkinlik gösteriyorlar. Birleşik Kafkasya Derneği ile, Birleşik Kafkasya Dernekleri Federasyonu ise, Türkiye’deki Kafkas halklarının demokratik mücadele hedefleriyle ilgili bir sorun kurmaz, tersine bunun için mücadeleyi tehlike olarak görürken, anti-komünist ideolojilerinin bir devamı olarak anti-Rus tavırlarıyla, coğrafyadaki Kuzey Kafkas halklarının bütünleşmesi gibi —ilgili herhangi bir politik, diplomatik güce sahip olmadıkları halde— bir emelin temsilcisi niteliğiyle varlıklarını sürdürüyorlar. Dolayısıyla vakıf nitelikli olanlar ile BİRKAFFED’in özgül niteliklerini dışarda tutacak olursak, geriye kalanların daha çok, yüzlerini anayurtlara dönmüş, onlarla Diaspora arasındaki ilişkilerin geliştirilmesini hedefleyen, bu anlamda da özcü etnik kimlik politikalarının temsilcisi olarak davrandıklarını söylemek mümkün görünüyor. Devam edelim, ayrıca Kafkasya Forumu ve Kafkas Vakfı da var, isimlerine bakıldığında Kafkasyalılık üst kimliğine gönderme yapmakla birlikte, Kafkasya Forumu daha çok BİRKAFFED’e benzerken, diğeri yine İslam vurgusu ile diğerlerinin etnik, kültürel ama her zaman seküler çizgisinden farklılık gösteriyor.
Çerkeslerin Türkiye’deki örgütlenmelerine dair çok parçalı fotoğrafta, son dönemlerde şekillenmeye başlayan bir diğeri ise, 12 Mart 2011 tarihinde “anadilde eğitim ve ögretim ile yayıncılık hakkı” talebiyle Ankara’da gerçekleştirdikleri eylemin sahibi Çerkes Hakları İnisiyatifi. İnisiyatif eylem çağrısında seslenişini “Kafkasyalılar, Çerkes kardeşlerimiz” biçiminde yapmakla birlikte Adige ağırlıklı bir temsiliyet taşıyor. Yanısıra politik bir hareket ya da dernek, vakıf örgütlenmesi niteliği taşımamakla birlikte, “cherkessia.net” gibi, vurgularını net biçimde “Çerkes=Adige” üzerine yapan yazılara yer veriyor, bunun ideolojik, “bilimsel” argümanları oluşturuluyor. Böylelikle Çerkeslerin anayurtlarda uluslaşma süreçlerini tamamlayamamıs olmalarından hareketle, buna Diasporadan bir katkı koymayı hedefleyen, ayrıca Türkiye’deki demokratik mücadelenin, artık KAFFED’in temsilciliğini yaptığını iddia ettikleri “Çerkes=Herkes” politikası çerçevesinde yürütülemeyeceğinin altını çizen özcü bir etnik kimlik politikasını temsil ettikleri anlaşılıyor. Bu grup ayrıca ÇHİ’ne destek veriyor ve yeterince aktif olmadığını düşündükleri KAFFED’in kendi içindeki farklılıklara karşı “sorumlu” farklılıklar siyaseti ile bir yere varamayacağını düşünüyorlar. Yani Sezai Babakuş’un belirttiği gibi onlarca fay hattı üzerinden kırılma ile temsil ediliyoruz, ancak ne yazık ki bu demokratik mücadele alanını genişlettiğimiz anlamına gelmiyor.
“Söz’ün özü”…..
Yazının başlarında, belirli tarihsel ve siyasal bağlamlarda ortaya çıkan veya çıkması gereken kimlik politikalarının, “stratejik özcülük” taşıyabileceğini belirtmiş, ancak bunun kendi içindeki farklılıkları sahiplenme, dışındaki farklılıklara da kendini açabilmek anlamında farklılıklar politikasına dönüşebilme meziyetlerine sahip olmasının da önemini belirtmiştim. Çünkü, bir kez daha söylersem istesek de istemesek de modernleşmenin ve küreselleşmenin bizi taşıdığı yerde, herbirimiz eskisinden daha çok kimlikliyiz ve aslında hiç bir özcü kimlik elbisesinin bizi tam olarak kavrayamayacağı toplumsal, siyasal koşullarda yaşıyoruz. Bütün kimliklerimizde, hem yerleşik, hem de göçmeniz. “Çerkeslik” kimliğimiz de işte böyle bir kimlik, Türkiye’nin mevcut koşullarda ötekileştirilmenin adı kılındığı ölçüde kültürel-politik bir aidiyetin sahiplenilmesi, kendi pozitifine dönüştürülmesi, çoktan hak edilmiş hakları için kamusal ve siyasal alanda dillendirilmesi ve hayata geçirilmeleri için mücadele etmek gereken, ancak bunları yaparken de, kendini bütün çeşitliliğiyle kendi içindeki ve dışındaki farklılıklara da açan, sabitlemeyen bir kimlik.
Sözün özü kendi üzerimden olsun, ben bağlama göre Puhate’yim, İron’um, Oset’im, Çerkesim, Türkiyeliyim, feministim, demokratım diyorum, aslında sadece demiyorum yaşayabildiğimce öyle yaşıyorum, Ankara’da da, Sohum’da da, Maykop’ta da, Vladikafkas’ta da kendimi hem evimde, hem göçmen hissediyorum. Duygu ile vicdan, adalet, eşitlik ve etik kaygılarımın kesiştiği yerde kurulan, buluşan bütün bu kimliklerime hep birlikte sahip çıkıyorum, kimsenin de beni bunların biri ya da diğerinden dışlamaya ne hakkı var, ne de gücü yeter diyorum. Peki siz de öyle hissetmiyor musunuz?
Sayı : 2011 05