Biz Çerkesler yazılı olmayan Anayasamızla övünürüz. Her ne kadar bilgi eksikliğimiz nedeniyle / yeterince donanımımız olmadığı için / kimimiz anayasamız khabzeyi (xabze) biçimsel bir uygulama, ritüeller silsilesi gibi algılasa da gerçekte Çerkeslerin yaşam içinde karşılaştıkları her soruna çözüm ürettikleri bir sistemdir.
Yazılı kaynaklardan anlaşılıyor ki toplumun her bireyinin ya da temsilcilerin oluşturduğu meclislerde (khase – xase) verilen kararların Çerkesya coğrafyasının tümünde uygulanması söz konusu. İnsanı öne koyan, özgüveni yüksek bireyler hedefleyen ve aynı zamanda toplumsal disiplini sağlayan; toplumu bireye feda etmeyen ama bireyi sistemin kulu yapmayan, bugünün ifadesi ile ‘bireysel özgürlük bir başkasının özgürlüğünün başladığı yerde biter’ anlayışını koruyan bir sistem. Bu sistem; doğaya saygılı ve toplumu her türlü kirlenmeden – yozlaşmadan koruyan, komşuluk ilişkilerinde ölçülü ve saldırgan olmayan; güçlü olmayı zayıfı ezmek için değil onu koruyup – kollamak için bir lütuf olarak algılayan yapısı ile gerçekten de övünülecek bir şeydir. Çerkeslere dair ‘Devletleri vardı / yoktu’ tartışmaları olsa da, feodal üretim ilişkilerinin dünyasında, Çerkesya coğrafyasında khabze yasalarının geçerli olması ve her yörede sıkı sıkıya uygulanır olması bir şeylerin göstergesidir.
Kararlar alınır ve (bknz. Rahmi Tuna – Adıge Xabze), coğrafyanın her köşesine duyurulur ve uygulamaya konurdu. Bir yerleşim biriminde yaşayan her aile toplumsal yasaları uygular, doğan çocuklara bunu öğretirlerdi. Doğru deyimle o dönemin üretim ilişkileri içinde çocuklar her şeyi görerek, yaşayarak, deneyimleyerek, izleyerek öğrenir ve uygulardı.
Özellikleri ile; bugün tartışa geldiğimiz toplumsal sözleşme olması gereken anayasanın, toplumun her kesiminin katılımı ile yapılması gereğine uygundu.
Çerkesler iç dinamikleri ile gelişmelerini sürdürebilse idi ne olurdu bu yazısız anayasa?
Muhakkak ki Çerkesler de dış etkiler, değişen üretim ilişkileri, komşuluk ilişkileri sonucu etkileşim içinde olacaklardı, sonuçta yasalarını değiştirerek ve geliştirerek, yeni üretim ilişkilerine uyarlayarak yaşamlarına devam edeceklerdi. İsmail Berkok ve Rahmi Tuna’yı okuduğunuzda, ‘ ne olurdu’nun yanıtını görmek olası. Mutedil sosyalizm. Polemik konusu edilebilir. Ama Çerkeslerin khabze yaşamının; tüketimi körükleyen, doğayı tüketen, devleti insanın önüne koyan kapitalizm ile açıklanamayacağı açık, bu anlaşılabiliyor en azından.
Böyle bir geleneğin mirasçısı olan Çerkeslerin bugüne dair çözüm üretirken, esinleneceği bir geçmişe sahip oluşunu değerlendirmesi gerekir. 2000 lerde düğünlerde silah atışı nedeniyle yaşanan olumsuzlukları, köy temsilcilerinin katıldığı meclis toplantıları sonucu çözerken, esinlenilen şey budur. Onca yıl yaşanan asimilasyona, kimliğine yabancılaşmaya karşın iç dinamiklerine yönelebilme becerisini gösterebilmiştir toplum. Şimdi diyasporada, olmazsa olmazı anavatanda sorunlara çare aranırken, devraldığımız mirası değerlendirmeliyiz. Mirasyediliğe yeter diyebilmeliyiz.
*
Şimdi ne olacak? Nerede yeniden üretilecek kültür?
Yazısız anayasamızın özünü gerçek yanıyla ortaya koyup, değerlendirip, içselleştirmeyi sağlayarak korumak gerektiğine inanıyorum. Demokratik bir toplum modeli olduğunu düşünüyorum çünkü.
Konuyla ilgili olarak derneklerimiz önemsenmelidir. Büyük sürgün sonrası Kafkasya’dan, doğal ortamından koparılan Çerkeslerin Anadolu’daki yerleşim birimleri köyler oldu. Bu ortamda geleneğin sürdürülebilme koşulları oluşmuştu. Giderek kente göç ve kentli nüfusun artışı ile yaşayarak – görüp uygulayarak yaşatılan kültür, nefes alamaz hale geldiği gibi, aynı zamanda yanlış yorum ve uygulamalarla özünden uzaklaşmıştır. Kentlerde anılan yaşam biçiminin uygulanabileceği – görülebileceği yani kültürün yaşatılabileceği ve geleceğe taşınabileceği vahalar konumundadır dernekler. Bu anlamıyla her yaş kesiminden insanın, yaşam biçimini doğru uygulayacağı, tarih ve kimlik bilincinin yaşatılacağı, canlı tutulacağı ortamlardır. Kültürün önemli yanlarından biri olan, görerek – izleyerek aktarım için önemlidir dernekler.
Çocuklar ve gençler, kimlik ve kültür yaşatılacak ve geleceğe taşınacaksa, bayrak nöbetinin devredileceği kesimdir. ‘İyi yaşlının olmadığı yerde iyi genç olmaz’ diyen geleneğin gereğini yapabilme iradesini gösterebilmeliyiz.
Sayı: 2011 06