Tencere, Dibin Kara…

0
956

Çerkesler maalesef yokoluşun eşiğine geldi ve bundan sonra tüm çabaları varoluşun koşullarını yaratmak olmalı ve Çerkes Soykırımı, kimliğin tanımlanması ve oluşturulmasında en önemli unsurlardan biri.

Fakat Gürcistan’ın ve akıl hocalarının önünde, Çerkeslerin var olması gibi bir hedef yok, tam tersine Çerkesler açısından felaket ile sonuçlanabilecek bir gündem var. Bu sürecin sonuçlarının, tasarlayanların istediği gibi geliştiğinde ne olabileceği konusunda en önemli dersi Ermenistan’dan ve Ermeni diasporasından çıkarmak mümkün. Gürcistan Parlamentosu 20 Mayıs 2011 günü “Çerkes Soykırımı”nı tanıdığını ilan etti. Jamestown Vakfı ile Ilia Devlet Üniversitesi’nin Tiflis’te birlikte düzenledikleri konferanslar bu gelişmenin habercisiydi. 20 Mayıs günü bu konuda oturum yapılacağı ve soykırım kararının görüşüleceği haftalar öncesinden belli olduğu için bu kararın çıkması şaşırtıcı değildi, fakat özellikle Türkiye’deki Çerkeslerin bu yönde bir talebi ve çabası olmadan böyle bir karar alınması, şüphesiz pek çok kişi açısından sürpriz oldu. Bu kısa yazıda Gürcistan’ın bu kararı niçin aldığı, ABD’nin rolü ve olası gelişmeler konusunda bazı değerlendirmeler sunulmaktadır.
Gürcistan bu kararı niçin aldı? Bu sorunun cevabı, 8 Ağustos 2008’de başlayan ve Gürcistan ordusunun aşağılanması ile sona eren 5 günlük savaşta yatıyor. Bilindiği gibi Saakaşvili “Kadife Devrim” ile 2004 yılında ABD ve müttefiklerinin açık desteğiyle iktidara geldikten sonra Gürcistan’da kapsamlı bir dönüşüm gerçekleştirmeye başladı. Saakaşvili’nin önceliği Gürcistan’ı tepeden tırnağa saran yolsuzlukların azaltılması, ekonomik gelişmenin sağlanması ve güçlü bir milliyetçi retorik ile vurgulanan “Gürcistan’ın toprak bütünlüğü”nün sağlanmasıydı. ABD ve müttefiklerinin verdiği açık çek ve AB/NATO üyeliği perspektifi ile Saakaşvili yolsuzlukların engellenmesinde (önceleri) oldukça başarılı oldu. Ekonomik gelişme ve kalkınma açısından, dış yardımlar ve yabancı yatırımlar aracılığıyla özellikle inşaat sektöründe ve kamu yatırımlarında bir canlanma yaşandı fakat bölge ülkeleri ile karşılaştırıldığında Gürcistan’ın ekonomik performansı yetersiz kaldı.
Toprak bütünlüğünün sağlanması konusunda ise, herhangi bir halk desteği ve silahlı gücü olmayan Abaşidze’nin kolaylıkla kovulup Acaristan’da kontrolün sağlanması aslında Saakaşvili açısından en büyük şanssızlıktı. ABD’nin olağanüstü desteği ile dağınık ve halk desteği olmayan muhalifleri karşısında kolayca başarılar kazanan Saakaşvili, Acaristan’dan sonra önce Güney Osetya’yı, sonra da Abhazya’yı askeri yollarla tekrar işgal edebileceğini düşündü. İktidara gelişinin ilk yıllarında, “seneye yılbaşını Sohum’da kutlayacağız” gibi kışkırtıcı açıklamalar yapmaktan çekinmedi, Güney Osetya ve Abhazya’ya yönelik askeri provakasyonlara hız verdi. 2006’da Kodor vadisine “polis kuvveti” adı altında askeri güçlerin yerleştirilmesinin, Güney Osetya ekonomisi açısından hayati öneme sahip Ergneti pazarının kapatılmasının, Tskinval ve Oset köylerine yönelik giderek artan saldırıların nedenlerini artık daha iyi anlayabiliyoruz.
Saakaşvili, Abhazya ve Güney Osetya’ya yönelik askeri provakasyonlarını arttırdıkça, bu iki ülkeyi sandığı kadar kolaylıkla teslim alamayacağını gördü ve askeri harcamalarını giderek arttırdı. NATO ülkeleri, Ukrayna ve İsrail’den gelen askeri teçhizat ve eğitmenler ile Gürcistan ordusu hızla “modernleştirildi”. Gürcistan 2004-2008 yıllarında dünyada askeri harcamaları en hızlı artan ülke oldu: 2004 yılında ulusal gelirin %1.2’si askeri harcamalara ayırılırken bu oran 2008’de %8.8’e ulaştı. Bir başka deyişle 2008’de dünyada en yoğun şekilde askeri haracama yapan ülkelerin başında Gürcistan geliyordu.
8 Ağustos 2008’de, Pekin Olimpiyatları’nın açılış gününde, Gürcistan askeri birliklerinin Tskinval’e başlattığı kanlı saldırı, uzun süredir planlanan ve hazırlanan sürecin yeni bir aşamasıydı. Saakaşvili Tskinval’i ele geçirip Osetleri bir kaç köye sıkıştırdıktan sonra, önceden kurdurmuş olduğu Güney Oset hükümetini meşrulaştırmayı, daha sonra da benzer bir girişimi Kodor vadisi üzerinden Abhazya’ya uygulamayı düşünüyordu. Ama hesapları tutmadı… Rusya Federasyonu’nun ani ve şiddetli tepkisiyle Gürcistan ordusu bir kaç gün içinde dağıldı ve cepheyi tamamen terketti. Savaşın hemen ertesinde Abhazya ve Güney Osetya’nın önce Rusya Federasyonu, daha sonra da Nikaragua, Venezuele ve Nauru tarafından tanınması Saakaşvili için “askeri çözümü” bir seçenek olmaktan çıkardı.
Öyle anlaşılıyor ki, Saakaşvili ve ABD’deki akıl hocası “neo-con”lar (“yeni-muhafazakarlar”) bu süreçten önemli dersler çıkardılar. 2008 savaşı, Rusya Federasyonu’nun bölgede kendisine yönelik askeri bir müdahaleye misli ile karşılık vereceğini ve yeni-muhafazakarların yönetiminde bile olsa ABD’nin Gürcistan için Rusya ile açıktan askeri çatışmaya gir(e)meyeceğini gösterdi. Bu nedenle, Saakaşvili ve akıl hocaları yeni bir strateji geliştirdiler. Yeni strateji ilk kez Gürcistan Parlamentosu Dış İlişkiler Komitesi, Yurtdışında Yaşayan Yurttaşlarla (Diaspora) İlişkiler Komitesi ve Toprak Bütünlüğü Geçici Komisyonu’nun 24 Aralık 2009’da yapılan ortaklaşa toplantısında açıklandı. Daha sonra parlamentoda tarafından da kabul edilen strateji, “Çarist Rusya İmparatorluğu tarafından sürgün edilenler başta olmak üzere, diaspora ve mülteci topluluklar ile” dialog kurulmasını da öngörüyordu. Bu dialogun kapsamı ve içeriği, Tiflis’te düzenlenen konferansların hazırlık çalışmalarında ortaya çıktı: Gürcistan Abhaz diasporası ile değil, aslında Adığe diasporası ile dialog kurmak istiyordu ve Çerkes Soykırımı’nın tanınması, hem diasporadaki, hem de Kuzey Kafkasya’daki Adığelerle “dialog” kurmanın en etkili yoluydu.
Gürcistan yeni stratejisi ile bir taşla üç kuş vurmayı hedefliyor: İlk olarak, bu strateji Kuzey Kafkasya’da Rusya Federasyonu’nu rahatsız edecek bir kargaşa ve çatışma ortamının yaratılmasını ve Soçi Olimpiyatları’nın engellenmesini amaçlıyor. Gürcistan’ın Kuzey Kafkasya’da niçin kargaşa ve çatışma istediği açık: bu durum düşmanı olan Rusya’nın zayıflamasına ve Gürcistan üzerindeki baskısının azalmasına yol açacak. Gürcistan’ın Uluslararası Olimpiyat Komitesi tarafından kabul edilmeden önce bile 2014 yılında Soçi’de Kış Olimpiyatları’nın yapılmasını engellemeye çalıştığını herkes biliyor. Saakaşvili bu şekilde hem Putin’den intikam almak, hem de olimpiyatlar nedeniyle Abhazya’nın elde edebileceği ekonomik faydayı engellemek istiyor. Gürcistan’ın bu yeni hamlesi ile bu kez “Çerkes Kartı”nı oyuna sürdüğü, 1999’dan sonra Kuzey-doğu Kafkasya’da yaşananların, 2009’dan sonra Kuzey-batı Kafkasya’da tekrarlanmasına çalıştığı açık. ABD Ulusal İstihbarat Direktörü James R. Clapper bile 6 Şubat 2011’de ABD Kongresi İstihbarat Komisyonu’na yaptığı açıklamada “Gürcistan’ın Kuzey Kafkasya bölgesindeki çeşitli etnik gruplarla açık angajmanı”nın bölgedeki gerilimi arttırdığını söylüyordu.
Gürcistan’ın bu kararının ikinci nedeni (ikinci “kuş”), Abhazya ile Adığe diasporası ve Kuzey Kafkasya cumhuriyetleri arasındaki ilişkinin bozulması. Abhazya’nın bağımsızlığının kazanılmasında Kuzey Kafkasya halklarının ve cumhuriyetlerinin önemli bir katkısı oldu. Çerkes diasporası ise Abhazya’yı her zaman destekledi ve bu destek 2008’den sonra giderek daha önem kazanmaya başladı. Gürcistan, Çerkes Soykırımı’nı tanıyarak Adığeleri kendi yanına çekmek ve Abhazya’ya karşı desteklerini pasifize etmek istiyor.
Son olarak, Gürcistan’ın bu tutumu bir “imaj yenileme” ve uluslararası politikada yitirmeye başladığı yeri yeniden kazanma çabası. Gürcistan’ın 2008’de Tskinval’e saldırısı Avrupa Birliği tarafından bile mahkum edildi. Saakaşvili’nin söylemi ve tutumu Gürcistan’ın “küçük emperyalist” imajını güçlendirdi. Fakat daha önemlisi, Saakaşvili’nin irrasyonal politikaları, sadece Gürcistan’a değil, müttefiklerine de zarar vermeye başladı, bu nedenle eski dostlar arasındaki ilişkilerin soğuduğu ve Gürcistan’ın önemini giderek kaybettiği görülüyor. Örneğin, Gürcistan’ın en yakın müttefiklerinden biri olan İsrail ile ilişkileri son bir yıldır hızla kötüleşti. Uluslararası tahkim mahkemesinde Gürcistan’ı 98 milyon dolar ödemeye mahkum ettiren Rony Fuchs ve Ze’ev Frenkiel’in bir hükümet komplosu sonucu gözaltına alınması ve 7 yıl hapis cezasına çarptırılması, Gürcistan’a insansız keşif uçaklarını satan Elbit Systems’in borcunun ödenmediği gerekçesiyle İngiltere’de Gürcistan hükümeti aleyhine 100 milyon dolarlık dava açması, Mart ayındaki Gürcistan heyetinin İsrail gezisinin iptal edilmesi ve son olarak, İsrail ordusunundan emekli olmuş üst düzey komutanların kurduğu ve 2008’de Gürcistan ordusuna eğitim veren Global CST firmasının bu kez Sohum’a “iş ziyareti” gerçekleştirmesi, Gürcistan-İsrail ilişkilerindeki değişikliğin göstergeleri. 7 Nisan 2001 günü AB Parlamentosu’nda Avrupa Komşuluk Politikası – Doğu Boyutunun Değerlendirilmesi konusunda alınan bir kararda, Abhazya’nın tanınmaması yönündeki tutumun devam etmesi, fakat Abhazya ile doğrudan ilişkilerin geliştirilmesinin önemine vurgu yapılması ve “toprak bütünlüğü”ne ek olarak “kendi kaderini tayin hakkı”na da referans verilmesi ve bu kararın -doğal olarak- Gürcistan tarafından soğuk bir şekilde karşılanması, AB boyutundaki gelişmeleri gösteriyor. Son olarak, Gürcistan’ın baskısı sonucu uzun süredir gerçekleşmeyen Abhazya devlet başkanı Bagapş’ın Türkiye ziyaretine nihayet Nisan ayında izin verilmesi ve 29 Mayıs’ta da vefat eden Sn. Bagapş’ın cenazesine TC Hükümeti adına bir delegasyonun katılması, Türkiye cephesinde de bazı şeylerinde değişebileceğini gösteriyor. İşte bu değişen uluslararası ilişkiler ortamında Saakaşvili yönetimindeki Gürcistan bölgede “küçük halkların hamisi” olarak ortaya çıkmak istiyor.
ABD’nin bu süreçteki rolü konusunda çok fazla somut bilgi yok. ABD’deki yeni-muhafazakarların bu süreç içinde son derece aktif olduğu ve bundan sonra da olmaya devam edeceği çok açık, fakat ABD Hükümetinin veya diğer devlet aygıtlarının aktif bir rol aldığı konusunda bir kanıt yok. Mevcut politikalara bakıldığında, bu tip “küçük” politika oyunlarına bakmaksızın ABD’nin Gürcistan’ı ekonomik, askeri ve siyasi açıdan destekleyeceği anlaşılıyor.
Bundan sonra ne olacak? ABD’deki yeni-muhafazakarların tasarımı olarak ortaya çıkan bu sürecin sadece Gürcistan ile kısıtlı kalacağını düşünmek gerçekçi olmayacaktır. Gürcistan en uygun ve kolay ikna edilebilecek bir aday olarak görüldüğü için süreç buradan başladı. Nitekim bu kararın Rusya ile ilişkiler üzerindeki etkisine ilişkin bir soruya, Gürcistan Parlamentosu sözcüsü “daha ne kadar kötü olabilir ki” diyerek kaybedecek bir şeyleri olmadığını belirtmişti. Gürcistan’dan sonra, Baltık ülkeleri başta olmak üzere başka parlamentolarda da Çerkes Soykırımı’nı tanıması için yeni-muhafazakar destekli benzeri girişimlerin gerçekleşmesi doğaldır. Gürcistan ise, özellikle Soçi Olimpiyatları’nın engellenmesi, Kuzey-batı Kafkasya’da kargaşa ve çatışmanın çıkması ve Abhazya’nın yalnızlaştırılması için tüm çabasını göstermeye devam edecektir.
Gürcistan’ın Çerkes Soykırımı kararı şüphesiz bu sorunun uluslararası düzeyde tanınmasını ve tartışılmasını sağlayacaktır. İşte bu nedenle, diaspora ve Kuzey Kafkasya’da bazı Çerkes aktivistleri ve kuruluşları bu kararı sevinç ve hatta “şükran” ile karşıladıklarını açıkladılar. Fakat süreç bir bütün olarak değerlendirildiğinde Çerkesler açısından iki önemli risk görülüyor. İlk olarak, gerek bu süreci tasarlayan ve uygulayan ABD’deki yeni-muhafazakarlar, gerekse Gürcistan yönetimi açısından “Çerkes Soykırımı”, Kuzey Kafkasya’da “islamcılık” yerine “milliyetçilik” temelinde yeni bir çatışma çıkarmanın ve Soçi Olimpiyatları’nı engellemenin aracından başka bir şey değil. Şayet Çerkes Soykırımı bu şekilde uluslararası gündemde yer edinirse, Çerkes Soykırımı’na karşı tutumlar da, tarafların siyasi tercihleri ile belirlenecek. Bir başka deyişle, tarihin en büyük trajedilerinden biri gereğinde kullanılan, gereğinde bir kenara atılabilecek bir siyasi malzeme haline getirilecek. Bu da, Çerkeslerin tarihsel olarak en haklı oldukları bir konuda bile uluslararası toplumun desteğini alamamasına yol açacak.
İkinci risk, Çerkes toplumu açısından temel hedeflerden sapılması ve rövanşizmin dayanılmaz cazibesine kapılması. Gürcistan’ın Ermenistan’daki büyükelçisi Tengiz Şarmanaşvili, niçin Ermeni Soykırımı’nın değil de Çerkes Soykırımı’nın tanındığına ilişkin bir soruya çok doğru bir cevap vermişti: “Çünkü Çerkesler yokoluşun eşiğinde!” Doğru, Çerkesler maalesef yokoluşun eşiğine geldi ve bundan sonra tüm çabaları varoluşun koşullarını yaratmak olmalı ve Çerkes Soykırımı, kimliğin tanımlanması ve oluşturulmasında en önemli unsurlardan biri. Fakat Gürcistan’ın ve akıl hocalarının önünde, Çerkeslerin var olması gibi bir hedef yok, tam tersine Çerkesler açısından felaket ile sonuçlanabilecek bir gündem var. Bu sürecin sonuçlarının, tasarlayanların istediği gibi geliştiğinde ne olabileceği konusunda en önemli dersi Ermenistan’dan ve Ermeni diasporasından çıkarmak mümkün. Ermeni diasporası, son 20 yıldır son derece yaygın ve örgütlü gücü ile pek çok devletin soykırımı tanımasını sağladı, fakat aynı dönemde 1 milyona yakın Ermeni (nüfusun yaklaşık %30’u) belki de bir daha dönmemek üzere bağımsız ve muzaffer ülkesini terketti. Çok değil, sadece 30,000 Adığenin Adığey’i terketmesi durumunda ne olacağını kestirmek için kahin olmaya gerek yok.
Sonuç olarak, bundan sonra ne olacağını büyük ölçüde Çerkeslerin kendileri belirleyecek. Çerkesler, ya kendi gündemlerini oluşturup anayurtlarında varlıklarını sürdürebilmek için gerekli adımları atacaklar, bu doğrultuda (demokrasi ve insan haklarına saygılı diğer tüm insanlarla/kuruluşlarla birlikte) ilkeli ve tutarlı bir mücadele verecekler, yani uluslararası toplumda saygın bir özne olarak yerlerini alacaklar, ya da Kuzey Kafkasya’yı bir av sahası haline getirmek isteyenlerin yeni oyunlarında kullanılıp, iş bittiğinde (hala hayatta kalabilmişlerse) atılacak basit bir araç olacaklar. Tercih Çerkeslerin…
Prof. Dr. Erol Taymaz

Sayı : 2011 06